Kendi anlatımıyla Mehmet Güleryüz: Gerçek özgürlük sakıncalı adam kılar

Mehmet Güleryüz'ün resimden tiyatroya sanat yolculuğunu, sanat ortamına, edebiyata ilişkin görüşlerini derledik.

Abone ol

DUVAR - Kırkıncı sanat yılı için kendisiyle yapılan nehir söyleşi kitabının başlığı Mehmet Güleryüz’ün sanatını da hayatını da özetler: 'Güldüğüme Bakma' (İş Kültür Yayınları, 2004).

Orada da sıklıkla yinelediği söz, manifestosu gibidir: "Karşı koymak gerekiyordu…"

Mehmet Güleryüz, Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Resim Bölümü’nü birincilikle bitirmiştir. Ama eğitimi sıradan, ruhsuz, heyecansız, içeriksiz bulmuş, her şeye karşı durmuştur orada da. Tiyatroya kaçmıştır adeta heyecan için. Sahneden resme yeni bir gözle bakarak dönmüştür akademiye. Birincilikle beraber dönemin akademi müdüründen "müstekreh" (iğrenç) unvanını da almıştır. 30 yıl sonra, 1998’de dönemin Cumhurbaşkanı tarafından verilen Devlet Sanatçısı unvanını reddetmekle kalmayıp, ödüllendirilen diğer sanatçılar için de unvanın iptali için dava açacaktır. Kendi deyişiyle hep "68’li" kalacaktır.

Karşı durduğu akademiyi birincilikle bitirdiği gibi karşı durduğu piyasada "yaşayan en pahalı ressamlar" arasında ön sıralarda olmayı da başaracaktır. 35 yıl aradan sonra 60 yaşında "Bir Küçük İş İçin Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor" oyunuyla İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda yeniden sahneye çıkacak, filmler – diziler için kamera karşısına geçecektir.

Nena Çalidis’in kendisiyle yaptığı röportajdan Güleryüz’ün resimden tiyatroya sanat yolculuğunu, sanat ortamına, edebiyata ilişkin görüşlerini derledik (Notos Dergisi, sayı 19).

RESİM YAPMAK

"Çizmek adeta yaşam biçimim. Hemen her an resim düşünen bünyem için çizmek adeta enstektif bir aktivite. fiiirsel bir oluşturma da diyebilirim. Çizme, kurgulama, aklın oyunlarını kaydetme eğlencesi gibi bir şey. Biçim bozma-sökme, takma eylemi çok cazip. Çizginin bedeni, sesi benzersizliğinin peşinde gidilen, sürülen yolun uzunluğunu fark etmezsiniz bile. Renk kuramları ile resme varamazsınız; duyma halidir, basitçe yüzeyleri boyamada renkle vücut vücuda geliş, lekelerin değerlerinin yüklendiği ifade. İşte daha bir sürü açıklaması zor hal çizgiden duyduğumuz hazza eşit hazlar verir. Kitle, plan-açık, koyu- yontarak eksiltme-ekleme-bozma-parçalama, hüküm, karar heykelden de alınan zevklerin bir kısmı. Doğrusu hepsinden keyif alıyorum, hem de çok."

ÇALIŞMA TARZI: 'PARAŞÜTSÜZ UÇUŞ'

"Yoğun, üst üste saatler günler olduğu gibi farklı aralıkla kesintiler de söz konusu. Büyük boy boyaları bir seansta sonuçlandırmayı tercih edişim kopmadan sürekliliği gerektiriyor. O yüzden art arda on, on üç saat çalışabiliyorum. Genelde herhangi bir eskiz, desen gibi hazırlık safhaları olmaksızın emprovizasyon esaslı oluşturmanın hazzı uzun sürelere dayanabilecek fizik gücü destekliyor. Doğaçlama tamamlandığında ortaya çıkansa iyi tasarlanmış matematiksel ve geometrik bir kurgu etkisine varabiliyor. Kendimi boşluğa, yüzeyin boşluğuna akrobasi paraşütçüleri gibi atmak, hatta paraşütsüz, havada uzun süre uçmak hazzı gibi. Boya yapmadığım, boş dediğim süreç tam bir boşluk değil. Sürekli çizdiğim için artık onu resim süreci olarak düşünmediğimden, boşluk diyorum. Çizim dilimi sürekli değiştirmek çizginin temadan, özgür, kendine özgü ifadesini oluşturmama olanak veriyor. Desende oluşturduğumu boya yüzeye aktarmadan yana olmadım hiç. Boyama, rengin biçimlenişini o anlık kararlarla yönlendirmek, beklenilmeyene fırsat vermek benim için bilinmeyen beklenilmeyen resimdir.

Resimlerim, arasındaki sürüş, armoni, kurgulama farklarına rağmen, düşünce kaynağı nedeniyle dramatik bütünlükte buluşabiliyor. Çizme ve boyama hızımın sağladığı etkiyi, uzun süreçlerde biçimlendirebildiğim heykelde sınamak için heykele başlamıştım."

'YAŞAYAN EN PAHALI TÜRK RESSAMLARINDAN BİRİ' OLMAK

"Forbes dergisinin araştırmasından varılan sonuçtan söz ediyorsunuz. Fiyatın oluşması uzun bir sürece yayılır. 1970’lerden başlayarak yurtdışı sergilerimde galeri fiyatlarımı baz alarak reel bir değerlendirmeye özen gösterdim. Adeta sıkı para politikası güttüm. Resimlerim her zaman zor kabul edilir resimlerdi. Dekoratif olanın satış kolaylığı benim resmimde hiç olmadı. O yüzden de kendi resmimin koleksiyoncusu oldum. Yurtdışı fiyatlarımı, yurtiçinde de uyguladım. Zaten duruşu, söylemi ile karşıt bir estetikte olanın fiyatının iç piyasa fiyatlarından yüksek oluşu alıcıyı uzak tuttu bir süre. Galeri dışı satışlarımda sergi fiyatlarımı uygularım. Toplu satışlarda da bu böyle olunca resminizin ederi inandırıcı olmayan astronomik sıçramalar yapmak yerine, istikrarlı ve emin yükseliş gösterir.

Galeri fiyatlarının dışında toplu satışlar için çok düşük fiyatlar uygulaması sanatçıya görece gelir getirebilir. Alıcı talebini yükseltir, çok miktarda yapıt spekülatörlerin yatırım aracı olur. Koleksiyoncuları spekülatörlerden ayrı değerlendirmek gerek. Son yıllarda çağdaş Türk resminin yüksek fiyatlara ulaşması manipülasyon sonucudur. Sanatçıdan ucuza elde edilmiş stokların açık artırmalar aracılığı ile belirli çevrelerle şişirilmiş fiyatlarla el değiştirmesi hatırı sayılır kazançlar oluşturur. Bu büyük rakamlardan sanatçıların yararlandığı sanılmasın. Birçok büyük rakamlı satış sanaldır. Spekülatörler müzayede şirketlerinin yüzdelerini ve vergilerini ödeyerek, az bir giderle ellerindeki stokların değerini yükseltiyor. İşin garibi bunlar herkes tarafından biliniyor. Saygın yabancı açık artırma şirketlerince yapılan müzayedelerde de spekülatörlerimiz aynı müdahaleyi uyguluyor."

Mehmet Güleryüz, İsimsiz, 2019
SANAT ORTAMI

 "Thatcherizm, Reganizm ve bizde Özalizm’in müştereğinden başlamak gerek. Devletin küçültülmesi, özelleştirme. Bugün dünyadaki sanatın durumuna sanatsal yaklaşmayı abes kılan bir ekonomi söz konusu, bu da söz konusu üçlünün açtığı çığırın eseri. Küresel şirketlerin denetimine giren sanat bu şirketlerin tanıtım, yayılma ve iktidar stratejilerinde kullanılan bir araca indirgendi. İşletme kültürünün sanatın özerkliğini, eleştirel ve siyasal gücünü yıprattığı bir gerçek. 1980’li yıllara damgasını vuran işletme kültürünün geliştirdiği sanat kurumlarına ve sanatçılara hakim olan hızla ün kazanma, havalı olma, trendi yakalama. Sanatı sermayenin vitrini olarak kullanmak. Spekülasyonlarla iktidar ve kazanç elde etmek. Bunun farkında olan, dışında durmaya çalışan sanatçı nasıl yaşar?"

***

"Resmin sorunları, sanatsal değerlendirmesi yerine parasal ederi ve getirisi, popüler kültürün ilgi odağı. Vasataltı ortam-vasataltı sanat-vasataltı beğeni."

ELEŞTİRİ, ELEŞTİRMEN?

"Eleştiri kurumunun etiğine uygun bünyeleri, sosyal yapımız oluşturamıyor. Türkiye’de süreçler içinde daha az riske girme, daha çok fırsat kollama, çok şapkalılık, her yöne kaymaya hazır bünyeler. Edebiyatta resim alanı ile kıyaslanamayacak köklü bir eleştiri kurumu ve saygın eleştirmenler var. Resimde, piyasaya açık veya örtülü hâkim kurumlar eleştirmen olabilecek donanımdakileri yönetici, kuratör, katalog yazarı olarak istihdam ettiriyor. Eleştirmen bağımsız olabilmeli. Sivil toplumu oluşturmaya özen gösterirken, bağımsız-sivil insanın varlığı her yönden engelleniyor. Küratoryal (tek seçici) kurumun eleştiriyi baştan engelleyen bir gücü oluştu. Küratör kararladığı kavrama uygun (!) sanatçıları seçtiğinde daha başından kavramın ve sanatçıların tanıtım ve korunmasını üstleniyor. Metinler seyirciye nasıl görmesi gerektiğini empoze ediyor. Küratöre fırsat tanıyan büyük sermaye kurumu zaten projenin birinci koruması. Diğer eleştirmen küratörlerin, bu tür bir organizasyonu sorgulaması mümkün mü gelecekleri için? Tanıtım amaçlı projelerdeki taraflılık, eleştiriyi tıknefes ediyor."

İKTİDAR VE KİMLİK

"Politik anlayışınızın sezgilerinizle birleşmesi anlayışınızı oluşturuyor, bünyenizle bütünleşiyor, genetik faktörler de var şüphesiz. Ödünsüz bünye, taraftar bile istemiyor çoğu zaman. Gerçek özgürlük kişiyi hiçbir zaman şirin kılmaz, sakınılan, istenmeyen adam kılar. Sorgulayan, tartışan politik tercihimde bunu gerektirdi. Uyuşmazlığı göze alan size oyunbozan da derler, ama oyunbozan kötü oyunları bozan, sahtekarlığı da bozan anlamına da gelir. Hâlâ 68’liyim."

“Boş  Oda”, 1980, kâğıt üzerine karışık teknik, 153 x 158 cm., özel koleksiyon

RESİMDEN TİYATROYA KAÇIŞ

 "Tiyatro nedeniyle hayatımın iki safhasında resme ara verdim. Akademi öğrenimime paralel tiyatro derslerine devam ediyordum. 1958 yılından 1963 yılına kadar amatör topluluklarda oynadım. 1962-63 yıllarında Türk tiyatrosunun efsane grubu Arena Tiyatrosu’na katıldım. Profesyonel oyunculuğum böyle başladı. Akademideki eğitimin sıradanlığı, ruhsuz, heyecansız, içeriksiz sonuçları o zamanlar resmi tam anlamamama rağmen beni itti, sevgime rağmen baştan savma çiziyor, boyuyordum.

1960’lar Türkiye’de amatör tiyatroların altın yıllarıdır. Ben de Haldun Dormen’in cep tiyatrosunun kurslarında, Beklan Algan’ın Aktör Stüdyosu’nda, Güner Sümer’in Sahne Z’sinde aradığım cevabı buluyordum. Beklan Algan’la, metin okuma ve analiz çalıştık, vücut, duygu çalışmaları yaptım. Arthur Miller’ın Satıcının Ölümü oyunu bende sistemi sorgulamayı tetikleyen bir oyun oldu. Oyun yazarı, Amerikalı hocamızla bu oyunu analiz etmiştik. 1962-63 sezonunda kurulan Arena Tiyatrosu Alfred Jarry’nin Kral Übü’sü ile giriş yapacaktı. Kral Übü’yü Galatasaray Lisesi’ndeki oyundan görmüş, zevkten delirmiştim.

Übü ile başlıyorduk, kısa bir süre sonra oyunculuğun yanı sıra oyunun kostüm tasarımlarını da yapmam istendi, ardından diğer oyunların kostümlerini de tasarladım. Selahattin Hilav, Atilla Tokatlı, Sermet Çağan, Seçkin Selvi, Başar Sabuncu, Genco Erkal, Asaf Çiğiltepe gibi önemli isimlerin bir araya geldiği Arena Tiyatrosu, sanat düşüncemin gerçek okuludur diyebilirim. Rabelais-Gargantua, Jarry- Kral Übü hattında gelişen demistifikatif, karşı duruşu benimsemiştim. (Bakunin’in L’Avant-Garde’nın mottosu doğrultusunda burjuvaziyle bütünleşen her şeyin, sanatsal konvansiyonların, estetik değerlerin, maddi ideallerin, söz dizimselliğin ve mantığın reddi görüşü.)"

SAHNEDE RESMİ YENİDEN KEŞFEDİŞ

"Tematik düzeyde çirkin olan ya da yaratığın yarı biçimlenmişliği ya da tamamlanmamışlığı, karşıtların birliği (beden ve ruh, maymun ve insan, birleşme ve çiftleşme-dualite) ya da parçalanma. 1965-80 resimlerim. Grotesk ve karmaşa da aslen tam anlamıyla farklı bir dünyanın, farklı bir düzenin gizli gücünü gösterir. ‹şte resmimin dayanağı bu olmalı dedim. Jarry’esk aşağılayıcı parodi ve parçalı oyunlarının en belirgin özelliği, tabuların yıkılması. Bundan hareketle uzaklaştığım resme dönmeye, içine gireceğim akademik eğitim ortamına karşıt bir tavır geliştirmem gerektiğine karar verdim.

Figürü bu açıdan tekrar ele aldım. O zamana dek Türk resminde pısırık ve gizlenmiş bedeni, derisinden de soyarak kösnül gerçeğine varmaya çalıştım. Zeki Faik İzer’in ‘müstekreh’ (iğrenç) değerlendirmesine ulaşmakla da yaptıklarım doğrulandı."

Stamboli: Şehre Doğru, Tuval üzerine yağlıboya, 200 x 180 x 2 cm, Sanatçı Koleksiyonu  

35 YIL SONRA YİNE SAHNEDE: BİR KÜÇÜK İŞ İÇİN YAŞLI PALYAÇO ARANIYOR

"Otuz beş yıl sonra tiyatro için ikinci kere resme ara verdim. Müge Gürman, 1998 yılında Devlet Tiyatrosunda sahneye koyduğu Matei Visniec’in Bir Küçük İş için Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor adlı üç kişilik oyununa Peppino rolü için çağırdığında tereddütsüz kabul ettim. Çok zorlu bir prova döneminden, adeta yeni bir okuldan geçerek, dört yıla yayılan bir sürede (Almanya’da festivalde de oynayarak) adeta bir sınav verdim. Otuz beş yıl sonra tiyatroya devlet tiyatrosunda dönmek tabii ki ilgi çekti. Bir oyuncu, 'Bu oyunculuk ateşini nerede sakladın bunca yıl?' demişti, ben de 'Resimde' demiştim."

Küçük Bir İş İçin Yaşlı Bir Palyaço Aranıyor
EDEBİYAT: 'ŞİİRİ GEÇ ANLADIM'

"Yaşamımın farklı dönemlerindeki edebiyat anlayışım tabii giderek değişti. Şiiri geç anladım. Sonra düzyazındaki şiiri arar oldum. Şiiriyet kavramı politik görüşlerim içinde yerini durmadan değiştirdi. Resmin edebi yanından sakındım uzun süre. Sonra kaçtığımla yüzleşmeye cesaret ettim. Edebi olan nerede üstleniyor, ne kadar etkili? Bünyemdeki haline ani baskınlar yapmak onu suçüstü yakalamak filan. Ressamın edebiyata resminin içinden açtığı yollarla ulaşma çabası, gereksinimi diyebilirim.

Juan Rulfo en sevdiğim yazar. Pedro Páramo’su tekrar tekrar okuduğum, gerçek bir baş eser. Yalınlığı ile düşün sınırlarının âdeta gerçeğin sınırlarını oluşturuşu, varlık-sanrı -zaman üçlemi. ‘Ben de Paromo’nun bir oğlu muyum’u düşündürür bana. Salman Rushdie’yü asrın en iyi yazarlarından biri olarak düşünüyorum. Öfke, Soytarı Şalimar, son olarak da Şoransa Büyücüsü’nü okudum. Rushdie’den büyük haz duyuyorum. Jun’ichirõ Tanizaki’nin Fumiko’s Legs (Fumiko’nun Ayakları) fetişizmin en güzel yazın örneği. Bir yaşlının, sevgilisinin resmini yapmaya çağrılan genç resim öğrencisinin ağzından aktarılan güzellik, erotik çağrı ya da gözle yapılan çizimlere eş anlatısı ve şiiriyetiyle bir baş eser."

Denizci, Tuval üzerine yağlıboya, 130 x 162 cm, Dr. Nejat Eczabaşı Vakfı Koleksiyonu 

(KÜLTÜR SANAT SERVİSİ)