“Eşit olsa da, ayrı...”
ABD Anayasa Mahkemesi'nin çok bilinen bir kararı, 1896 tarihli. Anayasa yargısı tarihinin en berbat kararlarından biri olarak anılır: Plessy v. Ferguson.
Tarihe, “ayrı fakat eşit” (Separate but Equal) olarak geçen karar, ırk ayrımcılığıyla ilgili. Buradaki “ayrı”yı, farklı, ayrıksı sözcükleriyle zenginleştirmek de mümkün. Olayın kahramanı Homer Plessy, New Orleans'lı bir kunduracı. 1892 yazında, trene binip beyazlar için ayrılan yere oturur. Plessy'nin büyük-büyük annesi Afrikalı, kendisi 1/8 oranında siyah. Kondüktör yer değiştirmesini söyleyince itiraz edip tutuklanır. Bu bir sivil itaatsizlik eylemi, yani 'yasanın barışçıl yolla ihlali.' Plessy, para ve kısa süreli hapis cezasına çarptırılır. Ferguson, kararı veren hâkimin adı. Uzatmayayım, dava önce eyalet mahkemesinde görülür, itiraz reddedilince Federal Anayasa Mahkemesi'ne gider. Federal AYM, Plessy için 'eşit değildir' diyemez tabii. Çünkü İç Savaş'ın sonucu ve Lincoln sayesinde, 1865'te bir anayasa değişikliğiyle (13. Ek/değişiklik) kölelik kaldırılmıştı. Ayrıca 1868 tarihli anayasa değişikliği ile de (14. Ek/değişiklik) eşit yurttaşlık (Afrika kökenliler dahil) ilkesi güvence altına alınmıştı. Söz konusu anayasa hükümleri karşısında, Mahkeme'nin Plessy'ye “sen eşit değilsin” diyebilmesi mümkün değildi. Fakat, içselleştirilmiş bir ırk üstünlüğü inancıyla, Anayasa Mahkemesi üyeleri “eşit olsa da, ayrı” ifadesiyle kararını verdi, ihlal bulmadı. Mahkeme'ye göre, 'yasa karşısında eşitlik' ilkesi, aynı kamu hizmetinden yararlandıkları sürece, yurttaşın 'çeşitli özellikleri' nedeniyle 'ayrı' tutulmasına engel değildi. Bu feci kararın ırkçı etkileri, 1954 tarihli bir başka AYM kararına dek sürmüştür. (Brown v. Board of Education of Topeka)
Konuyla doğrudan ilgisi yok, ancak yeri gelmişken Türkiye anayasa yargısının bana kalırsa aynı ölçüde samimiyetle 'ayrımcılık' yapan berbat kararı, 1989 tarihlidir. AYM, seks işçisine tecavüzde ceza indirimi öngören eski TCK'nin 438. maddesini, Anayasa'nın 'eşitlik' ilkesine 'hiç utanmadan' aykırı bulmamıştı. (Karar Günü 12.01.1989, E. 1988/4, K. 1989/3) Bu akıl fikir almaz kararda, kadınlar arasında 'iffetli-iffetsiz' ayrımı yapılmış ve iffetsiz kadına tecavüz edildiğinde ceza indirimi yapılmasını 'yasa karşısında eşitlik' ilkesine aykırı bulunmamıştı. Bu arada, söz konusu davayı AYM'ye taşıyan dönemin Antalya 2. Ağır Ceza Hâkimi, Allah uzun ömür versin, değerli Ali Güzel'in adını anmadan geçmeyelim. Türkiye'de eşi benzeri güç bulunur bir hâkim.
Bir süredir ülkede olup bitenleri, iktidar çevresindeki hâlenin davranışlarını gördükçe “eşit olsa da, ayrı” ifadesini hatırlıyorum. O cümledeki ayrımcılığın gücünü; mealen “yasa karşısında eşit olunabilir, ancak eşit dediysek, o kadar da değil,” diyen hâkimlerin, kendilerini ikna edebilmekte sergilediği başarıyı.
Salgın, salgınla ilgili ve ilgisiz sinir bozucu gelişmeler, skandallar, derinleşen yoksulluk ve çaresizlik hissi, intihar edenler, helallik isteyen siyasetçiler, helallik kavramı üzerine tartışan laikler, bekçi şiddeti, bekçi şiddetine karşı polisi aramak zorunda kalan yurttaşlar, tam kapanmada hiçbir biçimde kapanmayanlar, anayasaya aykırı genelgelerle yönetilen hayatımız, erken seçim talepleri, yeraltı dünyasının bilinen bir isminin seyirci rekorları kıran ifşa videoları, o videolardaki iddialar, çok şaşırmış gibi yapan sahtekarlar... Aklı başında bir demokraside, her biri kırk kez hükümet değiştirecek gelişmeleri seyrederek ve ne kadar inkar etsek de tanık olduklarımızı normalleştirerek, şaşırma duygumuzu yitirmiş halde yuvarlanıp gidiyoruz yıllardır.
İktidarın, artık üstünü örtemeyen dağınıklığının son haftalardaki göstergelerden biri, yayınladıkları propaganda ve tanıtım videolarını kısa süre içinde yayından kaldırmak oldu. Yalnızca dağınıklık mı, yetersizlik mi, çapsızlık mı, beceriksizlik mi, şaşkınlık mı; herhalde hepsi bir arada. Nicedir gizlen(e)meyen şeylerden biri de 'zihniyet.' Bana kalırsa, yönetenlerin yaşama, ülkeye, kendilerine ve kendilerinden olmayana bakışını en açık sergilendiği iş, şu malum turizm tanıtım filmi oldu. Öfkelenenlerin meşrebine göre, kimi 'Türklerin', kimi 'halkın', kimi 'emekçinin' rezil edildiğini düşündü, seyrederken. Kimisi de, reklamın neden kızgınlık yarattığını anlamadı.
Okuduğunuz yazının derdi, anlamayanlarla. Tepkiye anlam veremeyen sıradan AKP seçmeniyle değil, 'anlam veremeyen' yöneticilerle. Çünkü anlamamakta 'samimi' olduklarını, hakikaten, çalışanların maskesinde “tadını çıkar, aşılıyım” yazan o tanıtım filmine gösterilen tepkiye şaşırdıkları kanısındayım. Bu hal, filmden çok daha vahim.
Vasatlığın iyi para getirdiğini çoktan keşfetmiş reklam şirketlerinin ve 'ürünü' beğenerek yayınlayan bürokrat ve siyasetçilerin, akıllarını yitirmediklerine göre, hiç kimseyi küçük düşürmek niyetinde olmadığını tahmin etmek güç değil. Sorun da bu! Maskesinde “aşılıyım” yazanların turist karşılamasında bir gariplik görmemeleri. Nitekim, Dışişleri sorumlusunun “Turistin karşılaşacağı herkes aşılanmış olacak,” vaadinin de aslında/gerçekte ne demek istediği belliydi. Buna mukabil öyle bir 'sürçme' söz konusu ki!
Yalnızca sürçmeler, kötü reklam filmleri değil; her davranışlarında ve her sözlerinde aynı duygu var artık, görebildiğim kadarıyla. Buna ne isim vereceğimi bilemediğim için, yazıya, 'üstünlüğüne inanmışların' marifeti olan yargı kararıyla başladım. Ortada bir eşit görmeme, 'ayrı' kabul etme hevesi var sanki. Muhataplarına “Eşit değilsiniz,” diyemiyorlar, çünkü herkes yurttaş, herkesin bir oyu var, herkes seçmen vs. Fakat 'eşit' kabul etmedikleri, edemedikleri de açık. Yalnızca muhalife yönelik ayrımcı tavırlarından söz etmiyorum; kendilerini ve çevrelerini 'ayrı', 'ayrıcalıklı' ve hatta neredeyse 'seçilmiş' görmeleri, kendi 'sıradan' seçmenlerine de yönelen bir durum.
Bunca saçmalık ve ayrıcalık, 'içselleştirmeden' hazmedilebilir mi? Kuşkusuz küp doldurma telaşı, tarihsel kompleksler, işlerin iyi gitmiyor oluşu, çıtası 'Akit' olan kültürel iktidar hezimeti, kamu gücüne yaslanmak vs. bu halde olmalarının nedenlerindendir. Yine de, bir insanın kendisini 'seçilmiş' olarak kabul etmediği sürece, böyle izansız ayrıcalıklar ve kayırmayla yaşayabilmesi kolay mı? Bana kalırsa tümü, sahip oldukları her ne varsa 'hak ettiğini' düşünüyor. 'Ümmetin' refahı, sahip olma isteğinin ideolojik kılıfı. O koltuğu, o ihaleyi, o danışmanlığı, o huzur hakkını, o yönetim kurulu üyeliğini, o bakanlığı, o genel müdürlüğü, o milletvekilliğini, o büyükelçiliği, o rektörlüğü, o cipleri, o evleri, o araç konvoylarını... Sahipler, çünkü doğal ve hak edilmiş olan, bu. Bizi ya da çemberleri dışında kalanları, mütemadiyen hakaret de etseler henüz 'yurttaş' dışında bir kavramla tanımlayamadıkları için, kendi 'ayrılıklarını' özellikle vurguluyor, durumlarını olabildiğince doğallaştırıyorlar. Tamam, yasa karşısında eşit olabiliriz ama, biz ayrıyız, siz ayrısınız, o kadar da değil!
Hal böyleyken 'yasa karşısında eşitlik' ilkesi yalnızca kâğıt üzerinde bırakılırken, bunca ayrıcalığa sahip olup 'huzur içinde' yaşamak mümkün olabiliyor sanırım. Muhataplarından 'üstün' olduklarına samimiyetle inandıkları ve eşitsizliği içselleştirdikleri kanısındayım. Yoksa, insan başka türlü bu kadar 'doğal' saçmalayamaz. Ayrıca, ideolojik arka planın da uygun zemini sunduğunu düşünebiliriz. Türkçü-İslamcılığın eşitlik derdi olmadığı gibi, aksine var olabilmeleri ancak 'üstünlük' iddiasıyla mümkün. Kısakürek ile Atsız el ele!
'Diğerlerinden' üstün ve 'ayrı' olduklarını düşünmeselerdi, o reklamda neyin can sıkıcı olduğunu fark edebilirlerdi. Edemiyorlar, olmuyor...