Kendine yandaş, herkese 'muhalif medya'mız da istifa edecek mi?

Kamu kaynakları adaletsiz kullanılıyormuş TRT’de; Erdoğan’a çok Kılıçdaroğlu’na az süre. Ya muhalif medyamızdaki seyirci kaynakları adil kullanılıyor mu? Yüzde kaçı solcu yüzde kaçı sağcı seyircilerin?

Yavuz Halat yavuzhalatt@gmail.com

Seçimler bittiğine ve yenilgi kesinleştiğine göre artık “hesap görme, kitap dürme” dönemi başladı. Seçimden önce “şimdi zamanı değil” diye söylenmeyen, söylendiğinde geçiştirilen bir dizi eleştiri için bolca zaman mevcut. Ama şimdi de “ne gerek var, olan oldu” diyen geçiştirmeciler olacaktır kuşkusuz.

Sorulacak her hesap ya da yapılacak her eleştiri, bir intikam alma ya da ego tatminiyle yapılmamalı elbette. Siyasal ve özellikle de toplumsal amaç içermeli. Yani yapılan hatalardan “ders çıkarılmalı” ve gelecek yapılandırmasında bu hataların tekrar edilmesi önlenip, yerine “doğrular” konmalı.

Şimdilik hedefte yenilmiş (pardon kazanamamış) siyasiler var. En önce Kılıçdaroğlu ve CHP doğal olarak. Arkasından Kürt hareketi geliyor. İkisi de görünen odur ki mutlaka “birtakım şeyleri” değiştirmek zorunda kalacaklar. Akşener, taşları önceden döşediği için daha kolay sıyrılacak eleştirilerden. Sol örgütlerimiz? Onlar “Almanya yenildiği için yenik” sayıldılar, herhangi bir değişiklik yapmak zorunda değiller!!

Bir de en az Kılıçdaroğlu kadar yenilen ama durumu hiç çaktırmayan, üstelik yavuz hırsız misali kendisinin dışındaki herkese aman vermeden yerden yere vuran bir kesim mevcut: Şu bizim “muhalif medya”mız! (1)

Seçimden önce, Kılıçdaroğlu’nun politik taktiğini yani 6’lı Masa'yı kurma/işletme taktiğini doğrudan desteklemekle kalmadı aynı taktiği doğrudan kendi stüdyolarında da kopyaladı, muhalif televizyoncularımız. Haber bültenleri, her partiden “haber” verdi bizlere. Yetmedi her partinin yöneticileri müdavimi oldu kanalların. O da yetmedi; Yeniçağ’dan, Karar’a ve hatta Milli Gazete’nin yöneticileri kadrolu yorumcular oldular.

Şimdi bazıları CHP’yi eleştiriyor, yüzde 1’i bile bulamayan partileri Meclis'e 5’er, 10’ar soktu diye. Aynısını muhalif medya da yaptı, üstelik 6’lı Masa bitmiş olmasına rağmen muhalif medyanın 6’lı Masa tercihi aynen devam ediyor. Dünyanın hiçbir ülkesinde, solculara propaganda etmek için böyle olanaklar sunulmamıştır sağcılara, faşistlere, dincilere…(2)

MUHALİF MEDYA DEĞİL, ANA AKIM MUHALEFETE YANDAŞ MEDYA

Muhalefet, yani siyasi iktidarı elinde tutanlara karşı olanlar acaba bu ülkede sadece CHP’den, İYİP’ten, Saadet’ten falan mı oluşuyor? AKP’nin 21 yıllık iktidarı boyunca en çok mağdur edilmiş, baskı görmüş ve bu iktidara en çok direnmiş olanlar bunlar mı?

Mesela kadınlara, nicel ve nitel olarak ne kadar yer ayrıldı muhalif medyamızda? Mesela sosyalistler ile İYİP kadrolarının aldığı süreyi kıyaslayabilir miyiz? Hani TRT’yi eleştirirken bolca kullanılıyor ya, şu kadar süre Erdoğan’a, şu kadarcık süre Kılıçdaroğlu’na diye. Kamu kaynakları adaletsiz kullanılıyormuş TRT’de. Ya muhalif medyamızdaki seyirci kaynakları adil kullanılıyor mu? Yüzde kaçı solcu yüzde kaçı sağcı seyircilerin?

Ya Kürtler, ne kadar yer buldu kendi fikirlerini ve dertlerini anlatabilmek için? Ama hakkını yemeyelim muhalif medyamızın. Bu seçim döneminde haddinden fazla yer verdiler Kürt siyasetçilere! Ama nedeni hepimiz biliyoruz değil mi? “Sakın aday çıkarmayın, ilk turda bitirelim bu işi”. Stüdyolar, ikna odalarına döndü neredeyse.

Pekiyi ne oldu? Haberciliği, gazeteciliği, program moderatörlüğü bir kenara bırakıp siyasi mühendisliğe soyunan şahıslardan herhangi biri, ilk turda kazanılmadığında bir özeleştiri yaptı mı? Yapmadı elbette! Hatta siyaseti dizayn etmek için el yükseltti. İki “fatih”, siyaseti fethe girişti! (3) Ama ikisi de İrfan Değirmenci’nin tercihini yapacak cesarete de cürete de sahip değiller çünkü siyasette kaybetmeyi de göze almak gerek. Oysa bu “gazeteciler” hiç kaybetmez ki.

Devam edelim, muhalif medyamızın yer vermediklerine!

Mülteciler var mesela. Rastlayan oldu mu, Şirin Payzın’ın ya da Merdan Yanardağ’ın programlarında mülteci bir konuğa? Ne yaşamışlar, neden gelmişler, neden AKP’ye oy verecekler? Onları TV’ye çıkarmak çok “mantıklı” gözükmemiş olsa gerek, ne de olsa ana akım muhalefet mülteci karşıtlığından oy toplayacağı hesabında.

Ya LGBT+ lar? Onları göreniniz oldu mu, muhalif TV’lerimizde? Hani Süleyman Soylu’nun bütün toplumu “dönüştürme”lerinden korktuğu, etkili şahıslar? Acaba neden bilgilendirmedi, yüzleştirmedi muhalif medyamız, kendisini izleyen sağcı seyircilerle? (4)

HALA SEYREDEN VAR MI?

Ben artık seyretmiyorum, sizi bilemem. Seçim öncesi ve sonrası izlenme sayılarını açıklarlarsa öğreniriz. Ama gerekçe malum; seçim dönemi bitti, siyasete ilgi azaldı, eee bir de yaz geldi. Bunlar yeter, başka gerekçe aramayın!

“Gazetecilik açısından baktığınızda, anchorman/woman olarak bilinen haber sunucuları, haber üretmezler; başkalarının ürettiği haber malzemelerini sunarlar sadece. Bizde sunucular, haberlerin üzerinde o kadar çok konuşuyor ki, zamanla kendi sesinin de büyüsüne kapılıp her şeyi en iyi bilen yorumcu konumuna yükselmiş hissediyor kendisini.” (5) Kesinlikle, sadece istisnaları mevcut!

Böyle haber sunucularını insanlar niye dinlesin/izlesin? Bir de seçim sonlanmış, yenilgi kesinleşmiş ise. Ve “Türk’ün Türk’e propagandası”ndan keyif almıyorlarsa?

Belki de haber programlarını bir örgütlenme aracı, sunucularını da örgütçü olarak planlamış olabilir, birileri! Ama o işin (örgütçülüğün) de birtakım kriterleri var:

1- Hiç kimse kendinden daha zeki birini örgütleyemez. Yani spikerleriniz zeka seviyesi önemli.

2- Örgütlemeyi düşündüğünüz şahsın bilmediği bir “bilgi” vermeniz gerekli. Eğer karşınızdaki “bilgi”yi önceden edinmişse ya da sizden daha çok bilgiliyse çuvalladınız.

3- Karşınızdakinin, kendi izanıyla yapamayacağı bir yorum, akıl yürütme yapabiliyor olmanız şart. Herkesin yapabileceği çıkarımlarla sıradanlaşırsınız.

4- Güvenilirlik ve süreklilik esastır. Yani hep yeni bilgi ve hep doğru yorumlama. Bir kere bile ters köşe olursanız, karizma gider. (Başka örgüt (TV) kapar)

***

Bir de tartışma programı yöneticileri mevcut! Aslında asıl işleri; tartışmayı organize etmek, kolaylaştırmak, anlaşılabilir kılmak. Bu yöneticiler için başarı kriteri de “en az konuşan” olmaktır, aslında. Ama heyhat! Bizim muhalif medyamızın “tartışma programı yöneticileri” hep en çok konuşandır hep en çok yorum yapan hep en çok yönlendiren (Bu programlar neden bir yöneticiye ihtiyaç duyar, yöneticisiz olsa). Bir cümle ile sorabileceği soruyu, yarım saate sorar! Tarafsız görünmek bir yana, o akşam hızını alamamışsa ertesi gün gazetedeki köşe yazısında siyasete yön, siyasetçilere akıl verendir. (6)

Ve konuklar! Ya kanalın müdavimi ya konuya en “uyumlu” katkı sunacaklar ya da birileri tarafından “ısmarlanmış” olanlar. Ellerinden cep telefonu düşmez, gözler/kulaklar hep oradadır; ya akıl alıyorlardır ya da (hazırlanmadıkları için) laf arıyorlardır! Belki de "takipçilerim kaç arttı" diye toplama-çıkarma yapıyorlardır.

Kısacası; spikeri, moderatörü, konuğuyla hepsi birer starı, hepsi birer fenomeni artık şu muhalif dünyamızın!

Doğal olarak; star olunca yükselmek, ilerlemek, vizyon ve sahne değiştirmek de “zorunlu” oluyor. Ya başka kanallara transfer oluyorlar ki transferin kendisi bile haber ya da tek başlarına yayın kuruyorlar ki yapımcı-sunucu-yorumcu hepsi birden olsunlar. Kim demiş “haberci, haber olmaz haber yapar” diye.

Ama her durumda burunlarından kıl aldırmaz, asla ama asla kendilerine “bir bakmazlar”.

Havada kalmasın, somut örnekle bitirelim:

Mesela; benim, ne olduğunu bir türlü anlayamadığım Levent Gültekin! (7)

Diyor ki

“Halbuki toplumun yeniden ayağı kalkıp ülkesine sahip çıkacak bir duyguya gelebilmesi için yeni yüzlere, yeni aktörlere, yeni politikalara, yeni hikayelere ihtiyaç var.

Fakat mevcut aktörler bu umudun önündeki takoza dönüştü.

Bu dönemde ülkeye bundan daha büyük bir kötülük düşünemiyorum doğrusu.

Türkiye’ye düşman olsalardı bu kadar büyük bir kötülüğü yapamazlardı.

Mevcut muhalif aktörlerin kenara çekilmesini sağlayıp, siyaseti yeniden umudun merkezi haline getirmenin yollarını bulmalıyız.

Bu nedenle mevcut siyasi aktörlerin ülkemize kasten yaptıkları bu kötülüğe partili refleksiyle sessiz kalamayız.

Aksi takdirde partileri olan ama huzur içinde yaşadığı ülkesi olmayan zombilere dönüşeceğiz.”

İlk dört satıra katılıp son dört satırı değiştirelim;

“Mevcut muhalif gazetecilerin kenara çekilmesini sağlayıp, gazeteciliği/yayıncılığı yeniden umudun merkezi haline getirmenin yollarını bulmalıyız.

Bu nedenle mevcut gazetecilerin ülkemize kasten yaptıkları bu kötülüğe gazeteci refleksiyle sessiz kalamayız.

Aksi takdirde muhalif medyası olan ama huzur içinde yaşadığı bir akıl dünyası olmayan zombilere dönüşeceğiz.”

Yeni yüzlere, yeni aktörlere, yeni politikalara, yeni hikayelere ihtiyaç var. Her alanda…

(1) Asıl söz konusu edilen; TV kanalları. Özellikle HalkTV, KRT, SözcüTV, Tele1,
(2) Alper Taş’ı, Erkan Baş’ı hadi onları geçtik Levent Gültekin’i AHaber’de ya da AkitTV’de göreniniz oldu mu?
(3) Altaylı olan değil, Portakal olan, bir “televizyoncu” bakışıyla söylüyor; “pişkinlik içindesiniz” ve "O koltukta oturmamanız için mücadele vereceğim". Sanmayın sakın CHP’ye üye olup “mücadele” edeceğini. Patronunun atadığı, pardon maaşını ödediği koltuktan “pişkinlik” yapacak.
(4) Gerekçe herkesin malumu: bizi sağcılar da izliyor, izliyorken dönüşüyorlar(!), o yüzden bizi izlemekten vaz geçirecek hareketler içine giremeyiz.
(5) Medya Ombudsmanı Faruk Bildirici https://www.gazeteduvar.com.tr/erdoganin-saglik-raporu-makale-1624341 
(6) “Bozulmaya başlayan sulu yiyeceklerin üzerinde oluşan köpük, küf” tadı verir.
(7) Hatırlanacağı üzere; "muhafazakar mahalleden taşındı" ve “muhalif mahalleye malikhane kurdu”. Seçimden çok az bir süre önce, “birdenbire” Erdoğan’a olumlu yakıştırmalar yapmaya başladı; "Erdoğan’ın yeni dönemde daha yumuşak bir liderlik pozisyonuna geçeceği izlenimini aldım, toplumun bütün kesimlerine hitap edeceğe benziyor". Seçimler bitti, Erdoğan, bildiğimiz Erdoğan; “Uçkuru kaptırmışsınız uçkuru!” Gazetecilik, ne de olsa “suya yazı yazmaktır” değil mi??

Tüm yazılarını göster