"Barışımız teröre rehin bırakılıyor.” İlk çözüm süreci, iki
tarafın şahinleri eliyle sonlandırılırken yapılan tespitlerden
birisi bu ilk cümle. Bugün yaşanan siyasi ayak oyunları bir çözüm
süreci olmayabilir veya belki Gülistan Kılıç Koçyiğit’in Ceren
Bayar’a verdiği söyleşide ifadesini bulduğu
şekliyle, başlangıç niyeti ne olursa olsun ayakları yere sağlam
basan bir siyasi akılla, diyalog sürecine evrilebilir... Tarihin
verdiği derslerden biri geçmiş başarıyla hamaset yapmak yerine eski
başarısızlıklardan ders alınarak başarıya ulaşılabileceği. Bugün
söylenenlere eylenenlere bakılırsa iktidar ve ortakları tarihten bu
dersi almamış. Aynı hataları tekrarlayarak farklı sonuca ulaşmanın
imkansızlığını görmüyor.
IŞİD’in Kobani kıyımı başlarken, Kürt ve Ezidi halklardan bir
kısmının Rojawa’ya bir kısmının Türkiye’ye sığındığı günlerde ve
henüz Dolmabahçe mutabakatı yırtılmamışken, çözüm süreci ile Rojawa
olgusu arasındaki ilişkiye dikkat çeken bir yazı yazmıştım. Hiçbir
ideolojiye yaslanmadığı belki daha yerinde bir söyleyişle
tarafların hiçbirisinin beklentilerine uyumlu olmadığı için
gönderdiğim farklı mecralardan yayınlayan olmamıştı. Yayınlanmayan
bu yazıda, gerek Türkiye gerekse Suriye’den Diyarbakır’da toplanan
Türk, Kürt, Ezidi kadınların duygusal ve düşünsel odağına yerleşmiş
görünen Rojawa gerçeği dikkate alınmadan toplumsal barışın
sağlanamayacağını belirtmiştim. Tabii diğer yandan da yabancı
devletlerin Suriye iç savaşından yararlanarak Kürtlere kanton
yönetimi kurma şansı vermesine aşırı anlam yüklemenin hayal
kırıklığı yaratacağına dikkat çekmek istemiştim. Birilerinin gümüş
tepsiyle sunduğu imkanın devrim olmayacağını, bağımsızlık
getirmeyeceğini yazmıştım, Kürt siyasetine eleştiri olarak. Türk
siyasetine de dış politikamızın yıllarca görmezden geldiği Irak
Kürt siyasi oluşumları ile ilişki kurmak zorunda kalındığını
hatırlatarak Suriye Kürtleri için de aynı hatanın tekrarlanmaması
gerektiği şeklindeki düşünceme yer vermiştim. "Bir vakit gelecek bu
olgu tanınacak ama çok geç kalınması, atılacak adımı başarısızlığa
mahkum eder" diyordum o yazıda. İktidar medyasının da Kürt
medyasının da işine gelmedi elbette. Fakat ne yapayım ki hala aynı
fikirdeyim ve yazık ki olaylar yanılmadığımı gösteriyor. On yıl
sonra bugün Türkiye, Suriye Kürtleri ile uzlaşmaya ihtiyaç duyuyor
ama hala bunu Esat’ın Kürt yönetimini ortadan kaldırmasını
sağlayacak bir baskı uygulamasını sağlayacak şekilde gelişmesi arzu
edilen Suriye-Türkiye iş birliğine bağlıyor. Kobani’ye duyarsız
kalmak, Süleyman Şah türbesini kaçırmak, Suriye’de Esat’a ve
Kürtlere karşı cihatçılarla iş birliği yapmak gibi hatalarının,
Esat barış çubuğunu dikkate almayınca, tekrar ülkemizde Kürt
politikasında bir adım atmak gibi sunulduğunu görüyoruz. Kürtleri
heyecanla umutlandıran Rojawa olgusunun Türkleri muhayyel tehdit
algısından kurtaracak bir orta yolun bulunması, iç barışımızı
kurmak için elzem.
Hamasete dayalı ve şahsi-partizan çıkar odaklı, toplumsal
ihtiyaçları dikkate almayan garip bir kakofoni yaşanıyor. Parodi
izler gibiyiz. Mizahçıların elinden ekmeğini alacak tonlarda, şaka
gibi bir grup konuşması yaptı Erdoğan bu hafta. Özgür Özel’e saygı
gösterir gibi yaparak “siyasi çırak” muamelesi çekmesi ve üstelik
bunu da “kanun, nizam, hukuk, adalet öğretme” edasında yapınca…
Allah’ın bildiğini kuldan saklamayayım, bu sözleri duyunca
kahkahayı bastım. Tabii ki Erdoğan’ın bu sözlerle hedeflediği şey
yüzümüzü güldürmek değil CHP’nin içini karıştırmak, varsa Özel
karşıtlarını beslemek olmalı.
Bir gülme krizi de Türkiyelileşme bahsinde tuttu. Türkiyelileşme
politikasının mimarları olan HDP Eş Genel Başkanları Figen
Yüksekdağ ve Selahattin Demirtaş siyasi tutsak olarak içeride. On
yıl sonra Erdoğan’ın metin yazarları Türkiyelileşme politikasının
önemini kavramış ama… Neyse bu konuda da en iyi cevabı, Ceren Bayar
söyleşisinde yine DEM Grup
Başkanvekili Koçyiğit vermiş, okunmasını öneririm. Türkiyelileşme
politikası çoktan gerçekleşti ve hak ettiği şekilde karşılık buldu.
Somut göstergesi de yerel seçimlerde kent uzlaşısının hayata
geçirilmesi ve başarıya ulaşmasıydı. Bu başarı, bu uzlaşı yani
geniş anlamıyla Kürt siyasetinin Türkiyelileşmesi bir kez daha
cezalandırılmak isteniyor, Esenyurt Belediye Başkanı Prof. Dr.
Ahmet Özer’in şahsında. En kısa zamanda tutukluluk halinin
sonlanması ve atanan kayyımın gönderilip halkın oylarıyla seçildiği
makama iade edilmesi gerekir, tabii eğer Özel’e hatırlatılan hukuk
ve adaletten bir parça nasibi varsa iktidarın. Türkiye’nin en büyük
ilçesi Esenyurt’a kayyım atanması, Esenyurt’ta nasıl bir rantsal
bölüşüm hesabı olduğunu da düşündürmeli herkese. Yıllardır şiddet,
mafyatik hesaplaşma, çetelerin çatışması gibi başlıklı haberlerin
ilk sırasında anılan Esenyurt, yedi aylık başkanıyla bu hale
gelmemişti. Ancak AKP’li aday seçilemeyince kent uzlaşısına kayyım
atanınca ister istemez belediye sınırları içinde süren şiddetin,
elden kaçırılan bir rantı mı vardı, sorusu takılıyor akıllara.
Ve bütün bunlar bir aydır tartışılan “çözüm mü barış mı, kuş mu
deve mi?” meselesini başka bir boyuta evrilmek zorunda bırakıyor
kanımca. Başka bir boyuta yani akıllara gelen ilk ihtimallere
yoğunlaşarak konuşmak gerekiyor. Tokalaşma adımıyla DEM Parti
muhatap alınmak istenmiş olabilir. Arka kapı diplomasisi ile iki
tarafın beklentileri arasında siyasi uzlaşma sağlanamayınca yine
Bahçeli sözcü tayin edilerek Öcalan kartı açılarak PKK, kayıtsız
şartsız teslim alınmak istendi gibi. O da tutmayınca Erdoğan’ın son
grup konuşması gösteriyor ki muhatapsız bir müzakereye
niyetlenilmekte. Şahsım, şahsıyla müzakere ederek. “Bu ülkede
Kürtlerin bir temsilciye ihtiyacı varsa o da ancak iktidarın başı
olur” politikasına evrilmiş gibi görünüyoruz. En azından “tek
muhatap Kürt halkı” ifadesini böyle meal
ediyorum.
İktidarın toplumsal barışı yıllar önce teröre rehin vermesi gibi
bugün de şahsi-partizan çıkarlarına kurban ederek ve muhalefet
partilerinin aralarındaki ilişkiyi hem kendi içlerinde hem de kent
uzlaşısı gibi somut politikalar üretmelerini önleyecek şekilde
dumura uğratarak, ülkeyi muhalefetsiz bırakma emelini görmek ve
boşa çıkarmak zorundayız. Yine de toplumsal barışa olan ihtiyacımız
gün gibi ortada. Tekrar tekrar deneyerek barışa ulaşma çabamız her
şeye rağmen sürmeli. Çatışma çözüm yöntemlerinden birisi de barışı
teröre rehin bırakmak yerine terörle hukuk ve adalet çerçevesinde
yani yasa dışı yollara sapmadan mücadele ederken siyasi alanda da
demokratik eşit yurttaşlık ekseninde, insan haklarına dayalı, temel
hak ve özgürlükleri güvence altına alan, hukuki ve siyasi altyapısı
oluşturulmuş, sağlam zemine oturtulmuş bir barış süreci umudumuz
baki. Perşembe günü Esenyurt Meydanı'nda CHP tarafından
düzenlenen protestoya DEM Parti ve diğer partilerden kayyım
atanması karşıtı destek gelmiş olması demokratik barış umudumuzu
diri tutmayı kolaylaştırdı.