Şimdi bu radikal saçmalığın tamamen aynısını ve artık kenti yıkmak zorunluluğumuz da olmasına rağmen, kent iktidarına tabii, ’sosyal mesafe’ batıl inancıyla yaşamaya çalışıp, yaşlıları ve çocukları zaten dışlayan, kadınları yok sayan bir erkek tezahürü kenti hâlâ yıkmak istememek fiilen tarumar olmuş kapitalizm söylencesinden hâlâ kurtulamamaktan başka nedir ki?
Zaten söylüyorduk: “Yıkmalı bu kentleri!” Ve ironi de değildi bu ileri sürdüğümüz. Fakat gücümüz yetmediği için –henüz- ‘Kent Reformu’ öneriyorduk. Yani bütün kent topraklarının kamulaştırılmasını, evsizlere ve kadınlara –dünyada en çok ‘ev’ leri olmayanlara yani- dağıtılarak ‘Toplumsallaştırılmasını-Kadınsallaştırılmasını’ öneriyorduk.
-Çok radikal geliyor sanırım size bu kent topraklarının kamulaştırılması fikri ama 1970 lerde TMMOB’nin önerisiydi bu. Niye vazgeçti bilmiyorum çünkü hâlâ en mantıklı öneri bu ve hele Korona’dan sonra.-
Bizim için ise bunun nedeni, özellikle neoliberalizm ile kentin doğrudan ‘iktidarın kendisi’ halini alması ve onu yıkmadan ‘eşit, özgür ve feminist bir dünya’ inşa edilemeyecek olmasıydı öncelikle. Şunu da ekliyorduk bu sadece bir ‘ütopya’, güzel ve harika bir dünya arzusu da değil, dünyadaki ekolojik krizin bir zorunluluk hali.
Sevseniz de, sevmeseniz de dünyada başka türlü yaşama şansımız olmayacak…
Bir de bütün bunların üstüne ‘Korona’ geldi. Tepedekiler sanki bize yaşayacak yer bırakmışlar gibi, şimdi her yerde, birer metre -eh tabii ki düzen ve intizam içinde- mesafe ile yaşamamızı öneriyor ki bazılarına göre 4 metreye kadar çıkıyor bu. Hele hele bizi olabilecek en konsantre halde, üst üste ve yan yana istifledikleri neoliberal metropollerde, gel sen dur bakalım mesafeli-seviyeli de bir aşk-olsun…
O zaman başa dönüyorum: Kentleri öldürmeliyiz başka çare yok!
Ve şu bir kez daha anlaşılıyor ki gecekondular, -bahçeleri ve dut ağaçları olandan bahsediyorum, üstüne henüz demir filizi bırakılmamış olanları ayrıca öyle bile olsa- hele Korona zamanlarında, mesela akıllı bina gökdelenlerden daha sağlıklı. Her şeyi bir kenara bırakın bir metre arayla asansörde durun görelim. Kim kime bulaştıracak endişesi bile yeterince gerilimli hal. Bir asansör safarisi heyecanı.
-Bu gökdelenlerin hepsini yıkıp dutluk yapacağız ve ‘Bak bu dutluklar hep gökdelendi’ diyeceğiz.-
Beni hala radikal, anarşist, komünist falan bulanlara söylemeliyim ki ABD’deki zenginler hemen kent dışına, bağımsız küçük yerleşim yerlerine kaçtılar. Korona az da olsa virüssel bir eşitlik ilkesiyle, bazılarını tehdit ettiğinde, batan gökdelenleri önce fareler terk etti.
“Kapitalizmi ayakta tutan yalanları, radikal saçma söylence gücüdür. Bunlardan biri, dünyanın en yoksul mahalleleri arasında sayılabilecek Peru, Lima sokaklarında çok çarpıcı olarak görülüyordu. Bir yanda sadece kartonlardan, koli kutularından, eğer bulunabilmişse teneke parçalarından, çalınabilmişse reklam panolarından ve mutlaka insan soluklarından, ip ve tel parçaları, çöpten ayıklanmış plastik çatal, kaşıklarla, birbirlerine tutturulmuş, çakılmış, üst üste dayanmış evler (!) vardı. Hemen yanı başında ise bir arkeolojik kazı yapılıyordu. Bu kentin altından İnkaların binlerce yıl önceki yapıları çıkıyordu. Tekrar etmeli ki binlerce yıl sonra, üstünü örten topraktan sıyrılan, kerpiçten inşa edilmiş bu yapılar hala sağlamdı. İnkaların becerikli elleriyle ve özenle inşa ettikleri kerpiç, toprak yapılar bizim şaşkın bakışlarımıza sergilenmek için çıkartılırken, İnkaların torunlarının yaşadıkları yerlerin dehşetli yoksulluğu, radikal bir saçmalıktan başka hangi kelimelerle ifade edilebilir. Aynı toprağın üstünde, radikal inşaat tekellerine ihtiyaç duyulmadan, binlerce yıl önce olduğu gibi, bölgenin en sağlıklı evleri inşa edilebilme köklü ve basit çözümü varken, bazıları bu kazı yeri manzaralı, mukavva mahallerinin var olması, gözümüzü kör eden kapitalizm söylencesinden başka ne olabilir?”*
Şimdi bu radikal saçmalığın tamamen aynısını ve artık kenti yıkmak zorunluluğumuz da olmasına rağmen, kent iktidarına tabii, ’sosyal mesafe’ batıl inancıyla yaşamaya çalışıp, yaşlıları ve çocukları zaten dışlayan, kadınları yok sayan bir erkek tezahürü kenti hâlâ yıkmak istememek fiilen tarumar olmuş kapitalizm söylencesinden hâlâ kurtulamamaktan başka nedir ki?
Daha kaç musibete ihtiyacımız olacak bakalım…
PS: Bir Önceki yazıda, ‘Ne yapsak’ diye önerdiğimiz ‘Toprak Sandığı’ na topraklarını sağlıklı bir gıda ağıyla birlikte işlemesini sağlamak isteyen toprak sahipleri koymaya başladılar. Patronlara değil kendi sofraları için çalışmak isteyen arkadaşlar da bana yazmaya başladı. Bir şeyler yapabileceğiz sanırım… Hep birlikte…
*Kent Reformu ve Yeni Gecekondu Hareketi- Metin Yeğin-Merve Tuba Tanok… Notabene yayınları-2014