Kentlerin kaderi toz bulutunun ardında
Geçtiğimiz bütün kentler önce depremin, sonra da enkaz kaldırma faaliyetlerinin ortaya çıkardığı toz bulutu altındaydı. Birçok şey bu toz bulutunun altında görünmez kılınmak isteniyor.
Şenay Aydemir
ANTEP - Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum’un, Gaziantep'in Nurdağı ilçesi ziyaretinde kalıcı konutlar için 10 ilde yeni yaşam alanlarının belirlendiğini açıkladığı saatlerde, ilk günlerde depremin merkez üssü olarak açıklanan Pazarcık’taki çadır kentte bir jeoloji mühendisi bunun neden mümkün olamayacağını anlatıyordu aralarında benim de olduğum bir grup gazeteciye.
Pazarcık’taki sohbete geçmeden önce, bakanın ziyaretinden bir gün sonra bir grup gazeteci Nurdağı’nın içinden geçtik. Öylece bırakılmış bir yerleşim birimi izlenimi veriyordu. Ama asıl dehşet verici olan, çoğu iki katlı binaların neredeyse tamamının yıkılmış olmasıydı. Çünkü bu küçük kasaba fay hattının tam üzerinde kurulmuş. Ama öyle yakınlık anlamında “üzerinde” değil, gerçek anlamda üzerinde! Sayın bakan hangi etüt çalışmasına dayanarak yeni yaşam alanların belirlendiğini açıklar belki kamuoyuna. Çünkü Nurdağı’nı geçip Pazarcık’a geldiğimizde KESK’in (Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu) çadırlarının orada sohbet ettiğimiz bir jeoloji mühendisi, meslektaşlarının halihazırda sahada olduğunu, henüz çalışmalarını tamamlamadığını, depremin yarattığı etkinin, arazide ortaya çıkan sonuçların, toprakta oluşan değişimin gün yüzüne çıkmadığını anlatıyordu. Ama belli ki emir büyük yerden ve o temel atma töreni şovunun bir an önce yapılması isteniyor. Ama belki çok kısa süre sonra, belki on yıllar sonra ortaya çıkacak yeni felaketlerin de temelleri atılacak bir kez daha.
Yukarıda da belirttiğim gibi, bir grup gazeteci depremden etkilenen kentleri dolaşıyoruz 4-5 gündür. Adana, İskenderun, Antakya, Maraş, Pazarcık hattı üzerinden küçük yerleşim yerlerinde de durup sohbetler ederek bu yazının kaleme alındığı Antep’e geldik. Buradan da Adıyaman ve Malatya’ya geçmeyi planlıyoruz. Birbirinden farklı kentlerdeki duruma dair birkaç kelam etmek gerekiyor. Deprem felaketini yakından takip edenler, tek tek hangi kentte neler olup bittiğini biliyor ama bu kadar çok yeri üst üste dolaşınca karşılaştırma fırsatı da doğuyor maalesef.
YIKIMIN EN BÜYÜK OLDUĞU İKİ YER
Öncelikle, şimdiye kadar gördüğümüz kentler içerisinde yıkımın en büyük olduğu iki yer Antakya ve Maraş’tı. Maraş çok büyük olduğu için kentin kimi yerlerinde depremin yıkıcı etkisi fazla hissedilmiyor ama bazı mahallelerde neredeyse bütün evler yıkılmış ya da kullanılamaz halde. Antakya ise daha küçük bir yerleşim olduğu için bütün kent ağır yaralı görünüyor. Kentte hasar almayan ev yok denecek kadar az. Bu iki kente dair bir karşılaştırma daha yapacak olursak, Antakya’daki güvenlik gücü yoğunluğunu söylemek gerek. Kente deprem sonrası yağma olayları gerçekleşti. Alınan önlemlerin önemli bir kısmı buna dair gibi görünse de gönüllüler kadar güvenlik gücünün kente yığılmış olması, ilerleyen günler için kente yönelik kimi uygulamalara hazırlık olarak yorumlanıyor oradakiler tarafından. Maraş’ta ise dolaştığımız yıkım bölgelerindeki güvenlik önlemlerinin dikkat çekici olmadığını kaydetmek gerek.
İskenderun, bu iki kentle karşılaştırıldığında yaralarını daha hızlı saracak gibi görünüyor. Orada konuşma fırsatı bulduğumuz insanlar bunda yıkımın etkisinin görece az olmasının yanı sıra sanayi ve liman kenti olmasının etkisi olacağını söylüyorlar. Pazarcık’ta da ciddi bir yıkım söz konusu. Kenttin büyük kısmının boşaldığı söyleniyor. Bunun nedenlerinden birisi deprem. Diğeri ise, kentteki evlerin hatırı sayılır bir kısmının yurt dışında yaşayan insanlara ait olması ve bu mevsimde kimsenin yaşamaması. Bu durumun can kaybını azalttığını düşünenler çok.
BANYO VE TUVALET SORUNU ÇÖZÜLMEYİ BEKLİYOR
Depremin ikinci haftası dolmasına rağmen gittiğimiz bu kentlerin hemen tamamında barınma sorunun çözüldüğünü söylemek zor. Çadır kentler kurulmaya başlanmış ama hem ihtiyacı karşılamıyor hem de çoğunun altyapısı yetersiz. Örneğin Pazarcık’ta AFAD tarafından kurulan 900 kişilik bir çatır kentte 9 tuvalet ve bir banyonun olduğu söylendi ki şanslı sayılabilirler. Çünkü Narlı’da deprem çadırı var, kurulmuş ama tuvalet yok. Aradan iki hafta geçmiş olmasına rağmen banyo ve tuvalet sorunu çözülmeyi bekliyor. Bu istisnasız bütün kentler için geçerli. Antakya hariç çünkü orada arama kurtarma çalışmalarında olduğu gibi her şey biraz daha geriden geliyor. Bütün kentlere dair söyleyebileceğimiz diğer ortak nokta ise hummalı bir enkaz kaldırma faaliyetinin yürütülüyor olması. Belli ki felaketin kanıtlarını bir an önce gözler önünden kaldırmak, onlarca yıldır süren ihmalin sonuçlarıyla yüzleşme zorunluluğundan kurtulmak isteniyor.
Gittiğimiz kentlerde, daha ilk günden itibaren orada olan, zaten oralı olup hemen harekete geçen kurumlarla da temas ettik. Sendikalar, kitle örgütleri, sivil toplum kuruluşları, dernekler, sosyalist partilerin deprem bölgesindeki faaliyetleri hakkında bilgi almak, şu anki durumu öğrenmek istedik. Sondan başlayalım. Özellikle gelen yardımlara el konulması, AFAD ile bu kurumlar arasında ciddi bir krize neden oluyor. Hatta AFAD, doğrudan bir merkeze gönderilen yardımlara da el koymaya başlamış. Örneğin, yurtdışından bölgedeki bir cemevine gönderilen yardım malzemelerinde sınırda el konulmuş ve başka bölgelere gönderilmiş. Depremin ilk günlerinde hızlıca organize olan ve yardım toplayıp düzenli bir şekilde ihtiyacı olan kurumların depolarına el konulmuş, oradaki işleyiş bozulduğu için de mağduriyetler ortaya çıkmış.
DEPREM, SİYASETİN MÜCADELE ALANINA DÖNÜŞTÜ
Konuştuğumuz kurumların temsilcilerinin ortak görüşü, devlet dışındaki örgütlü güçlerin deprem bölgesindeki varlığa ve etkisine son vermeye dair bilinçli bir hamle olduğu bu durumun. Cemevinden sendikalara kadar hemen her kurumun temsilcisi, kendilerinin varlığının devletin yokluğunu insanlara gösterdiğini, bunun da iktidarda ciddi bir sıkıntı yarattığını ifade ediyor. Ama deprem alanlarını bir noktada bırakmak gerekecek belli ki. Hatta bunun için zorlanacaklarını düşünüyorlar. Ve iktidar, kendisi ya da icazet verdiği kurumlar dışında kimsenin bu alana girmesini istemiyor. Herkesin ortak fikri, yaşananların bölgede ve toplumda çok büyü politik, ekonomik, kültürel sonuçlarının olacağı şeklinde. Yani deprem, şimdiden siyasetin mücadele alanına dönüşmüş durumda.
Burada ortak görüş de şu: Deprem alanlarında olup bitenleri, depremin ülkenin yaşadığı en büyük en büyük felakete dönüşmesinin nedenlerini, bunun siyasi sorumlularını ısrarla hatırlatacak; bir sonraki büyük depremlere hazırlığı hızlandıracak, bir öncekinin hesabını soracak bir toplumsal hareket yaratmayı başarmak gerek.
Katılmamak mümkün değil. Geçtiğimiz bütün kentler önce depremin, sonra da enkaz kaldırma faaliyetlerinin ortaya çıkardığı toz bulutu altındaydı. Birçok şey bu toz bulutunun altında görünmez kılınmak isteniyor. Enkazın içinden cesetler bulunmadan önce demir ayrıştırılıyor. Depremin yıktığı kentlerin kaderi, bu toz bulutunun dağıtılıp dağıtılmayacağına bağlı gibi biraz da!