Kent ve şehir arasındaki fark. Biri Türkçe. Fark var gibi
geliyorsa, yaşadığınız yere karşı hissettiklerinizle ilgilidir.
İnsan çok sevdiği bir yere kent diyemezmiş, derse ayıp eder, oranın
kalbini kırarmış gibi geliyor. Çok mesafeli bir sözcük. Diğerinin
sesi samimi geliyor insana. Kent bilimsel eserlerde kullanılırmış
da şehir daha edebi gibi. Ankara örneğin, İstanbul’da yaşayan biri
için kenttir. Hatta kent bile değil diye düşünürler ya, neyse.
Kentsel dönüşüm uygun bir sıfat bana kalırsa. ‘Şehirsel’
olmazdı. Şehir direnirdi dönüştürmek isteyene. Kent direnmiyor.
Belki de şehir şehir olduğunu unuttu da kente mi dönüştü? Kim
bilir. Kentsel dönüşüm, içinde yaşayandan bağımsız mı? Yani ev
bark, sokak, çeşme, çatı, ağaç, kiremit, berber levhası dönüşürken;
ev barkta yaşayan, sokaktan geçen, çeşmeden su içen, çatının
altında barınan, ağaç gölgesinden nasiplenen, kelleyi berbere
emanet eden aynı mı kalır? Mümkün mü böyle bir şey? Değil tabii,
olur mu? Mekân değişir kaçınılmaz olarak dünyanın her yerinde.
Beton, çelik ve camın olmadığı üç kişilik bir dünya ile beton çelik
ve camın olduğu üç milyonluk dünya aynı olmayacak, olamaz. Mecburi
değişikliğe karşı çıkmanın pek anlamı, değeri yok.
Kentsel dönüşüm, kapitalizmin bir tip büyüme modelinin
hizmetinde. Yalnızca bina sağlamlaştırma değil, yıkıp daha
yükseğini, en yükseğini, daha da dikeyini, üçgenini, yelken
şeklinde olanını, açılmayan camların en bol camlısını yapmak.
Yüksek, en yüksek, daha yüksek bir yerlerde oturmak için. Oysa
binalar yükseldikçe, yol ile bağı zayıflamaz mı? Türklerin 21.
yüzyıla en önemli katkısı, mirası Ali Ağaoğlu denilen adam. Ne
tuhaf. Üç dört asır sonra birileri toprağı kazarken üzerinde
Ağaoğlu yazan tabelalar çıkacak bir yerlerden. Ne olduğunu anlamaya
çalışacaklar belki de. Ataşehir civarında yerleşmiş yeni yetme bir
feodal bey filan mıydı ki?
Şimdilerde doğup büyüdüğüm muhitte de aynı hummalı yapı
faaliyeti var. Şantiye. Beton mikseri. İşçiler. Toz toprak. İş
kamyonları. Bizim mahalleler de kentsel dönüşüyor. İnsanıyla
birlikte. Gaziosmanpaşa ilçesi merkezi, Taşlıtarla’nın adını ilk
kez Vedat Türkali’nin romanında okuyunca şaşırmıştım. Rami Kışlası,
Yenimahalle, Havuzbaşı, Eyüp semt ve mahalleleri. Eyüp’ün yeri
ayrı, çok güzeldi ve bana kalırsa tüm hoyratlığa karşın hala güzel.
İki katlı evler. Hadi bilemedin üç katlı. Ahşap ev de çoktu.
Bahçeleri olan ahşap evler. Dut ağaçları. Bizim evin yanı
gecekonduydu. Gecekondu övgüsü yapanlardan hazzetmiyorum ama.
Kendisi ikinci kat ıslak zemin kalebodurda oturup romantik
gecekondu övgüsü yapanlardan. Şu ‘ıslak zemin kalebodur’ bir
aşamadır aslında. ‘Hilton lavabo’ ile ‘özel güvenlikli site’
arasındaki bir uğrak. Sırayla izledi bunlar birbirlerini. Her
neyse…
Yanımız gecekonduydu. Arkamızda da vardı. 1960’larda
kalabalıklaşmaya başlayan bir muhitti anlaşılan. Doğu’dan
bizimkiler geldi. Sonra diğerleri. Boşnaklar zaten oradaydı ve
onlar da gelmeyi sürdürdü. İşin matrak tarafı, ilk gelen
Doğulular’ın bir kısmının, sonra gelenlerden hazzetmeyişiydi.
Derler ya, ‘Anan soğan baban sarımsak, sen nereden çıktın gülbe
şekeri.’ İnsanın insana yaptığı işte…
Hatırlıyorum, yıllarca bizim evin terasından o gecekondunun
bahçesine hiçbir şey düşmesin diye uyarıldık. Tek bir şey. Düşmedi
de. Komşuluk hatırı ve saygıdan. Yanlışlıkla bir şey düşürürsen
bile kendilerini kötü hissedebilirlerdi çünkü. Yıllar sonra o
gecekondu müteahhite verildi, altı katlı bina yapıldı ve komşu,
bizim terasa çöp atmaya başladı! İlk kentsel dönüşüm deneyimi buydu
benim için. Tepemize kentsel çöp atılmaya başlandı, kentsel
münasebetsizler tarafından…
Taşlıtarla ile Havuzbaşı arasında yaklaşık yedi yüz bilemedin
sekiz yüz metre. Çirkin semtler aslında ama arada güzel bir iki
bina çıkardı karşınıza. Berbat bir kaldırım vardı orta yerde. O
berbat kaldırıma rahmetli babam ile ‘fabrikatör’ Bekir Amca ağaç
diktiler. Daha doğrusu belediye o kaldırıma ağaç serpiştirdi ve
bizimkiler büyüttü. Kentsel dönüşmemiş insanların, her sabah o
kaldırımdaki ağaçları kovalarla su taşıyıp beslediklerini
hatırlıyorum. Tabii daha o yıllarda Hollanda lalesi filan
bilmiyoruz, henüz ihale konusu olmamış çiçek böcek. Her sıcak
günde, mahallesine dikilmiş ağacın kıymetini bilerek suladılar
ağaçları. Bugün orada bir yeşilin gölgesi varsa eğer onlara borçlu
bütün yürüyenler. Bilmiyorlar ama kentsel dönüşmüş insanlar.
Nereden bilecekler. Bu hikâyeleri anlatacak insanlar ya yok artık
ya da onlar da kentsel dönüştü...
Hemen yukarıda Taşlıtarla dükkânları, esnafı. Tek ya da iki
katlı binalarda. Güzel beyaz bir Kızılay binası vardı. Hemen
yanında fırın. Yıldıztabya yönüne giden yol uzun ince ve Arnavut
kaldırımı. Yol boyu ağaçlar. O yönde hemen sol tarafta Sarıgöl
mahallesi. O zamanlar suç mahalli filan değildi, Romanlar
yaşıyordu. Tabii biz onlara çingene diyorduk. Sonradan öğrendim
başka bir adlarının olduğunu. İkindi vakti evlerinin önünde darbuka
çalıp göbek atan kadın çoluk çocuk. Sabah olunca kâğıtları da onlar
topluyordu. Şimdi yürüyorum, hiç biri yok. Çekirge sürüsü gelip
yıkmış gibi her şeyi. Parke taş yolun sol tarafında bir fotoğrafçı
vardı örneğin. Dayımla birlikte, o güzel arabanın tamponuna yapışıp
poz verdiğim. Hiç biri yok. İnsana, anılarını iyi kötü taze tutma
şansı tanımayan bir hoyratlık bu. Kimin aklına gelirdi, Alibeyköy
deresine, Pazariçi’nden giden yollara yüksek binalar, özel
güvenlikli siteler yapılacağı.
Mutlu mu kentsel dönüşen bu insanlar şimdi? Belki de,
bilemiyorum. Başka bir şey görmeyince karşılaştıracak ya da
anımsadıkları her ne varsa zaten üç beş yıllık bir geçmişe
hapsolduysa, olabilirler. Ama şu bile can yakıcı değil mi?
Mahallelerini veren insanların bir kısmı ‘orada oturmamak kaydıyla’
para pul sahibi oluyorlar. Anlayacağınız o meblağı ödeyenler, kapı
önünde ayakkabı çıkaranları görmek, onlarla karşılaşmak istemiyor.
Ne aşağılayıcı bir şey. Ama diyorsunuz ki, ‘zenginlik.’ O da doğru.
Adam zaten küçük görülüyordu, hiç olmazsa cebinde parasıyla küçük
görülsün!
Çirkin semtimizde, yüzüne bakılacak üç beş güzel bina vardı hiç
olmazsa ve bir de yokuş. Taşlıtarla’dan Eyüp’e inen o yokuşun sol
yanında devasa bir şeyler yapıyorlar şimdi. Ortalık toz toprak. O
sırttaki gecekonduları kentsel dönüştürüyorlar. İnşaatın önündeki
fotoğrafa baktım; okul, ev, cami ve AVM görünüyor. Bildiğiniz
‘mahalle’ yani. Ama gıcır gıcır bir mahalle. Evler akıllı mı
anlayamadım henüz. Biliyorsunuz şimdi akıllı evler moda. Ne
olduğunu bilmiyorum, yani bir binaya neden akıllı denildiğini. Ve
‘kültürlü ev’ reklamı çıkana dek ilgilenmeyeceğim. İnat değil mi!
Anlayacağınız Eyüp sırtları da kentsel dönüşüyor. İnşaata ‘evet’
pankartları asmayı ihmal etmemişler bu arada. Ne olur ne olmaz,
imarda bir sorun filan çıkarsa kolay çözülsün!
Merkezinde bir cami var Taşlıtarla’nın. Çok severim. Küçük
sayılır. Taşları çok estetiktir. Ne yazık ki onun da kubbesini sıva
yapmışlar, kentleri dönüşemeyesiciler. Altı kaval üstü şeşhane
şimdi güzelim caminin. 1970’lerin sonu, Aytekin Kotil Belediye
Başkanı o sırada. Temel atmaya geldi. Babamla caminin temel
törenini seyretmeye gitmiştik. Malum, bizim millet inşaat çukuru
seyretmeyi sever. Babam bir de tam parkın ortasındaki tevazu sahibi
Atatürk heykeli önündeki mitinglere götürürdü beni. Demirel’in
şapkasını bilekten sallayışını hiç unutmuyorum...
Şu köfte meselesini merak edebilirsiniz. Semtin
alametifarikalarından biri Et ve Balık Kurumu’ydu. Bu kurum hala
var ama artık işlevi farklı. Taşlıtarla’nın en fiyakalı yerindeydi.
Şimdi gençlere hiçbir şey ifade etmeyecek. O zaman et almak için
iki seçenek vardı. Kasaplar ve Et Balık. Tabii Et Balık daha
güvenli vesaire ama asıl mesele, kasap biraz pahalı! Ablamlarla,
vardiyalı olarak et/kıyma kuyruğuna giriyorduk. Taşlıtarla’da ve
Mısır Çarşısı’nda. Tanıdıklarına torpil yaptıkları için kısa sürede
bitiyordu ürünler. Sabah namazı sonrası babam, sonra ablam gider,
saat dokuz gibi ben. Hoşuma giderdi ama. Çok uzun bir kuyruk,
komşular filan fıstık...
Çocukluğun önemli bir aşaması ve canlı hatırası, kıyma
kuyrukları. Kentsel dönüşmemiş mahallenin organik komşularıyla
birlikte. Çocukluk tabii, zannediyorum ki köfte ya da karnıyarık
yemek için önce o kuyruğa girmek gerekiyor. Çok sonra fark ettim,
meğer o yıllarda bizim mahalle yoksulmuş...