IKB Başkanı Mesut Barzani, 2010 Mart ayında Erbil’de başkonsolosluğumuz açılmadan önceki son Ankara ziyaretini 2002’de yaptığında, dönemin Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Osman Korutürk öğle yemeğinde konuk Barzani’yi “Kerkük’ü size kimse yedirmez” diyerek uyarmıştı.
Benim de taraftarı ve kongre üyesi olduğum Galatasaray malum, ezeli rakibi ve ebedi dostu Fenerbahçe’yi 1999’dan bu yana Kadıköy’de yenemiyor. 22 Nisan 1996’da oynanan Türkiye Kupası finalini ise her nasılsa kazanan Galatasaray’ın hocası Graeme Souness’in maç bittikten sonra sahanın ortasına bayrak dikmesi dramatik etki yaratmıştı. O zamanlar henüz saçları kırlaşmamış sadık hizmetkarınız bu doğaçlama eylemden pek heyecanlanırken, aksaçlı kulüp büyüklerimiz bu “münasebetsizliği” hiç tasvip etmemişti. Zaten Souness da, “Ulubatlı” namını alsa da, o tek sezonun sonunda gönderilmişti.
Kısa ömürlü Mahabad Cumhuriyeti, II. Dünya Savaşı sürerken 1941’de İran’ın kuzeyini Sovyet Rusya’nın, güneyini Britanya’nın işgal etmiş olmasından da yararlanarak, İran Kürdistanı’nın bir bölümünde 1946 Ocak ayında ilan edildi. Güç dengeleri değişip, Sovyet desteği çekildiğinde, eşzamanlı Güney Azerbaycan da ortadan kaybolunca, Mahabad Cumhuriyeti ilan edildiği yılın Aralık ayında yıkıldı. Cumhuriyetin kurucusu Gazi Muhammed, İran hükümeti tarafından 1947 Mart ayında asıldı. Ancak Gazi Muhammed kendi kurduğu cumhuriyeti terk etmeyi reddederken, Mahabad’ın bayrağını ona Irak Kürdistanı’ndan yardıma gelip, bir nevi Genelkurmay Başkanlığı’nı üstlenen Molla Mustafa Barzani’ye özenle emanet etmişti. Merhum Molla Mustafa’nın teslim aldığı bayrağı göğsünde sakladığı rivayet olunur.
İşte o bayrağın bu defa Irak Kürdistanı’nda yeniden göndere çekilme sırası, ABD’nin Türkiye’deki üslerden 1992-2003 yılları arasında yürüttüğü 36. Paralelin kuzeyinde Uçuşa Yasak Bölge uygulamasının başlamasıyla geldi. Eğer fiili veya tarihsel durumu değil hukuksal aşamayı öncelersek de 2003’teki ABD askeri harekatıyla Saddam’ın devrilmesinin ardından, 2005’te yapılan referandumla yeni Irak anayasasının kabul edilmesiyle. O anayasanın geçici 140. Maddesi Kerkük’ün kaderini belirli bir siyasi süreç sonunda bilahare kararlaştırılmak üzere kasten müphem bırakıyordu.
2005’te yeni anayasanın kabul edilmesiyle Irak Kürdistanı federe bölge statüsü kazandı. Bölge 2003’teki fiili sınırları itibarıyla, bizde hatta Dışişleri’nde bile sanıldığı veya inanılmak istenildiği gibi Dohuk, Erbil ve Süleymaniye vilayetlerini kapsamıyordu. IKB’nin içinde eski Irak vilayet sınırlarıyla tam olarak bulunan tek il Dohuk’tu. Erbil ve Süleymaniye’nin bazı bölümleri dışarıda, Musul, Kerkük ve Diyala’nın ise bazı bölümleri içeride kalmıştı. Gerçekten, ABD askeri harekatının hemen ardından Musul ve Kerkük kent merkezlerine giren KDP ve KYB peşmerge güçlerini, o dönemki gergin ilişkilere rağmen yine ABD, Türkiye’nin hassasiyetini gözeterek yeniden dışarı çıkarmıştı.
1997-2002 yılları arasında dönüşümcü bir Dışişleri Bakanı profili çizen merhum İsmail Cem bir keresinde kendine özgü lezzetli üslubuyla 1926 Ankara Anlaşması’na atıfta bulunarak “anılar mazide, Musul ve Kerkük Irak’ta kaldı cancağızım” demişti. IKB Başkanı Mesut Barzani, 2010 Mart ayında Erbil’de başkonsolosluğumuz açılmadan önceki son Ankara ziyaretini 2002’de yaptığında, dönemin Irak Özel Temsilcisi Büyükelçi Osman Korutürk öğle yemeğinde konuk Barzani’yi “Kerkük’ü size kimse yedirmez” diyerek uyarmıştı. Esasen Irak-Türkiye petrol boru hattı, Kerkük-Silopi bölümü 2004’ten itibaren alevlenen Şii-Sünni iç savaşı sırasındaki müteaddit saldırılara uğrayınca devredışı kaldı.
IKB kendi olanaklarıyla Kerkük petrolünün en azından KDP denetimindeki kuzey kubbesi Hurmala’da üretilen hacmini (ve Taktak sahasının üretimini) kendi topraklarından geçen yeni bir boru hattıyla 2014 Mayıs ayından itibaren Silopi’ye pompalamaya başladı. Bu durumu Irak hükümeti Ankara ile Bağdat arasındaki anlaşmanın hükümleri çerçevesinde aynı yıl Paris’teki Uluslararası Ticaret Odası nezdinde tahkime götürdü. Ancak fiiliyatta bu hattan Ceyhan’a taşınarak, küresel pazarlara arz edilen Kerkük petrolü IKB’nin başlıca yaşama kaynağı oldu. 2014 Haziran ayında IŞİD Musul’dan Erbil’e saldırdı. Saldırıyı püskürten Kürtler, zamanla inisiyatifi ele geçirerek Kerkük’ün kent merkezinin tamamını da, bir uçtan diğerine 100 km uzunluğundaki Kerkük petrol sahasının orta ve güney kubbeleri Avane ve Baba Gürgür’le birlikte, IKB’ne kattı.
Tahran Üniversitesi’nde siyasal bilimler profesörü olan Sadegh Zibakalam’ın yere boyalı ABD ve İsrail bayraklarının üzerine basmamak için her sabah mesaiye geldiğinde yaptığı akrobatik hareketler geçen senenin çok okunan haberlerindendi. Diplomatik ve insani zerafeti bir yana, İran rejiminde bu davranış gerçekten cesaret işiydi. Souness’in yaptığı kişisel eylem sonucunda da, biri olmadan diğer olmayacak Galatasaray ve Fenerbahçe’nin dostluğu da rekabeti de bozulmadı. Tabiatıyla, Galatasaray Fenerbahçe’nin stadını fethetmiş filan da olmadı. Ayrıca herhalde Zibakalam’ın eyleminin Souness’tan çok daha fazla yürek istediği ve diplomatik açıdan bakarsak çok daha etkin olduğu herhalde tartışılmaz.
Bu ara, Kerkük kent merkezine yukarıda öyküsünü aktarmaya çalıştığım IKB bayrağının çekilmesi yeniden gündemde. Yeniden, “Kerkük Türk’tür” deniyor. Ama Kerkük komşu Irak’ta, Türkiye’de değil. Erbil’in 80 km güneyinde. Süleymaniye’nin 110 km batısında. Tarih’te Kerkük’ün kaleiçinde (“citadel”), Erbil’de de olduğu gibi Türkmenler (ve azınlıktaki Yahudiler ile Asuriler) mukimdi. Nüfusları mahdut kaldıkça çevre köylere ve kaleiçinin etrafına yayılan kente Kürtler yerleşti. Yahudiler İsrail kurulunca zorunlu olarak oraya göçtü. General Kasım 1959’da darbeyle başa geçtikten sonra KDP’nin de işbirliğiyle Türkmenler Kerkük’te katliama uğradı. Kaleiçini Saddam işbaşına gelince hepten yıkıp boşalttı. Arapları da “tamim” (“millileştirme”) siyaseti kapsamında yine Saddam Kerkük kent merkezine yerleştirdi. Halen de Kerkük vilayetinin IKB dışında kalan Arap yoğun Havice bölgesi IŞİD’in elinde. Kerkük petrolü ise IKB hattı üzerinden Ceyhan’a akmaya devam ediyor.
Bence, Profesör Zibakalam haklı. Fenerbahçe’nin futbol sahası kadar, Irak Kürdistan Bölgesi’nin Mahabad’dan miras bayrağı da, 1959’da Kerkük’te katledilen Türkmenlerin aziz hatıraları da kutsal. Ama uluslararası ilişkilerde ilerlemenin yollarından bir gereği de merhum İsmail Cem’in anımsattığı gibi anıların mazide kalması. Hafızanın diri tutulması ve incelenmesi her ne kadar siyaset bilimci ve tarihçinin göreviyse, ulusal çıkarların soğukkanlı ve akılcı biçimde gözetilmesi diplomatın ödevi. Ve evet, maalesef bugün bile Ortadoğu’da sınırlar kan ve silahların çeliğiyle çiziliyor. Paris’te devam eden uluslararası tahkim süreci ise apayrı bir konu.
Yine bence, ülkemizin ulusal çıkarlarının korunması, sınırlarımız dışındaki Kürtlerle, onlar kendilerini hangi siyasal oluşumlarla temsil ederse etsin ve yakın veya uzak geçmişte aramızda ne yaşanmış olursa olsun, sağlıklı hatta belki karşılıklı bağımlılığa dayalı ilişkiler kurmaktan geçiyor. Aynı bağlamda, özellikle 2013’te IKB ile enerji işbirliğini temellendirmek için kurulan ulusal “Turkish Energy Company” (TEC) üzerinden akılcı adımlar atılarak, gerek Kerkük petrolünün Türkiye’nin çıkarı uyarınca değerlendirilmesi, gerek aynı yıl IKB ile imzalanan doğal gaz anlaşmasının süratle hayata geçirilmesi zorunlu.