Keşanlı Ali Destanı’ndan Dostlar Korosu’na: Bir başka açıdan Genco Erkal

Genco Erkal, yeri doldurulamaz kayıplardan. Son nefesine kadar sahnede olması hepimizin şansı. Kim bilir kaç kuşak onunla büyüdü, onun oyunlarıyla, okuduğu şiirlerle bugüne geldi ve kim bilir kaç kişiye dokundu. Hoşça kalın Genco Bey, büyük usta. İyi ki vardınız, iyi ki bize dokundunuz. Bir gün yeniden karşılaşacağız. O güne dek, emanetiniz bizde.

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Haldun Taner’in ünlü oyunu “Keşanlı Ali Destanı”, sahnelendiği yıl büyük ilgi gördü; ünü bugüne kadar geldi. Bugün, bu oyun için “memleketin en sevilen, bilinen oyunlarından biri” cümlesini kurmak yanlış değil. Taner, bu oyunu, 60’lı yılların başında Ankara’da Dil ve Tarih-Coğrafya Fakültesi’nde “konuk hoca” olarak ders verirken gördüğü, tanıdığı Altındağ’dan esinle yazmış, 1963 yılında her şeyiyle bitirdiğinde İstanbul Operası ve Devlet Tiyatrosu’na önermiş ancak beklediği ilgiyi görmemiş. Bu esnada, yeni kurulan bir tiyatro topluluğu, Gülriz Sururi - Engin Cezzar Tiyatrosu, oyuna talip olmuş. Oyun, 31 Mart 1964’te perdesini açmış, izleyen dönemde 130 kere Türkiye’de, 342 kere Almanya’dan Lübnan’a uzanan ülkelerde oynanmış. Lütfi Ay, 21 Nisan 1964’te Milliyet’te yazdığı yazıda, oyunun yönetmenini ön plana çıkartıyor: “Başta Genco Erkal’ın epik oyun özelliklerini çok iyi değerlendirdiği sahne düzenini, oyunculara ‘tiyatrolaşmak’tan mümkün olduğu kadar kaçınan bir oyun üslubu içinde ensemble olarak vermeyi başardığı ritim ve ifadeyi övmek isterim.”

Genco Erkal’ın psikoloji öğrenciliğinden tiyatroya uzanan yolculuğu daha eski ama sahnede yıldızlaşması yolundaki kırılma noktalarından biri, yönettiği “Keşanlı Ali Destanı”. Sadece yönetmiyor, oyunun kilit rollerinden birini, İzmarit Nuri’yi canlandırıyor. Gülriz Sururi, anılarında oyunun hazırlık sürecini anlatırken Erkal’dan sitayişle söz ediyor: “Genco, ne yaptığını bilen bir yönetici. Onunla çalışmak çok daha arkadaşça oluyor ve gerçekten elindeki oyunu iyi değerlendiriyor.” (“Kıldan İnce Kılıçtan Keskince”, Altın Kitaplar, 1983)

Gülriz Sururi, Taner’in ömrünün ardından “Keşanlı Ali Destanı”nı onun anısına bir kere daha oynamak istiyor ve projeyi İstanbul Şehir Tiyatrosu’na götürüyor ancak “şu an sahneler dolu, ancak gelecek sezona,” cevabını alınca onu bir televizyon dizisine dönüştürmeye karar veriyor ve 1988 yılında çalışmalara başlıyor. Yanında yine Genco Erkal var ve yine iyi anlaşıyorlar: “Genco ilk prodüksiyondaki gibi doğal bir oyun istiyor.” (“Bir An Gelir”, Doğan Kitap, 2003) Arada kimi gerginlikler olsa da dizi (TRT’nin sansürüne rağmen) hızla bitiyor ve büyük ilgi görüyor.

İLK TANIŞMA, SAHNEDE İZLEDİĞİM İLK OYUNLAR

Yazıya “Keşanlı Ali Destanı”yla başladım çünkü yolumun Genco Erkal’la kesiştiği eser bu. TRT ekranlarında diziyi izlerken yıllar sonra yeniden canlandırdığı İzmarit Nuri’ye hayran olmuş, adını aklımın bir köşesine yazmıştım. 16 yaşındayım, üniversiteyi yeni kazanmıştım ve Ankara yollarına düşmek üzereydim. Ankara’da kendimi sanat çevrelerine vurmuşken, Cumhurbaşkanlığı Senfoni Orkestrası konserlerinden tiyatrolara uzanan mekiği kendimce dokurken hep Genco Erkal’ın Dostlar Tiyatrosu’nun turnesini bekledim. 1989 yılında nihayet “Üzbik Baba”yla geldiklerinde salonda heyecanla yerimi aldım merakla izlemeye başladım. Oyun bittiğinde çılgınca alkışlayanlar arasındaydım. O gün sahnede canlı izlediğim Genco Erkal, benim için efsane oyuncular arasına girmişti bile.

Sonra Fehmi Yaşar filmi “Camdan Kalp”te bir kere daha vuruldum ona. Arada Ali Özgentürk’ün yönettiği “At”ta ve bir özel gösteride tesadüfen izlediğim Erden Kıral filmi “Hakkari’de Bir Mevsim”deki performanslarına hayran oldum. Ardından, oyunlar art arda geldi: “Merhaba”, “Aslan Asker Şvayk”, “Sevdalı Bulut”, “Bir Delinin Hatıra Defteri”, “İnsanlarım”, “Bir Takım Azizlikler”, “Simyacı”, “Yosma” ve daha nicesi… Kaç oyunda kaç kez izlediğimi hatırlamıyorum ama her seferinde büyüklüğüne şapka çıkarttığımı biliyorum. Sahnede (Ortaoyuncular’la birlikte) yetişebildiğim bütün oyunlarını izlediğim iki tiyatro topluluğundan biri, Dostlar Tiyatrosu.

Nâzım Hikmet, Aziz Nesin, Can Yücel ve daha nicesini onlarla tanıdım. Bu anlamda, Dostlar Tiyatrosu, benim için “dışarıdan” eğitim aldığım bir okul. Genco Erkal, baş öğretmenim. Ferhan Şensoy, Boris Vian’dan Pierre Henri Cami’ye enteresan Fransız yazarlarını bana tanıtırken Erkal, memleketimin değerlerini ve sonrasında hiçbir zaman vazgeçemeyeceğim Bertolt Brecht’i öğretti. Şensoy’la kesiştikleri nokta Brecht ama iki farklı yolu tercih ettikleri için bir dönem ilgi duyduğum tiyatro alanında da ufkumu açan ustalar bunlar. Şimdi her ikisi de yok ve ben, iki kolum birden kırılmış gibi hissediyorum.

UMUT, DİRENİŞ VE YAŞAMA TUTUNMA ÇABASI

Genco Erkal, tıpkı Ferhan Şensoy gibi, hayatının sonuna kadar sahnede kaldı. Pandemide bile durmadı, evinden evlerimize konuk oldu ve yasak kalktığı anda kendini yine sahneye attı. Brecht’ten Nâzım Hikmet’e uzanan repertuvarıyla her dem karşımızdaydı. Bu anlamda şanslıyız çünkü onu canlı izleme şansına sahip olanlar bir hayli fazla. Benim mesaim uzun, bu yüzden kendimi daha da şanslı hissediyorum.

Ölümün ardından şu cümleyi kurdum: “Zor zamanlarda hep zor isimleri sahneye taşıdı.” Bu önemli çünkü Genco Erkal, biraz da bunlarla var oldu ve sahneye koyduğu oyunlarla sadece bizi eğlendirmedi, ufkumuzu aydınlattı. Üstelik sahiden zor zamanlarda ve yasaklarla başa çıkarak… Oyunlarının, bilhassa ’80’li yıllarda, darbe karanlığında farklı valiliklerce kaç kere yasaklandığını hesaplamak mümkün değil. O direndi ve bu direnişi bugüne kadar sürdürdü. Yakın dönem de dahil olmak üzere farklı zamanlarda hep hâkim karşısına çıktı ve bir kere bile geri adım atmadı. Gençlerin önünü açtı, onlara el verdi, bildiklerini gücü yettiğince herkese öğretti ve deneyimini bıkmadan, usanmadan aktardı. Gezi Direnişi’ne ilk destek verenlerden biriydi. Alandaydı, aramızdaydı ve içinde yer aldığı “Boyun Eğmeyenler”le gücümüze güç, direnişimize umut kattı. Son yıllardaki sahne ortağı Tülay Günal’la bu şarkının “Taksim Gezi Parkı’nda / Devrim göz kırptı orada” dizelerini söylerken yüzündeki gülümseme, gözlerindeki ışık o kadar samimi ki bugün bile en umutsuz anımızda onu hatırlayarak kara bulutları üzerimizden atmak mümkün.

MÜZİKLİ İŞLERDE GENCO ERKAL İMZASI

Kalan Müzik tarafından ’90’lı yılların sonuna doğru yayınlanan bir kaset, Genco Erkal’ın bir başka yönünü keşfetmeme olanak sağladığı için önemli. “Ben Bertolt Brecht” adını taşıyan bu kaset, 1978-79 sezonunda Zeliha Berksoy’la oynadığı (yakın dönemde Tülay Günal’la yeniden sahneye taşıdığı) “Brecht-Kabare”nin kaydı aslında. Kaseti aldığımda bunun plak olarak da yayınlandığı bilmiyordum. Bugün hâlâ peşinde olduğum plaklardan biri. Paragrafın başında “bir başka yön” dediğim, müzikli çalışmalara katkıları. Dostlar Tiyatrosu’ndaki şarkılı oyunlar bir yana. Kimi albümlerde de onu ve sesini duyduk. Tayfun’un 1991 yılında Almanya’da yayımlanan “Eisen, Kohle Und Zucker” başlıklı albümü, Türkiye’de yine Kalan Müzik tarafından “Demir, Kömür ve Şeker / Caz ve Nâzım” adıyla dinleyiciyle buluştuğunda Genco Erkal’a zenginleşmiş, sonradan hepsini kaydedeceği Nâzım Hikmet şiirleri onun sesiyle renklenmiş, canlanmıştı.

Erkal, sadece bu albümde değil, Fazıl Say’ın “Nâzım Oratoryosu”nun kayıtlarında da Nâzım Hikmet şiirlerini okudu. Büyük şair, yıllar sonra sahnede onunla can bulmuştu, sahne yolculuğunu onunla sürdürdü. Sadece bunun için bile hakkı ödenmez. Bugün, bir sürü insan sahnede Nâzım Hikmet şiirleri okuyor ama Genco Erkal onu sahneye taşıdığında neredeyse tek başınaydı ve bu şiirlerin özgürleşmesi adına büyük bir savaş verdi.

'DOSTLAR' BULUŞMASI

Nâzım Hikmet’in yasaklı olduğu dönemde, adı bu kadar rahat anılamazken, şiirleri el altından teksirlere yazılmış nüshalar üzerinde evden eve dolanırken, Ruhi Su, onun bir şiirini bestelemiş, bir 45’lik plak üzerinde dinleyicisiyle buluşturmuştu. O dönemde bunun savaşını tek başına vermiş ama sonrası güzel gelmişti: Şiirleri bestelenmeye, kitapları basılmaya başladı ve Türkçenin belki de en büyük şairi olan Nâzım Hikmet, kendi dilinde okuyucusuyla buluşabildi. Genco Erkal, ’80 sonrasında onu sahneye taşırken ondan yaklaşık yirmi yıl önce Ruhi Su’nun yaptığını yapıyordu. Bu iki isim, yollarını yıllar önce ortak bir paydada birleştirmişti aslında: Dostlar. Ruhi Su tarafından kurulan Dostlar Korosu, adını, çalışmaları için salonlarını kullandığı Dostlar Tiyatrosu’ndan alıyor.

Yazı boyunca sözünü ettiğim buluşmalar elbette tesadüf değil. Doğru insanlar, birbirini buluyor ve aynı yolda yürümeye devam ediyor. Erken dönemde bu insanları tanıdığım için kendi adıma şanslı olduğumu söyleyebiliyorum. Bugün onları hayırla anıyorsam, bundan.

Genco Erkal, yeri doldurulamaz kayıplardan. Son nefesine kadar sahnede olması hepimizin şansı. Kim bilir kaç kuşak onunla büyüdü, onun oyunlarıyla, okuduğu şiirlerle bugüne geldi ve kim bilir kaç kişiye dokundu. Şanslıyız çünkü dokunuşuyla yolumuzu çizdik. Tam da bunun için, ardından yazdığım bu satırları, anısı önünde saygıyla eğilerek bitirmek istiyorum. Laf öyle geldiği için değil, gerçekten eğiliyorum. Büyüktü, beni büyüttü. Artık hayatım boyunca ondan öğrendiklerimi anlatacak, adını hep yaşatacağım.

Hoşça kalın Genco Bey, büyük usta. İyi ki vardınız, iyi ki bize dokundunuz. Bir gün yeniden karşılaşacağız. O güne dek, emanetiniz bizde.

Tüm yazılarını göster