Yılın son günlerine yaklaşıyoruz. Bir süredir, her gelen senenin gideni arattığı bir rutine fazlasıyla alıştık. Fakat "kabus seri"de 2017'nin çok özel bir yeri olacağına hiç kuşku yok. Belki bu yıl, büyük olaylar -ki onda da pek fena sayılmaz- konusunda önceki yılların gerisinde kalmış olabilir ama içinde olduğumuz ve ilerlemekte olduğumuz yakın gelecek hakkındaki önemli gelişmeleri bu yıl idrak ettik. Nisan referandumu ile yasal çerçevesi çizilen "yeni hayat"ın "demo sürümünü" izledik. Siyasette, ekonomide, yargıda, toplumsal hayatta, dış politikada memleketin izleyeceği, maruz kalacağı, sürükleneceği rotanın uygulamalı simülasyonu gibiydi 2017. Bu yıl olup bitenlere verilen reaksiyonlar da, "yeni hayatın" müellifleri için yapılmak istenene gösterilebilecek direncin ve kendi arkasındaki desteğin güvenirliğinin ölçüsü olarak not edildi. Senenin finali, çıkartılan torba KHK'lar ile hayli yüksek bir seviyeden yapıldı. Bütün bunlara rağmen; 2017 belki tehlikeli başlangıç kadar, gecikmiş bir kapanışın da yılı olarak hatırlanacak, kayda girecek. Bugünlerde çokça kullanılan benzetmeyle söylersek; gerçekten "çakılan son çiviler" var, ama sandığa neyin kapatıldığı konusunda erken karar vermemek gerek. Yeni bir yılın arifesinde biraz umut kimseye çok gelmez: Belki, çiviyi çakan aslında sandığın içindedir.
2017'ye Reina katliamıyla girmiştik; yılı bu katliam davasında mahkeme salonunda cihat çağrısı yapan sanıkların tahliyesi ile tamamladık. Yine yılın ilk büyük kaynak sağlayacak Varlık Fonu'nun kuruluşunu, yılın sonunda ise KHK eliyle borçların Varlık Fonu'na yüklenmesi ve denetim dışına taşınan fonların artmasını izledik. "Güçlü Türkiye"nin önünü açacak referandum da, "sıçrama" vadediyordu ama metal yorgunu belediye başkanlarını koltuklarından sıçratmayı anlamamıştı kimse. "Bölgesinin ve dünyanın lideri olacak Türkiye", 2017'de mevcut kavgalarını derinleştirip, yanlarına yenilerini eklerken, ona buna posta koyarak geçirdiği seneyi bütün dünyadan soyutlanmış Sudan'dan ada tedarik ederek bitiriyor. Kendisi ve yandaşları için cezasızlık alanını adım adım genişletenler, ötekiler için yargısız cezalar ve ceza mangaları hazırlıyor. Korkularından karanlığa saklanarak kurtulmaya çalışanlar ışıkları birer birer kapatıyor. Ama bazen gördüklerimiz, gelmekte olana hiç benzemeyebilir. Elbette, olanlara, "bak gördün mü ne yaptı" sınırında bir mahalle şikayetlenmesinden fazla tepki verilebildiğinde.
Yılı kapatırken yaşanan gelişmeler ve onların yeniden yeniden tazelediği ruh hali, hiçbir iyimserliğe yer bırakmıyor. "Yürü git 2017" dedirten bu gelişmeler, kimseyi "gel bakalım 2018" havasına taşımıyor. "Kimseyi" derken, sadece olup bitenden rahatsızlık duyanları, mağdur olanları, ürkenleri değil; yapanları, yaptıranları da kastediyorum. Adalet isteyenler, barış bekleyenler, demokrasi özleyenler yaşadıkları bir kötü yılı daha bitirirken çok kolay umutlu olamıyorlar. Ama keyfilikle, despotlukla, cezasızlıkla, fütursuzlukla adaletin, demokrasinin, barışın zeminini yok etme pahasına durumlarını korumaya çalışanlar da, çok büyük umutlarla girmiyor yeni yıla. Konjonktürel zorlukları, bekleyen yüklü sorunları, gelen sıkıntılı gündemi bir kenara bıraksak bile, bu yılı kapatırken yapılan hamlelere bakınca da bu açıkça görülüyor. Bir sistemin oturtulmasından, yeni bir kurumsallaşmadan veya yeni bir düzen inşasından çok, hemen her alanda "panik odası" önlemleri yürürlükte. Ajandanın, yeni bir siyaset mimarisi, güvenceye alınmış işleyiş gibi başlıkları özgüven, rahatlık ve iyi hesaplanmış adımlarla icra edilmiyor, sadece "yaparsan, yapmış olursun" ilkesine güvenilerek geçici çareler bulunuyor. Son KHK düzenlemeleri ve olası gerekçeleri de biraz böyle. Özellikle 15 Temmuz ile ilgili ceza muafiyetinin "sivillere" yaygınlaştırılması meselesi.
Yeni KHK ile getirilen; bazı suçlara af, bazı kesimlere cezasızlık, hatta "sivil çete" oluşturma yorumlarına imkan veren düzenleme; yol açtığı, açacağı sonuçlar itibariyle tartışılıyor ve tartışılmaya devam edecek. Resmi Gazete'de yayınlanmasının ardından yapılan ilk açıklamalar ve tepkiler, iktidar ve yakını çevrenin de, düzenlemenin içeriği konusunda son derece hazırlıksız olduğunu gösteriyor. Cumhurbaşkanının anayasa profesörü danışmanından yandaş sosyal medya hesaplarına, parti sözcülerinden hükümet yetkililerine kadar geniş bir kadro hayli bocalamış gibi. Açıklamalardaki ağırlık "yanlış ve düzeltme yok" şeklinde olsa da, galiba Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın "dönüş uçağı açıklamaları"yla "son söz" söylenecek. İşin hazırlıksızlığı ve "özensizliği" bir yana, ister dar (15 Temmuz ile sınırlı), ister geniş (ileriye dönük) yorumlansın, düzenlemenin ruhunda meydan okumanın, sindirme amacının ardına gizlenmiş bir sıkışmışlık ve çaresizlik hali de çok saklanamıyor. Öncelikle, bir buçuk yıldır her yolla demokrasi destanı olarak sunulan, kabul ettirilen, 15 Temmuz darbe girişimine karşı eylemlere cezasızlık kalkanı getirmek, zımnen bir suç işlendiğinin (en azından olasılığının) kabul edilmesi demek aslında. Bunun olması gerektiği gibi yasayla değil, teknik olarak sıkıntılı ve sürekliliği açısından riskli biçimde, KHK ile yapılması da panikli bir aceleciliğin işareti.
İktidarın en tepesi, mensupları, ortakları, yakın çevresi, daha genişleyerek talimatlarını yerine getirecek bürokrasi ve son olarak destekçisi kalabalıklar için cezasızlık arayışı, bir taraftan dozu artan bir keyfiliğin ifadesi, ama bir taraftan da kendine ve yaptığı işlere güvenle ilgili sıkıntısının hiç bitmediğinin göstergesi. Neredeyse, beş yıldır, yasalar, özel düzenlemeler, başta yargı olmak üzere kadro değişiklikleri ve son olarak KHK'lar ile hiç bitmiyor gedik tıkama gayreti. Bu kadar çok tıkanacak delik varsa, ya kurduğunuz sistem kevgir gibidir ya da delikler yama tutmuyor demektir. İktidar pek çok konuyu, sorunu fiili durum yaratarak geçiyor, sonra da ona "yasal" kılıf üretmeye çalışıyor. Ancak, kendisi için üretilmiş kılıflar yeterli olmuyor, bu adımları uygulatacağı bürokrasi ve herkes güvenceden pay talep ediyor. Bu açıdan, son KHK'daki düzenlemenin, tıpkı "savaş politikaları"na geçilmeden önce, güvenlik bürokrasisinin talepleri doğrultusunda çıkartılan "iç güvenlik paketi" ile benzer tarafları var. Yani, düzenleme ile güvence talep edenler, 15 Temmuz karşıtı eylemlere katılanlar değil de, bu konularda bazı kararlara zorlanan güvenlik-yargı mensupları olabilir. Ekonomi yönetiminde olduğu gibi, yargı bürokrasisinde de "teminatsız" iş yaptırmak giderek zorlaşıyor galiba.