KHK’liye hesap açılmasın mı?

Bugün, AKP iktidarını eleştiren ve kamu hizmetinden bu nedenle çıkarılmış bazı yurttaşlar bazı finansal hizmetlerden yararlanamıyorlar. BDDK denetiminde uzun süre faaliyetini sürdürmüş bir bankada hesabı bulunduğu gerekçesiyle kamu hizmetinden çıkarılmış bazı yurttaşlar, bazı bankalarda yeni bir hesap açamıyor ya da bazı finansal hizmetlerden faydalanamıyorlar.

Ali Rıza Güngen argungen@yahoo.com

31 Mart 2019’daki yerel seçimlerde Cumhur İttifakı ile Millet İttifakı'nın İstanbul adayları arasındaki oy farkı çeşitli tekrar sayımlar sonrasında, İstanbul’da yaşayan ve Kanun Hükmünde Kararname ile kamu hizmetinden çıkarılmış olanların sayısının altına inince kendimce eğlenmiştim. Sonrasında KHK’lilerin oy verme hakkının olmaması gerektiği argümanı AKP’nin itiraz kampanyasının bir parçası haline geldi. Söz konusu girişim hayata geçmedi, ancak girişimi mümkün kılan düşünce yerli yerinde.

Şimdi yeni bir girişimin bu sefer kısmen Bankacılık Düzenleme ve Denetleme Kurumu (BDDK), kısmen de kraldan çok kralcı bazı bankalar aracılığıyla sürdüğünü görüyoruz. Çeşitli mecralardaki değinilerden, Gazete Duvar’da Hacı Bişkin’in haberlerinden ve milletvekili Ömer Faruk Gergerlioğlu’nun açıklamalarından ve sorularından takip edebildiğimiz kadarıyla bazı KHK’lilerin finansal hizmetlere erişimi engelleniyor. Eğitim-Sen üyesi ve KHK’li öğretmen Suzan Uzpak kendisine gönderilen parayı Gaziantep’te bankadan çekemedi. Sakarya’da İlker Okatan’ın kredi isteği onaylandı, sonra KHK’li olduğu gerekçesiyle kendisine kredi verilmedi.

Söz konusu haberler arasında, kamu hizmetinden çıkarılmış bir doktor olan Mesut Kuran’ın hesap açma isteğinin yerine getirilmemesi ayrıca önemli. Çünkü olayın devamında ilgili Hakem Heyeti'nin, özel bir bankanın hangi müşteriyle çalışabileceğine kendisinin karar vereceğini beyan ettiğini öğrendik. BDDK deyim yerindeyse topu başkalarına atmaya kalktı; bankalara iletilen “şüpheli” listelerini kimin hazırladığı, böyle bir suçu kimin işlediği ise henüz bilinmiyor.

YASAK KARDEŞİM

Anayasaya aykırı olan çok sayıda işlem karşısında KHK’liler hukuki mücadele veriyorlar. Örneğin Dr. Cenk Yiğiter Olağanüstü Hal (OHAL) döneminde eğitim hakkını engelleyen Ankara Üniversitesi’ne karşı açtığı davayı kazandı ve üniversitelere KHK’lilerin kayıtlarının yapılmaması uğraşı bu ve benzeri davalarla engellendi. Fakat, 2016-18 döneminde dikilen ve sonrasında tadilatla yoluna devam eden OHAL hukuku varlığını sürdürdükçe bütün temel haklar tartışma konusuna dönüşebiliyor. Bazı yurttaşların oy hakkının tartışılması, OHAL hukuku ve yeni rejimin özellikleriyle nasıl ilgiliyse, bazı yurttaşların banka hesabı sahibi olmalarının engellenmesi de siyasal durum, hukuksal karmaşa ve temel kamu hizmetlerinin piyasacı değerlendirilmesiyle alakalı.

Konu, sadece, beraat almış, aklanmış ya da hakkında zaten hiçbir soruşturma yürütülmemiş olan veyahut bir cezaya çarptırıldıysa bunu tamamlamış on binlerce KHK’liyi ilgilendirmiyor. Bir amirin, bir yöneticinin, bir devletlinin isteğiyle bazı hakların bazı yurttaşlara memnu kılınmasının çeşitli yansımaları var. Anayasası askıda olan, hukuki düzeni kabuk bağlıyor görünse de aslında sürekli açık yara durumundaki bu toplumda, yurttaşların hakları güvence altında değil, biliniyor, ancak bu aynı zamanda yeni bir otoriterlik biçiminin yeniden üretimi açısından işlevsel.

KREDİBİLİTE BİR GEREKÇE OLABİLİR Mİ?

KHK’liler ile öyle olmayanlar arasında, örgütlenme ve ifade özgürlüğü haklarının kullanımı bakımından oldukça sınırlı bir fark var. Ancak finansal hizmetlere erişim konusunda önemli bir fark beliriyor. Görünüşe bakılırsa bu alanda her gün birilerine piyango vuruyor. Hesap açma isteği reddedilen yurttaş şunları söylemiş: “Bir bankanın kaçırmayacağı müşteri portföyüne uyan bir kişiyim." Ancak bunları söylerken kendi konumunu zayıflatmış. Çünkü, hizmet sunumu için kredibilite gerekçesi öne sürüldüğünde aslında hakkınız olan bir şeyi hak olmaktan çıkarmış oluyorsunuz.

BDDK özel bankanın kiminle çalışacağı kendi işidir diyerek KHK’li başvurularını reddederken, kararıyla (haberlerde bahsi geçen “gizli” genelgeyle) bir hesap sahibi olmanın, hesap üzerinden finansal işlem yapmanın kamusal bir hizmetten faydalanmak anlamına gelmediğini varsayıyor.

'Hayatı sürdürmek için örneğin banka hesabına sahip olmak bir şart teşkil etmeyebilir, ancak yurttaşların bazı kamu hizmetlerinden faydalanmaları şart değildir' varsayımı, temel hakların ortadan kaldırılmasının ve hizmete erişimde ayrımcılık yapılmasının yolunu döşer. “Sağlık hizmeti almayan kişiler de hayatlarını sürdürebilir” demek sağlık ve bakım hizmetlerine erişim hakkının ortadan kaldırılması ve ancak parasını karşılayabilen bir azınlığın iyi sağlık hizmetlerinden faydalanmasını sağlar. Birçok temel kamu hizmeti gibi finansal hizmetler de bireylerin iyi bir yaşam sürebilmeleri için gerekli. Dolayısıyla isteyen herkesin eğitim, sağlık hakkından faydalanabilmesi yanı sıra temel finansal hizmetlere ulaşabilmesi, ve elbette bu hizmetlerin kamu eliyle sağlanması gerekiyor. Ayrımcılık olmadan; kim muteber, kim değil bakmadan.

Farkındayım, böyle ifade ettiğimizde, bankaların, bilhassa Türkiye gibi bir ülkedeki bankaların yüksek ücret ve komisyonlarla iş yapma modeline çomak sokmaya kalkmış oluyoruz. Çünkü, finansal hizmet sunumu karşılığında yüksek komisyon almayı iş modeli parçası kılan bankalar, bu pratiklerini ancak finansal hizmetin kamusal bir hizmet olmadığının yaygın kabulü ile sürdürebilirler.

İLGİNÇ BİR DENEY

Geniş bir şüpheli şemsiyesinin altına yerleştirilen binlerce kişinin bazı kamusal hizmetlerden faydalanamıyor olması, bizim buradaki örneğimizde finansa erişimlerinin kısıtlanması, aslında bir toplumsal deney niteliği taşıyor.

IMF Başkanı Kristalina Georgieva 17 Ocak’ta yaptığı 2020 yılının ilk konuşmasında daha kapsayıcı bir finansal sistem oluşturmanın kalkınma yolundaki en önemli adımlardan olduğunu vurguladı. Uluslararası finansal kuruluşların uzun bir süredir sahiplendiği söylemi devam ettirdi. Teknolojinin de yardımıyla daha fazla kişinin finansal içerilmesinin, borç verilebilir fonları artırarak kalkınmanın daha uygun koşullarda ve piyasacı biçimde finansmanını sağlayacağını belirten bu bakışın Türkiye’de benimsenmiş olduğunu biliyoruz. Ancak süregiden mevcut toplumsal deneyi de not etmek gerekiyor. Türkiye’de bankalar ve sermaye sahipleri, bir yandan toplumun geniş kesimlerini finansal alana dahil etmek için uğraşırken, öte yandan son yıllarda (şimdilik!) bir kısım yurttaşı finansal alanın dışına itecek adımlar atıyorlar. Bu itiş ve hizmetten mahrum kalma tehdidi, finansal sistem içinde bulunanların, finansal hizmetlerden alınan yüksek ücret ve komisyonlar karşısında seslerini çıkarmasını zorlaştırıyor.

Bugün, AKP iktidarını eleştiren ve kamu hizmetinden bu nedenle çıkarılmış bazı yurttaşlar bazı finansal hizmetlerden yararlanamıyorlar. BDDK denetiminde uzun süre faaliyetini sürdürmüş bir bankada hesabı bulunduğu gerekçesiyle kamu hizmetinden çıkarılmış bazı yurttaşlar, bazı bankalarda yeni bir hesap açamıyor ya da bazı finansal hizmetlerden faydalanamıyorlar.

Yüksek havale ücreti ödemek zorunda bırakıldığında kıyameti koparanlar, sanırım piyango kendilerine vurmadan ne olduğunu anlayamayacaklar. Daha fazla insanın banka hesabının olması Türkiye’de devletin resmi stratejisi; ancak, finansal içerilmenin yüksek komisyonlarla ve hanelerin gelirlerinin artan oranda bir kısmına finansal işlemler üzerinden el konmasıyla ilerliyor olması gözümüzün önünde süregiden deney ve benzerlerinden destek alarak gerçekleşiyor.

Bilinse de bu lanetli döngüyü tekrar anlatmak gerekiyor: Yurttaşların temel haklarından ve bazılarının ise kamusal hizmetlerden faydalanamaması, toplumun geniş kesimlerinin faydalandığı hizmetlerin kötüleşmesini kolaylaştırıyor, piyasalaşmış kamu hizmetlerinin piyasada kalmasına ve pahalılaşmasına destek olurken, hak savunusu daha da zorlaşıyor.

Tüm yazılarını göster