Kıbrıs ve NATO: Sorunun çözümü artık daha mı yakın?
SHAPE’deki oyun, son gelişmelerin ABD ile AB’nin siyasi yaklaşımlarının bir ürünüdür. Bu davet olayı NATO ile AB arasındaki işbirliğini sözde ilerletme hedefi doğrultusunda atılmış acemice bir adımdır. Türkiye’nin rızası ve oyu olmadan NATO ile AB arasında kurumsal seviyede işbirliği yapılması ya da GKRY’nin NATO üyeliğine alınması mümkün değildir.
Faruk Loğoğlu*
Kıbrıs meselesinin çözümüne giden yolu açan etkin bir adım hiç beklenmedik bir anda ve cenahtan, NATO’dan gelmiştir. Nasıl mı? 3 Mayıs günü Belçika’nın Mons şehrindeki SHAPE karargahında düzenlenen Avrupa Müttefik Kuvvetleri Yüksek Komutanı (SACEUR) komuta devir teslim törenine, diğer AB üyeleriyle beraber, NATO nezdinde herhangi bir statüsü bulunmayan Güney Kıbrıs Rum Yönetimi (GKRY) de davet edilmiştir. Bilinçsizce yapıldığı asla düşünülemeyecek bu hareketle, Avrupa Birliği ve NATO üyeleri Türkiye’ye açıkça meydan okumuşlar, aynı zamanda Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni (KKTC) de yok saymışlardır.
Olaya Dışişleri Bakanlığı'nın “büyük gaflet” tepkisi bir ilk adım olarak doğru ancak yeterli değildir. Olay sonrası NATO Genel Sekreteri Stoltenberg’in “Türkiye’yle dayanışma halindeyiz” açıklaması da inandırıcı olmadığı gibi pek anlamlı da değildir.
Şunu da kaydedelim ki Ankara’nın son dönemlerde izlediği yanlış AB, ABD ve NATO politikalarının bu günlere gelmemizde önemli payı vardır. ABD ve AB, ekonomisinin kırılgan ve bölgesindeki bütün ülkelerle ilişkilerinin bozuk olduğu Türkiye’yi zayıf anında yakaladıklarını hesaplamış ve bu pervasız adımı bu varsayımla atmış olabilirler. Ancak bu hesaplarında seçtikleri Kıbrıs ve bağlantılı Doğu Akdeniz hedefi yanlış olmuştur. Yanlış kapıyı çalmaktadırlar. Türkiye’ye Kıbrıs ve Doğu Akdeniz üzerinden bir maliyet ödetilmeye çalışılması tamamen haksız, gayrimeşru ve hukuksuzdur. Zira Türkiye Kıbrıs konusunda genelde her zaman dengeli, çözümden ve barıştan yana bir tavır koymuş olup, Doğu Akdeniz’de uluslararası hukuk çerçevesinde deniz alanlarının genişliği dikkate alındığında herkesten daha fazla hak ve hukuka sahiptir.
Son zamanlarda Güney Kıbrıs devletini NATO üyesi yapma, Doğu Akdeniz’de doğal gaz kaynaklarını Türkiye ve KKTC’nin haklarını yok sayarak gasp etme çabalarının bir devamı olarak gelişen bu senaryo, ABD ve AB ülkelerinin Kıbrıs meselesinde çözüm arayışlarını bıraktıklarını göstermektedir. Kıbrıs bağlamında hiçbir denge gözetmedikleri, buna ihtiyaç bile duymadıkları, tek hedeflerinin Rum kesimine sahip çıkmak olduğu artık net bir şekilde ortaya konmuş olmaktadır. NATO’nun “gafleti” olarak tanımlanan bu durum, bence Türkiye için bir fırsat penceresi aralamıştır.
SHAPE’deki bu oyun, son gelişmelerin ABD ile AB’nin siyasi yaklaşımlarının bir ürünüdür. Bu davet olayı NATO ile AB arasındaki işbirliğini sözde ilerletme hedefi doğrultusunda atılmış acemice bir adımdır. Türkiye’nin rızası ve oyu olmadan NATO ile AB arasında kurumsal seviyede işbirliği yapılması ya da GKRY’nin NATO üyeliğine alınması mümkün değildir. Anılan işbirliğinin veya üyeliğin Türkiye o evde olduğu sürece arka kapısı yoktur.
Daha da önemlisi, AB kendi kural ve kriterlerine aykırı olduğu halde ve Ankara’nın tüm uyarı ve itirazlarına rağmen Kıbrıs Rum kesimini üye yapmıştır. Üstelik bu vesileyle Kıbrıs Türk tarafına verdiği doğrudan ticaret ve yardım vaatlerini de yerine getirmemiştir. Bu itibarla Türk tarafının AB’ye bir borcu bulunmamaktadır.
Kıbrıs meselesi köprüsünün altından son yıllarda çok sular akmıştır. BM Genel Sekreteri'nin himayesinde yapılan müteaddit görüşmeler, tarafların siyasi eşitliğine dayalı federatif çözüme çok yaklaşıldığının sanıldığı anlarda bile başarısızlıkla sonuçlanmıştır. Tarafların anlaşması sonucu ortaya çıkmış olan Annan Planı Rum tarafınca reddedilmesine rağmen, Rumlar sanki mükafatlandırılırcasına AB’ye üye yapılmıştır. Rum tarafı her koşulda kendi tek taraflı egemenliğinde bir çözümde ısrar etmektedir. Bu tutumuna AB aktif, ABD ise dolaylı destek vermektedir.
Şimdi de NATO’nun bu işe karıştırılması, Türkiye ve KKTC’nin önünü açan, yön değiştirmesini gerekli, zorunlu ve zamanlı kılan bir gelişmedir. AB ve ABD “biz Rum kesiminin yanındayız, Kıbrıs Türk tarafını tutmuyoruz” demektedirler. GKRY’yi tek taraflı olarak sahiplenmek aslında KKTC’yi yok saymak gibi görünse de aslında KKTC’nin ayrı varlığını hiçbir surette etkilememektedir. Var olmayana karşı önlem alınamayacağına göre, Kıbrıs Türklerine uygulanmakta olan hukuk dışı ambargo da KKTC devletinin varlığının bir başka göstergesidir. Unutmayalım ki 1960 Antlaşmaları ve BM Genel Sekreteri'nin iyi niyet görevi çerçevesindeki BM sürecinin bütün safhaları adadaki iki tarafın varlık, hak ve siyasi eşitliği esaslarına dayalıdır. Dolayısıyla Kıbrıs Türkleri vardır ve birileri yok sayıyor diye yok olmamaktadır.
Bu şartlarda Türkiye ve KKTC’nin ortak yol haritası şöyle olmalıdır:
1. BM Genel Sekreteri'ne Kıbrıs meselesini nihai bir çözümle sonlandırmanın zamanı geldiğini, çözümün bundan böyle Kıbrıs’ta iki ayrı devlet esası üzerinden aranması gerekeceği bildirilmelidir.
2. Türkiye KKTC’nin tanınması için bir plan dahilinde sistemli yeni bir hamle yapmalıdır. Geçmişte denenip ilerleme sağlanamayan bu yaklaşım değişen küresel şartlar ışığında tekrar denenmeli, tanınma olmasa dahi KKTC’nin uluslararası plandaki konumunu güçlendirecek kazanımlar elde edilmelidir.
3. Doğu Akdeniz’de tartışmalı alanlar da dahil olmak üzere sistematik araştırmalar sürdürülmelidir.
4. Münhasır ekonomik bölge ilanı için Suriye, Lübnan, Mısır, İsrail ve Filistin’le temas edilmeli, olumlu yanıt verenlerle müzakerelere başlanılmalıdır. (Bu önerinin günümüz şartlarında hayata geçirilmesinin neredeyse imkânsız olduğunun farkındayım. Ancak bu tespit, özellikle Suriye ve Mısır’a yönelik AK Parti iktidarları politikalarının ne kadar hatalı olduğunu bir kez daha gözler önüne sermektedir. Yine de günün sonunda yapılması gereken bölge ülkelerinin tarafımıza kazanılmasıdır.) Uygun bir aşamada MEB ilanı değerlendirilmelidir.
5. Uluslararası petrol şirketleriyle bağlantı kurulmasına çalışılmalı, Rum kesimiyle işbirliği yapan şirketler gerekçeli olarak uyarılmaya devam edilmelidir.
6. Kuzey Atlantik Konseyi'nin 6-7 Mayıs tarihlerinde Türkiye’de yapılacak toplantısında Ankara’nın “büyük gaflet” konusundaki görüşlerini net olarak açıklaması yerinde olacaktır. Ancak bunun istediğimiz amaca ulaşabilmesi için son yıllarda bildiğimiz kavgacı ve afaki bir dille değil, tarihi gerçeklere ve haklı gerekçelere dayanan itinalı, diplomatik bir üslupla yapılması şarttır. NATO ve AB’ne Kıbrıs ve doğu Akdeniz yaklaşımlarının kendilerine de bir maliyeti olacağı ve Türkiye ile KKTC’nin bundan böyle kendi yollarında yürüyeceklerini bildirmek gerekecektir.
Türkiye’nin bölgesel bir güç olarak gücünü göstermesinin önündeki engeller Rum kesimiyle işbirliği halinde, ABD’nin de desteğiyle, AB tarafından kaldırılmıştır. Hukuksuzluğu meşrulaştırma gayretlerine Türkiye ve KKTC karşı çıkacaklardır. Türkiye ulusal çıkarları ile Kıbrıs Türk tarafının hak ve hukukunu korumak için kararlı olduğunu yukarıda başlıca unsurları belirlenen çerçevede hareket ederek göstermelidir.
*Emekli diplomat, eski CHP milletvekili