Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan artık müjdeleriyle de korkutuyor. Bir müjde, bin felâket!
20 Temmuz 1974'te Kıbrıs Harekâtı'nın yıldönümünde Kuzey Kıbrıs’a bir müjde vaat ediyor. Bir süre önce mevzuyu kapalı Maraş’tan açmıştı. BM Güvenlik Konseyi’nin 550 no'lu kararla kendi sahipleri dışında iskana açılmasını reddedip BM’ye devrini istediği Maraş. Şimdi ne olacak? Kıyı şeridi açılan Maraş’ın statüsünü tamamen mi değiştirecek? “Kenti açıyoruz, Rumlar da gelsin, şu tarihe kadar gelmezlerse haklarını kaybederler” diye rest mi çekecek? KKTC’nin ismini değiştirip "Bundan sonra adınız Kıbrıs Türk Devleti" mi diyecek? Kıbrıs açıklarında doğalgaz rezervi bulunduğunu mu söyleyecek? Ya da heyecanı kısıp sadece KKTC parlamentosuna yeni bina sözü verecek ya da temel mi atacak?
Herkeste bir merak…
***
İktidarın Türkiye içinde siyasetten kamu kurumlarına, ekonomiden doğaya tüm alanlardaki çökme ve yok etme pratiğinden Kıbrıs da payına düşeni alıyor. KKTC’nin Türkiye tarafından tanınmış statüsüne aldırmayan bir hoyratlıkla! Barış harekâtından ‘milli mutabakat’ halinde bir çökme harekâtına.
Muhalefetteki Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) ve Toplumcu Demokrasi Partisi (TDP) 20 Temmuz'da meclisteki 'müjdeli oturumu' boykot edecek. İlkse bu da bir ilk! 2004’teki referandum sürecinde Erdoğan'ın destek verdiği eski Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat da boykot kararını onaylıyor. Sendikaların öfkesi malum. Muhalefetin ‘kayyum’ olarak gördüğü Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın selefi Mustafa Akıncı zaten alenen tehdit edilmiş bir lider. İşi Akıncı’nın basın danışmanı Ali Bizden’i 6 Temmuz'da Sabiha Gökçen Havalimanı'nda 11 saat tutup “5 yıl Türkiye’ye giriş yasağınız var” diyerek geri göndermeye vardırdılar. Ki benzer şey Dr. Ahmet Cavit An’ın başına da gelince G82 koduyla bir kara listenin oluşturulduğu anlaşılıyor. G82; ulusal güvenliğe tehdit! Karanlık dönemlerde böyle kodlar hortluyor!
Erdoğan’ın MHP ile ortaklığının KKTC’ye yansıması daha da ezici oluyor. Bu gidişata dair en hafif eleştiri; “Türkiye ile KKTC arasındaki ilişkinin biçimi doğru zeminden kaydı.” CTP’ye ait bu tepki biriken kızgınlığın köpüğü bile sayılmaz!
Sorarsanız müzakerelerdeki parametreleri değiştirip federalizm yerine iki devletli çözümle KKTC’yi bağımsızlık yoluna soktuklarını söyleyeceklerdir. Lakin KKTC’nin kendisine bırakılmış küçük bir hareket alanını da yok eden yeni bir fetihçi dayatma binbir tonuyla geliyor. Olabildiğince bir hiçleştirme ameliyesi. Kıbrıs’la ilgili tüm kararları, Kıbrıslılara rağmen Erdoğan alıyor, bunun müjdesini vermeyi Tatar’a bile bırakmıyor. Tatar da kim? Bir kayyum. KKTC hükümetinin dahi vatandaşla birlikte haberdar olabildiği kararlar! Maraş’ı açma kararı da bunlardan biriydi. Onlarca yıldır yok sayılan iradeden, yok edilen iradeye!
***
Silsile halinde Türkiye Cumhuriyeti hükümetleri KKTC’ye ‘serbest suç bölgesi’ muamelesi yapageldi. Bunların bir kısmını Sedat Peker de ifşa etti. Adalılar fazlasını biliyor, yaşıyor ve hissediyor. Erdoğan bu sicili katmerleştirmekle kalmayıp bir de formatı değiştiriyor; kitlelerine ‘yeni fetih’ hissi yaşatarak her bakımdan adaya çöküyor. Bu çökme hikâyesinde KKTC cumhurbaşkanlığı seçimi yeni bir milattı. Bu süreçte olanlar bundan sonra olanlara da aynadır. Bu vesileyle 10 Haziran’da yayınlanan bir rapora dikkat çekmek istiyorum. Daha önce yazma fırsatı bulamamıştım.
Araştırmacı olarak Mine Yücel, Abdullah Korkmazhan, Orhan Erönen, Mine Atlı ve Derya Beyatlı; raportör olarak Tacan Reynar’ın yer aldığı bir ekibin hazırladığı “2020 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi Hakkında Müdahale Raporu”, Kıbrıs’ın bundan böyle neye benzeyeceğine dair fikir veriyor. Burada Tatar karşısında 18 Ekim 2020’de ikinci tura kalan Akıncı’nın yüzleştiği tehditleri görüyoruz. Birinci dereceden olayın muhataplarının verdiği bilgilerden oluşan rapora göre Cumhurbaşkanı Yardımcısı Fuat Oktay'ın propaganda ekibi Tatar’a destek için adada üç hafta geçirdi. MİT mensupları adaylıktan çekilmeleri için Mustafa Akıncı ile Serdar Denktaş'ı markaja almaya çalıştı. Parayla oy satın alındı. Trollerle savaş yürütüldü. Gazeteciler tutuklanmakla tehdit edildi.
Biraz daha ayrıntıya girelim:
Dışişleri Bakanı Mevlüt Çavuşoğlu 9 Eylül 2019’da adaya gidip Lefkoşa Büyükelçisi Ali Murat Başçeri ile birlikte halkla toplantılar yapıyor ama Cumhurbaşkanı Akıncı’ya haber vermiyor. (Buradaki anormalliği kavrayacak diplomatik şuur kalmadığı gibi toplum ve siyaset seviyesinde anavatan-yavruvatan anlayışı bunda bir sorun görmüyor.)
Daha sonra Çavuşoğlu, “Ben böylesine dürüst olmayan bir siyasetçiyle hiç çalışmadım” diyerek Akıncı’yı doğrudan hedef alıyor.
Kudret Özersay adaylığını açıkladıktan hemen sonra 10 Ocak 2020’de Tatar’la birlikte Ankara’ya çağrılıyor.
Cumhurbaşkanı Yardımcısı Oktay müdahalenin orkestra şefi. 15 Şubat 2020’de Tatar’la Maraş’ta buluşuyor; Çavuşoğlu gibi o da Akıncı’ya haber vermiyor. Erhan Arıklı adaylığını açıklayınca 6 Ağustos 2020’de Ankara’ya çağrılıyor. Tatar yine orada.
Tatar’ın liderliğindeki Ulusal Birlik Partisi’nde (UBP) muhalif duran vekiller 15 Ağustos 2020’de Lefkoşa’daki Türkiye Büyükelçisi tarafından Girne’de Güvenlik Kuvvetleri Komutanlığı'na ait Beyaz Ev'e çağrılıyor. Karanlık işlerin döndüğü Beyaz Ev. Toplantıya Kolordu Komutanı ve MİT yetkilileri katılıyor.
Bu arada AK Parti medyası Akıncı’yı itibarsızlaştıran yayınlarını artırıyor. Yeni Şafak’ın 10 Eylül 2020’deki “Rumların Akıncı’sı" manşeti bunlardan birisi.
En çarpıcı olan olay şu:
KKTC Cumhurbaşkanı Özel Kalem Müdürü Cenk Gürçağ önce MİT tarafından Ankara’ya çağrılıyor. Bunu Akıncı’ya iletmesi gerektiğini söylüyor. Sonra 17 Eylül 2020’de Ankara’dan gelen bir ekibin kendisiyle görüşmek istediği iletiliyor ve yemeğe davet ediliyor. 18 Eylül 2020’de Girne’deki randevu yeri Archway Restaurant'a gittiğinde böyle bir rezervasyon olmadığını öğreniyor. Birileri “Yanlış anlaşılma” deyip Gürçağ’ı Merit Park Hotel’e götürüyor. Buradaki toplantıya Ankara’dan gelen MİT Dış Operasyonlar Başkanı “Kemal Bey”, MİT Yunanistan ve Kıbrıs Bölüm Başkanı “Ali Bey” ve MİT uzmanı “Hakan Bey” katılıyor.
Gürçağ ekibe “Neden buradasınız?” diye soruyor. “Düşman kapıya dayandı. Burada Türkiye’ye ihanet etmeyecek kişilerin başta olmasına ihtiyacımız var. Onun için buradayız” deniliyor. Neden kendisinin çağrıldığını soruyor. Bu sefer de “Çünkü biz baktık, babanız, amcalarınız hepsi TMT’de hayatlarını tehlikeye atmış, milliyetçi insanlar” deniliyor. Gürçağ da “Amcam, babam ve ayrıca cumhurbaşkanım (Akıncı) da savaşta yaralanmış biridir” diyor. Yanıt olarak “Bunu bilmiyorduk. Niye söylemiyor? Rumlara şirin görünmek için olmasın? Akıncı’nın zehirli bir dili var” deniliyor. Çok tatsız bir konuşma oluyor. MİT mensupları Akıncı’nın ekibindeki üç ismi “Rum istihbaratına çalışan kişiler” olarak nitelendiriyor. Ve tehditler sıralanıyor:
“Hepsi yargılanacak. Biz Akıncı’yı orada istemiyoruz. Zaten kazanamayacak. Kazanamaması sağlanacaktır. Kazansa da hiçbir şey eskisi gibi olmayacaktır. Ona yakın olan herkesin aldığı nefese kadar haberimiz vardır. Adaylıktan çekilmesi başta kendisi için, ailesi için ve yakın çalışanları için en hayırlısı olacaktır. Söyle bu akşam Facebook’tan yazsın. Biz en yukarıdan geliyoruz. Hiç kimse ve hiçbir şey Türkiye’nin bekasından önemli değildir.”
Ki Akıncı da bu tehdidi 9 Ekim 2020’de ifşa etmişti.
Devamı var. Oktay’ın basın danışmanı Ali Genç’in liderliğinde 20 kişilik ekip 2 Ekim 2020’de Tatar ve adamlarıyla Lord’s Palace’da buluşuyor. Bu olayın görüntüleri de epeyce gürültü koparmış, tehditler uçuşmuştu.
Ve seçime düpedüz müdahale sayılan ve kısıtlama dinlemeyen bildiğimiz olay: Erdoğan 6 Ekim 2020’de Tatar’ı Ankara’ya çağırıp adaya giden su borusunun tamir edildiği müjdesi eşliğinde Maraş’ı açacağını ilan ediyor.
9 Ekim 2020’de Türk elçiliği spor kulüplerine malzeme dağıtıyor. Bu süreçte çok sayıda dernek yardım görüyor.
Yine 9 Ekim 2020’de 9 bin 872 kişinin hesabına ‘Salgın Sosyal Destek’ adı altında 2’şer bin TL para yatıyor.
Rapor için kendisiyle görüşülen Denktaş, KKTC Merkez Bankası’nın bütün bankalara en geç 9 Ekim 2020’ye kadar ödemelerin yapılması için talimat gönderildiğini söylüyor.
Denktaş 4 Eylül 2020'de bir arkadaşının evinde buluştuğu MİT mensuplarının kendisine baskı yaptıklarını, "Adaylıktan çekilirseniz Türkiye ile kuramadığınız ilişkileri bundan sonra kurabileceksiniz" dediklerini anlatıyor. Telefonlarının dinlendiğini ve resmi araçlarla takip edildiğini belirten Denktaş, Lefkoşa Büyükelçiliği’nin seçime müdahalelerde bulunduğunu, oyların sayım sürecinde kuşkular olduğunu, sonuçların tarafsız olmayan kurumlarda birleştirildiğini, denetime ve gözetime izin verilmediğini vurguluyor. Denktaş'a göre Erdoğan'ın Kıbrıs'a gönderdiği 27 kişilik ekip sahada 300-400 kişiyle Tatar için çalıştı.
Raporda Akıncı da çekilmediği için partisinin altının oyulduğunu, telefonlarının dinlendiğini, resmi araçlı plakalarla takip edildiğini, baskılar sonucu kendisine destek veren medyanın yön değiştirdiğini, yanındaki işadamlarının tehdit edildiğini, ekibinde yer alan gazeteci Rasıh Reşat’ın Türkiye’ye çağrıldığını ancak gitmediğini anlatıyor. Akıncı Türkiye devleti adına konuştuklarını söyleyen ekiplerin köy köy dolaşıp, “Akıncı kazanamayacak. Biz her tedbiri aldık. Kazanırsa da orada kalamayacak” dediğini, burada süreçte UBP’nin sadece taşeron olduğunu söylüyor.
Akıncı ayrıca Beyaz Ev’deki toplantıda milletvekillerine “Türkiye Cumhuriyeti kesinlikle Tatar’ı istiyor, Akıncı’yı istemiyor. T.C. için bu bir beka sorunudur. Siz de Tatar’ın seçilmesi için uğraşacaksınız” denildiğini ve seçim sürecinde bu vekillerin takip edildiğini belirtiyor. Akıncı bütün bunların üzerine Türkiye Büyükelçisi’ni çağırarak Beyaz Ev’de ve başka yerlerde olanlarla ilgili bilgilerini paylaşıyor. Elçinin “Siz federasyon istiyorsunuz, Türklükle ilgili olarak da siz ayrı bir kimlik peşindesiniz, Kıbrıslı Türk kimliğinin peşindesiniz. Türkiye bütün kurumlarıyla burada değişim olmasını ister” eleştirisi ile karşılaşıyor. Akıncı, Ankara’ya iletilmek üzere bir mektup veriyor. Ama büyükelçi üç saat sonra müdahale suçlamasını yalanlayıp mektubu iade ediyor.
Rapor yayımlandıktan sonra Akıncı bilgileri teyit edip "Eksiği var, fazlası yok" demişti. Akıncı, Türkiye'nin seçimlere her zaman müdahale ettiğini ancak hiçbir zaman MİT, asker ve bürokrasisiyle bu denli müdahil olmadığını; baskı, tehdit ve menfaat ilişkisiyle tüm kurumların sahada olduğunu söyledi.
Gazeteci Pınar Barut da AKP ekibiyle Tatar'ı otele girerken görüntülediklerini, bunun üzerine Türk Büyükelçisi’nin başsavcıyı makamına çağırıp kendilerini 'devlet sırrını ortaya çıkarmak' suçlamasıyla tutuklatmaya çalıştığını, haber kaynağını vermeyi reddettiğinde de “O zaman Türkiye'ye gittiğinde casusluk ve ajanlık suçundan tutuklanacaksın” diye tehdit edildiğini aktarıyor.
***
Kıbrıs’ın 1960’dan beri yaşadığı bir süreç ve bu sürecin garantörleriyle birlikte bir sürü uluslararası boyutu var. “Çözüm karşıtı” diye adı çıkan Rauf Denktaş’ı bile mezarında ters döndürecek işler dönüyor.
Her şeyden önce Erdoğan bu tür müdahalelerle KKTC’yi devlet yerine koymayıp Kıbrıs adına ne varsa ezerken ileri adımlardan bahsediyor. Ada kaynıyor! Ses duvarına çarpan hissiyatı Niyazi Kızılyürek, Yeni Düzen gazetesindeki yazısında güzel yansıtmış. Şöyle diyor:
“Şimdi, tam 47 yıl sonra, yeniden bir fetih heyecanı yaşanıyor. İslamcısıyla, Türkçüsüyle, sosyal demokratıyla bütün Türkiye gözünü bir kez daha Kıbrıs’a dikti. Fakat bu seferki farklı bir fetih kalkışmasıdır. Bir yandan, Kıbrıslı Rumlardan arındırılan ve bugüne kadar kapalı tutulan Maraş’ta yeni bir ganimet hamlesi yapılırken, diğer yandan da Kıbrıs Türk toplumunun zaptı söz konusudur… Fakat birinci fethi alkışlayan Kıbrıslı Türkler bu sefer baş kaldırıyorlar. Çünkü bu, Hamlet’in dediği gibi, olmak ya da olmamak meselesidir!”
Bir fetihten ‘çökme’ nitelemesini ziyadesiyle hak eden başka bir fethe geçiliyor. Serdar Denktaş sözünü ettiğim raporda, “Bundan sonra KKTC için ‘iltihak’ olasılığının çok yüksek olduğunu” söylüyor. Pek çok kişinin tahmini aynı: Rusya’nın Kırım’a yaptığını Türkiye de KKTC’ye yapacak. İlhak ya da iltihak.