Ne mi bu? Başlıkta yerimiz dar, izah edemiyoruz: Alınyazımız.
CHP Kurultayı’nda Divan Başkanı seçilen Özlem Çerçioğlu, “İstanbul Sözleşmesi’nin yanındayız,” demiş. O halde sıkıntı yok. Çağdaşlık tamam, bilim tamam, aydınlık tamam. Kendisi, Afrin’e atılacak bombaya isim yazdırmayı kendisi için münasip görmüş politikacı. Tarihe böyle geçmek istemiş. Kimileri CHP’ye kızdı, “Bombaya adını yazdıranı divan başkanı yaptınız!” diye. Deveye boynun eğri demek… Üstelik yalnız adını değil, seçmen oyuyla edindiği makamı da oraya nakşettirmişken. Yahu ilaç için, tek kişi çıkıp, “N’apıyorsun hanımefendi!” mi demiş? Aksine, mükâfat bâbından divan başkanı yapmışlar.
Ayasofya’nın mukaddes bir manevî silah olarak, raf ömrü dolmuş olsa da şânından yitirmemiş ata yadigârı gerçek silah elde, kılıç göstererek milletimize armağan edilişi ortaya koydu ki, Türk’ün Cihan Hakimiyeti Mefkûresi’ne her zaman olduğundan daha yakınız. Şu salgın kısıtlamaları geçsin, vuracağız harita yukarı, artık kaç saatte varırsak. “Müslüman, namaz kılan Türk’tür” diyen ırkçı kibir tanrısını Bilgeler Kağanı yapsalar, kaftanlar giydirip ordunun yanında tahtırevanla taşısalar. Gün böyle muhteşem tiplerin günü. Sırf yüzüklerin efendisi eksik. Böyle tipler kudretliye yaranma seansında teklerler, ego fazlası yüzünden. Ondandır.
Muktedire yaranma, gerçekte bünyemizi idare eden başlıca güdü. Sanırım G.A.S.P. hormonuyla ilişkisi var. Cihan Hakimiyeti de bünyeyi agresifleştiren bu hormon yüzünden yalnız mefkûre değil mecburiyet. Gelişigüzel ortalığa saçılmış milletlerden meydana gelen cihan henüz bu zarureti idrak, kabul ve tescil etmiş değil, sıkıntıyı yaratan bu. Cihanın hakimiyetimize şuursuzluktan mütevellit direnci.
Yürüyüşlerimize güdüler ve içgüdüler yön verir. Medeniyet içgüdülere ve doğal dürtülere hakim olma bilinci ve becerisiyle doğru orantılı olduğundan biz tercihimizi fetih medeniyetinden yana kullanıyoruz. Doğru orantı da zaten aritmetik mi geometri mi öyle bir yerde geçiyor ve her türlü düğüm kılıç darbesiyle çözülebileceği için denklemler bize vız gelir. İşte buna kısaca fetih medeniyeti diyoruz.
Laik devletin kurduğu Din Kurumu’nun her dönemin devlet vazifeleriyle donatılmış başkanı eliyle Ayasofya minberinden tanıtımı yapılan kılıç ürünü şüphesiz Cihan Hakimiyetine yürüyüşün yeni başlangıcını ilan etmektedir. Bu defa Viyana SİHA’larla düşürülecek, kimsenin kellesi gitmeyecek.
ANA MUHALEFET VE KARAYOLLARI HARİTASI
Yani ana muhalefet partisinin de işi zor. SİHA değil de roketle mi şey etsek acaba, falan, çok mesele var. Belki Viyana hedefi bile tartışılabilir. Niye Paris veya Berlin olmasın? Meclis Başkanı’nın kapısına Avrupa karayolları haritası bırakabilirler topluca. Fakat takılıyor insan, Özlem Hanım kılıçların üzerine “Türkiye laiktir laik kalacak” yazdırmayı düşünmez miydi? Bomba, ne bileyim, çok yüksekten atılıyor. Atan, öldürdüğünün kanını koklayamıyor, iniltisini içine çekemiyor, ömür boyu mukaddes ganimet misâli tutmacasına. Oysa kılıç öyle mi? Dilini kesmemeye dikkat ederek yalayabilirsin üzerindeki kanı. Dişine değmeli.
Dişine kan değince gözünün dönmesi hangi medeniyette âdettendir?
a.) Korona virüsü kandan geçmez.
b.) Salgın koşullarında kan yalamayın.
c.) Düşman kanı dökmek mi daha çok puan getirir, kadın öldürmek mi?
d.) Doğru orantı kültürümüzde yoktur; biz ters orantıların insanıyız.
Nitekim nüfusun yarısını öbür yarısına düşman ederek içeride, buna karşılık düşman yarılardan birinin yarısını öbür yarıya katarak dışarıda muzaffer oluruz. Nükleer güçlere karşı gözümüzü kırpmadan yürüyüşe geçeriz. Lâkin devletin muazzam ayıbına dikkat çekmek için yıllardır toplananları temsilen on beş kişinin ellerinden hoyratça alınmış anma mekânına karanfil bırakma girişiminden ötürü fena halde mustarip oluruz. Ve Büyük Yürüyüşün daha fazla zedelenmemesi için birilerini yerde sürükler, birilerine vururuz. Cumartesi Anneleri’ni itip kakmanın tabiî hak olduğunu devlet görevlilerine belletenler şüphesiz Ayasofya minberinden parlayan kılıcın ışıltısı karşısında kendilerinin ne mübarek varlıklar olduklarına bir defa daha iman etmekteler. Özlem Hanım’la birlikte ufuk turu atabilirler, Afrin semâları üzerinde. “Kayıplar” da neymiş, o yükseklikte? Oralara kanın kokusu bile ulaşamıyor.
Ne diyorduk? Ana muhalefet. Der demez niye aklıma hemen Osman (Kavala) geliyor acaba? Osman ve onun gibi, haksız hukuksuz adaletsiz ortamda hunharca kurban edilen başkaları. Genel seçimden üçüncü parti çıkmanın, belediye seçimi kazanmanın bedelini senelerce hapis yatarak ödemeye mahkûm edilenler. Çünkü ana muhalefetin bu işteki payı…
En azından göstermelik, mış gibi yapmaya elverir, ardına saklanılıp oradan kılıç tehdidi sallanabilir, palavranın palavralığından utanıldığı izlenimi uyandırabilecek gerekçeler, uyduruk da olsa devletçe üzerimize boca edilenler prosedüründe kayıtlı iddialar bulunsaydı bari ortada. Yok. Ve fakat haksız hukuksuz hapse atılanların bir kısmının ezâ cefâ görmesinden memnun olanların hatırı sayılır kısmı “ana muhalefet” denen bünyede. Bünye bundan rahatsız değil. Bombaya ismini yazdırmış divan başkanı; kim neden rahatsız olsun kurultayında.
ÂRİZA MAHKÛMLARI
Sonuç alamayacağını bile bile o makam senin bu makam benim dolaşıp aynı maruzatı başka başka ifadelerle farklı suratsız yetkililerinin önüne koyan insanlarız, bu şartlarda. Bu yüzden artık kapı kapı da dolaşmıyor, maruzatımızı münasip yerde kısaca haykırıyor, dönüp iki lafta harcayacağımız birilerine bakınıyoruz. Suratsız yetkililer, resmîsiyle siviliyle bir bütündür. Ve biz onlardan hak-adalet, insan haklarına saygı, kuvvetler ayrılığı gibi kavramları kurumları canlandırmalarını, şu topraklarda insanca yaşayabileceğimiz bir rejimin kurulmasına öncülük etmelerini bekliyoruz.
Buna kim inanır?
Onlara değil, halimize. Matematik diliyle konuşabiliyor olsaydık, bazı sayıları toplamakla bazı başka sayıları imkânı yok elde edemeyeceğimizi ispat edebilirdim. Fakat güya laik devletin tek mezhep hegemonyası için kurum kurduğu, İslâmcı iktidarın da onu alıp, (Ayasofya’nın ve) istenmeyen hayatların fethine elde kılıç memur ettiği diyarda hangi çılgın matematikten medet umacakmış, şaşarım. İlaveten heyhat! Gelin görün ki, ispat da mantığın alanına giriyor. Ve bu da müfredatta yok. Geçen gün, Türk Millî Eğitimi denen insan öğütme mekanizmasına söz söyledim diye bir öğretmen kızdı. “Bize mi lafınız!” diye çıkıştı. Bombaya isim yazdıran da ana muhalefetin makbûl kimsesi. Bombanın komşu ülke toprağında kendinden saymadığın yurttaşlarının akrabalarına atılacak oluşu ufak pürüz bile sayılmıyor. Âdetâ yaşarken de linç edilip öldürülünce de yok sayılan Suriyeli göçmen; öylesine yok sayılıyor.
DİŞLER, KANLAR, KURTLAR, KARELİ TAKIMLAR
Sahiden, neye muhalefet edilmektedir burada? Kurdun dişine değecek kanın A RH pozitif değil de B RH negatif olması mı talep edilmekte? Yargılarmış gibi mi yapalım, yoksa sorgusuz sualsiz içeri atıp çürütelim mi orada? Jilet takımlar lider modasına uygun kareli desenli mi seçilsin, düz renk mi? Çok konu var tartışmalı. Biri çıkar, “Olmaz!” der, “Hanımefendi maviyle yazdırmış bombanın üzerine yazıyı, mor olmalıydı.” Biri de tutar, “İstanbul Sözleşmesi bombayla öldürülecek kadınları kapsamıyor mu?” diye soruverir.
Emin miyim? Kim soracak canım… Zaten İstanbul nere, Afrin nere.
Ana muhalefet terimi iki kelimeden oluşuyor: ana ve muhalefet. Kurultay da kurul ile tay’dan. Yani kuruyorsun, atlayıp tıkıdık takıdık gidiyorsun. Muhalefet’i isterseniz muhal ve efet şeklinde bölebilirsiniz. Hattâ e-fet, yani elektronik fet olarak da şeyapılabilir. Petle karıştırmayın. Gerçi sorun olmaz, zira büyükşehir hayvanseverlerinin çoğu pet sevene bayılırlar, yalnız katır sevmezler. Tek başına A, biliyorsunuz, Güneş Dil Teorisi’nde her şeyin kökü olan cevher. Her kelimenin bir hecesini buna indirerek bütün dillerin buradan çıktığını bulabiliyorsunuz. Bir de matematik olsa, hepsini bulacağız. Gidip alabiliriz de. Viyana yahut Madrid’den. Londra mıydı? İngilizler yedi düvelin reisiydi; hâlâ oradayız, oradan başlansın. Virüs kandan bulaşmıyormuş nasıl olsa.
Şöyle demiş, bomba imzacısı divan başkanı hanım: “Genel Başkanımızın da söylediği gibi devleti tekrar devlet ana yapacağız. Biz mücadelesini Kuvayı Milliye’den, azmini Türkan Saylan’lardan, gücünü Deniz Gezmiş’lerden, vicdanını Erdal Eren’lerden, özgürlüğünü Bülent Ecevit’in güvercinlerinden, iradesini Mustafa Kemal Atatürk’ten almış bir neslin evlatlarıyız. Bu yüzden biz sözümüzü tutarız.”
Hangi sözdür, tutmayı vaat ettiği? Şurada açıklıyor: “CHP Türkiye Cumhuriyeti’nin varlığının yılmaz bekçisidir. Burada gururla söylüyorum ki, bu çatı altında olmak hepimiz için büyük bir onurdur. Hiç kimse korkmasın, kimse endişelenmesin. Emanetiniz, emanetimizdir, diyoruz.”
Yani hangi sözmüş? Hiç gururlanmadan söylüyorum ki, burada yaşayıp “matrix”i görebilmek büyük talihsizlik, büyük keder kaynağı, haydi yumuşatmayalım, büyük lanet. Acaba “ana muhalefet”i şöyle tarif edebilir miyiz: Uçaktan sallanacak bombaya imza atmış kadını divan başkanı yapan, onun da, hem devleti hem devletin astığı iki genci sahiplenerek, “emanetimizdir” dedikleri şeyden eser kalmamaktayken, parmak ısırtıcı özgüveniyle “kimse endişelenmesin” mesajı verdiği, rolünü karıştırmış insan topluluğu.
Sonraki bölümde, geçen gün kadın vatmana saldıranlar ülke çapında şubeler açacak, ana muhalefet buraların kapısına İstanbul raylı ulaşım planı kitapçıkları bırakacak. Sezon finalindeyse biz yokuz artık.