Kılıçdaroğlu, Cumhur’un kimyasını bozdu (mu)?!
Kürtler “muhalefette kalırsa” Erdoğan kaybedecek. Saray’ın asıl taktiği; HDP’yi bypass ederek Kürt oylarını almak. Ziyaret; HDP’yi karşısına almadan, bu taktiği sürdürmesine olanak sağlıyor.
İsterseniz “cumhurbaşkanlığı adaylığını kafaya koydu o yüzden böyle yapıyor” deyin, isterseniz Erdoğan iktidarı “canına tak etti” o yüzden yapıyor[1] deyin ama sonuçta Kılıçdaroğlu, sadece Erdoğan’ın değil Bahçeli’nin de ayarlarına etki ediyor. Politika tabiriyle; gündem dayatıp arkasından sürüklüyor.
Hatırlanacağı üzere Kılıçdaroğlu bir süredir muhalefet etme tarzını değiştirdi. MB, TÜİK, MEB ve SADAT kapılarını ziyaret derken artık ABD ve İngiltere sokaklarına taştı. (Büyük ihtimalle sırada Papua Yeni Gine değil ama Almanya var, üstelik daha da şaşalı olmak zorunda) Türken Vakfı’nın önünde, Chelsea sokaklarında idi. Ve son olarak biri Soylu’nun diğeri Erdoğan’ın yemeğine iki sinek bıraktı. (Bu arada belirtmek gerekir ki Kılıçdaroğlu sadece mekânı, söylemi, eylem biçimini değiştirmiyor, CHP’nin ideolojisini de değiştiriyor.)
"Breaking Bad Süleyman, ülkenin çocuklarının zehirlenmesine göz yummuştur" demekle kalmadı, "Uyuşturucu paralarını Türkiye’nin cari açığının finansmanında kullandılar" bile dedi. Hatta “Sarayın düzeni bu salgını besliyor” diye ekledi. Yani Kılıçdaroğlu’nun ifadelerinden, bu “faaliyetin” taammüden yapıldığı ve ekonomik/siyasi sonuçların amaçlandığı “çıkarılabilir”.
Soylu’nun paniklediği aşikâr. Ama ezberi şahane; “Aslı Baykal’ın istifasını hazmedemediği açık. Eşkıya takımının Yalova mahkemesi baskınını, ortaya dökülen MLKP-PKK-FETÖ-DHKP/C ittifakı”, “TOGG’u hazmedemiyor” falan filan derken görselliği abartılan uyuşturucu operasyonları servis edildi. Yetmedi, Bakanlığı’na bağlı kolluk kuvvetlerinin üst düzey yöneticilerini Kılıçdaroğlu’nun karşısına dizdi.[2] Anlaşılan bu sefer tek başına kalmak istememişti Soylu. Ve sonuç; havuz medyası dahil uyuşturucu gündemli olsa da Kılıçdaroğlu manşetlere taşındı.
Asıl olay ise türban konusu, pardon başörtüsü konusu. Kılıçdaroğlu, "Kadınların inançlarını istismar ettiğiniz yeter" dedi ve kamuda başörtüsü serbestliğini içeren kanun teklifini CHP’liler Meclis'e sundu. Amaç, "kadınların giyim kuşamını, siyasetin tekelinden çıkartmak" daha doğrusu Erdoğan’ın tekelinden çıkarmak. CHP, hiçbir şeyden çekmemişti şu “başörtüsü”nden çektiği kadar, dense yeri var.
ÇIKAN, EKLENEN 'OK'LAR
Devam etmeden önce buraya kısa bir bölüm ekleme ihtiyacı var. CHP’den sosyalist bir çizgi/tutum bekleyen ve CHP’yi bunu yapmadığı için “yerden yere vuran” klasik solcu eleştirisi değil, yapmak istediğim. Bir tutarsızlığa dikkat çekmek sadece, daha doğrusu tutarsızlığın (ya da siz ona değişiklik deyin) çaktırmadan yapılmasına dikkat çekmek. Uzun zamandır CHP yöneticilerinin ağzından “laiklik” sözcüğünü duyuyor musunuz? Hadi yumuşatalım, eskisi kadar sık duyuyor musunuz, diyelim? “Evet”ler çok cılız çıktı. Oysa “laiklik ilkesi” CHP’nin Altı Ok’undan biri değil mi? Yani CHP’yi diğer siyasi hareketlerden ayıran önemli ideolojik formatlardan biri. Sorsanız, “aaa olur mu hiç” derler, “din işlerinin, devlet işlerinden ayrışmasını, en çok biz savunuyoruz” derler. Pekiyi, “ya dinin, toplum işlerinden ayrışmasını, yani din kuralarının tüm toplumsal ilişkileri belirleme gücünün elinden alınmasını?"
Laiklik söylemi, sadece CHP’lilerin dilinden sürgün edilmedi, toplumda dini kuralların/simgelerin/davranışların daha da yerleşmesine moderatörlük (kolaylaştırıcılık) yapılmaya girişildi. 2008’de üniversitelerde başörtüsüne serbestlik getiren 5735 sayılı Kanun'un iptali için CHP adına Önder Sav ve Kemal Anadol ile Anayasa Mahkemesi’ne dilekçe veren Kemal Kılıçdaroğlu bugün yani 2022’de yani 14 yıl sonra devletin bütün kamu ve kuruluşlarında “başörtüsü”nün serbest olması için kanun teklifi veriyor.[3]
Siyaset sadece iktidarı değil, toplumu da değiştirme “sanatı”dır. CHP rozeti takarak, “bir kişiyi daha sosyal demokrat yaptığına” inanıyor mu CHP yöneticileri, elbette hayır, “bir kişiyi daha AKP’den çaldık” diye övünüyor.
Sosyalist eleştiri ile değil ama sosyalist jargon ile bu bölümü kapatabiliriz; buna kitle kuyrukçuluğu deniyor…[4]
SARAYDAKİ HESAP ÇARŞIYA UYAR MI?
Devam edelim… Kılıçdaroğlu’nun “başörtüsü” çıkışı, “AK Parti”liler de kabul etsin, Erdoğan’ın ezberini bozdu.
Kılıçdaroğlu’nun bu hamlesini kendilerine verilmiş pas olarak gören ve “Bizim de golü atmamız lazım” diyen Erdoğan, 5 Ekim’deki partisinin grup toplantısında “aileyi de güçlendirecek şekilde başörtüsüne anayasal güvence” çağrısı yaptı. Ve 22 Ekim’de de referandum çağrısında bulunarak "Parlamentoda bu iş çözülmüyorsa millete götürelim, kararı millet versin" dedi. 7 Kasım’da ise "Prensip olarak, temel hak ve özgürlükler ile ilgili konuların, halk oylamasına götürülmesini doğru bulmuyoruz" diyerek asisti bırakın kaleyi, tribüne bile değil, stadın dışına çaktı.
Erdoğan’ın “temel hak ve özgürlükleri” hatırlamasını sağlayan ise 2 Kasım günü olmuş anlaşılan. Adalet Bakanı Bekir Bozdağ başkanlığındaki AKP heyeti, başörtüsü konusunda hazırlanacak anayasa değişikliği için MHP, CHP, HDP ve İYİP gruplarını TBMM'de 2 Kasım’da ziyaret etmişti. Her ne kadar bizler sadece HDP ziyaretini öğrensek de[5] Bozdağ’ın heyeti, görüşmelerden istediği sonucu alamamış olmalı ki referandum rafa kalktı.
Ve sonra ne mi oldu, gündem “birdenbire” değişiverdi. Başörtüsü gitti yerine “siyasette yeni senaryolar” geldi. Nasıl olur, AKP yapmadığı kötülüğü bırakmadığı HDP ile nasıl görüşür? HDP, kendisine yapmadığı kötülüğü bırakmayan AKP ile nasıl görüşür? Birdenbire herkes ilkesiz, birdenbire herkes ilkeli oluverdi! Prensip sahibi olanların başında da Meral Akşener geldi. (Hani başka biri olsa neyse de Akşener’in bu role soyunması, trajikomik ötesi oldu).[6]
Oysa hesap çok basit (olabilir)! Bu ülkede genel olarak zaten öyledir ama seçim düzlüğüne girildiği her dönemde siyasetin ilkesi, kuralı, etiği zaten ortadan kalkar. Tek bir başarı kriteri vardır; elde edilen sonuç. Açıktır ki Tayyip Erdoğan, kendisinin de dediği gibi “Kılıçdaroğlu’nun başörtüsü hamlesini kendisine verilmiş pas olarak görmüş” ve bu pası gole dönüştürmeyi amaçlamış. Yani başörtüsü konusunu referanduma götürme hesabı yapmış, bunu seçimlere denk getirerek seçmenin önüne üç sandık koymayı planlamış; başörtüsüne evet, AKP’ye evet, Erdoğan’a evet. Bu taktik Bahçeli’nin de çok aklına yatmış olmalı ki neredeyse siyasetinin tamamını Kürt düşmanlığı üzerinden kurmuş olmasına rağmen, uygulanmasına onay vermiş. “Son derece doğal ve doğru bir adımdır'' dedi AKP’nin HDP ziyareti için. CHP yapsaydı bu ziyareti, ne derdi acaba, daha doğrusu neler demezdi neler. Ancak “saraydaki hesap çarşıya uymamış” olacak ki bu hesaptan vazgeçildi.
Bu arada şu milliyetçi geçinenlerin “omurgasızlığını” araya sıkıştırmadan geçmek olmaz. Kimin kastedildiği belli elbette, Bahçeli ve Akşener ikilisi.
HER ADIMDA YENİ SENARYO
Ziyaret hamlesi; AKP-MHP bloğuna “hem kaybettirdi hem de yeni bir kapı açtı” denebilir. Şu an için kaybettirdikleri daha belirgin elbette. HDP ve Kürt düşmanlığı söylemlerinden (biraz bile olsa) geri durmak zorunda kalacaklar. Çünkü PKK ile bir tuttukları “adına da HDPKK” dedikleri kurumu, resmi ve meşru bir muhatap kabul etmiş oldular. Artık Yozgat’ın, Erzurum’un köy kıraathanelerindeki muhabbetler, başka argümanlar bulmak zorunda. Diğer yandan başta CHP olmak üzere DEVA ve Gelecek’e “gollük bir pas” verdiler. Şimdi artık herkesin önü açık, HDP’yi muhatap kabul etmek için. Hatta HDP’lilerle sabah kahvaltısında Diyarbakır’da ciğer bile yiyebilirler. (Kılıçdaroğlu’nun yaptığı hata şimdi bir kontr-atak şansı doğurdu).
AKP’nin HDP ziyareti fiyasko ile sonuçlanmış gibi gözükse de yeni bir kapıyı da araladı. Altını çizmekte yarar var; Kürt seçmenin oyunu almadan her iki taraf için de kazanmak imkânsız, yani Kürtler “muhalefette kalırsa” Erdoğan kaybedecek. Sarayın asıl taktiği; HDP’yi bypass ederek Kürt oylarını almak. Ziyaret; HDP’yi karşısına almadan, bu taktiği sürdürmesine olanak sağlıyor. Kürt halkına “ben uzlaşmaya açığım” diyor.
Pekiyi AKP, HDP’yi yanına almayı başarabilir mi? Elbette bu mümkün ancak bunun için birkaç koşul var (sanki). Belediyelere gönderilen kayyumlar geri çekilmeden, Soylu görevden el çektirilmeden, Demirtaş ve diğer tutsaklar serbest bırakılmadan HDP böyle bir öneriye “evet” der mi? Ne dersiniz?
Pekiyi HDP’ye rağmen PKK ikna edilebilir mi? Elbette bu da mümkün ancak Öcalan’ın tecrit koşulları kaldırılmadan, daha da önemlisi Suriye’de “bir plan” üzerinde anlaşma yapılmadan PKK “evet” der mi? Ne dersiniz?
Ancak her ikisini de her an yapacakmış gibi yapmak, belki işe yarayabilir. “Yeni Çözüm Süreci” lafları ortalıkta dolaşmaya başladı bile. Ne hazin ki AKP, bunu da daha önce denemişti. Olsun bir kere daha denemekten zarar gelmez. Yıldırılmış, usandırılmış, örselenmiş Kürt halkı, “nasıl olsa her umudun peşinden koşmaya hazır” diye düşünebilirler!!
SİYASETTE HİÇBİR HAMLE SON DEĞİLDİR!
Demirel’in çevirisi ile “dün dündür, bugün bugün”. Hele hele seçimler yaklaştıkça her gün bir öncekiyle hiç uyuşmayan yeni siyasetler inşa edilebilir, inşa edilenin ömrü bir gün bile olmayabilir.
Seyirlik bir oyun içinde herkes; hem seyrediyoruz hem oynuyoruz, siyasetçiler halkı, halk siyasetçileri.
Ne hazindir haber sitelerinin en çok okunan “haberleri” anketler. Yani halk da “oyun”un içinde (denebilir). Onun eğilimleri, değişimleri de siyasete yön veriyor (sözde).
Bir ay önce AKP atağa geçti, oy oranı bilmem kaç yükseldi, 15 gün önce Kılıçdaroğlu fark attı, bir hafta önce kilit parti HDP…
"Eyyyy karasızlar” bir an önce karar verir de bitsin bu “çile”.
"Eyyyy seçmenler” size tutarsız, saçma gelen her hamleye müdahale edin de bitsin bu “absürtlük."
@yavuzhalatt
NOTLAR:
[1] Ama böyle derseniz, neden şimdiye kadar yapmadığına da bir açıklama yapmanız gerekir.
[2] KOM Daire Başkanlığı, "Bu operasyonları yanlış anlamak ve yorumlamak kusurlu bir zekanın değil özürlü bir ruhun belirtisi" açıklaması yaptı. Kullanılan dil, tamamen bilgilendirme amaçlı olmuş!
[3] Bu tür “hatırlatmalar”, CHP kitlesi tarafından “haince” değerlendirmeye çok müsait elbette. Klasik tutum şu; “şimdi sırası mı? Tam AKP’yi köşeye sıkıştırmışken tam AKP’den iktidarı alacakken”… Tam da bu “hoşgörü”nün, CHP yöneticilerini hesap vermez, tutarsız ve “başıboş” hale getirdiğinin farkında olsalar!
[4] Bu durumdan sosyalistlerin muaf olduğu da söylemez. Meşruluk arayışı, çoğalma baskısı, sosyal ilişkileri geliştirme ihtiyacı; solcuları da kitlenin nabzına şerbet vermeye “itiyor”. AKP karşıtlığını altında toplayacak bir şemsiye oluşturulamayınca Atatürk’e sarılınıyor. Bkz 10 Kasım. Cumhuriyeti “göklere çıkarmak” ya da “yerin dibine batırmak”, ikisi de solculuk adına yapılabiliyor. Bkz 29 Ekim.
[5] Bir de HDP açıklaması sayesinde İYİP ziyaretini. Sağ olsun solcu medyamız da her şeyden haberdar ediyor bizi bu arada! CHP ile ne görüşmüş AKP’liler?
[6] Meral Akşener’in siyasi hayatındaki ilkesizliklerinin dökümünü çıkarmak gerekmiyor, zaten Akşener’in derdi de ilke falan değil. Birdenbire afallayan AKP ve MHP seçmenine karşı “Kürt düşmanlığını” sahipsiz bırakmamak.