Kılıçdaroğlu: Erdoğan kendi tasfiyesini hazırlıyor

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, darbe tartışmalarını değerlendirdi. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tabandaki erimeyi durdurmak için sanal düşman yaratmaya çalıştığını söyleyen Kılıçdaroğlu, “Önümüzdeki süreçte Erdoğan ve onun yapılandırdığı bütün kurumlar CHP’ye yönelik bir kampanya açacaklardır. Bundan hiçbir endişem yok… CHP’yi tasfiye edecekmiş. Kendi tasfiyesini hazırlıyor aslında, bunu söyleyerek” dedi. Kılıçdaroğlu, MHP lideri Bahçeli’nin CHP’yi hedef alan açıklamaları için de “Normaldir. Çünkü Bahçeli AK Parti’nin tabanına oynuyor. Bunu görmemek için kör olmak lazım” yorumu yaptı.

Abone ol

ANKARA - Korona salgınında normalleşme adımları atılırken siyasette gerilim tırmanıyor. CHP yöneticilerinin bazı açıklamaları, “Siyaset dışı arayışlar”, “Darbe tehdidi” olarak nitelendirilirken Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın, “Siyasetin kalitesini arttırmanın yolu bu kirli zihniyeti ülkemizden tasfiye etmekten geçiyor” sözleri tartışmayı daha da alevlendirdi.

Meclis’in 100. Yıl Dönümü Özel Oturumu'nda yaptığı konuşmada gerçek bir demokrasinin var olması için saydığı 16 maddenin hangisinin demokrasiye aykırı olduğunu soran CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’na göre iktidarın rahatsızlığının arkasında, CHP'nin demokrasi kılıfı altında topluma satılmaya çalışılan otoriter rejimi deşifre etmesi yatıyor. Erdoğan ve onun yapılandırdığı kurumların CHP’ye yönelik bir kampanya açacağından endişesi olmadığını söyleyen Kılıçdaroğlu, “CHP’yi tasfiye edecekmiş. Kendi tasfiyesini hazırlıyor aslında, bunu söyleyerek” diyor.

Erdoğan’ın tabandaki erimeyi durdurmak için sanal bir düşman yarattığını, düşman olarak da CHP’yi gördüğünü anlatan Kılıçdaroğlu, MHP lideri Devlet Bahçeli’nin benzer açıklamalarını da, “Normaldir. Çünkü Bahçeli AK Parti’nin tabanına oynuyor. Bunu bilmemek ve görmemek için kör olmak lazım” sözleriyle değerlendiriyor.

CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu, korona virüsü salgını, darbe tartışmaları, erken seçim iddiaları, S-400’lerin aktive edilmemesi, belediyelerin hizmetlerinin engellenmesi gibi gündemdeki konulara dair sorulara şu yanıtları verdi:

Covid-19 salgınıyla mücadelede normalleşme adımları atılmaya başlandı. Sizce bu adımların zamanlaması doğru mu?

Benim düşüncem, Bilim Kurulu’nun uyarılarına siyaset kurumunun tamamen uyması. Okulların veya AVM’lerin açılması eğer Bilim Kurulu üyeleri tarafından öngörülmüşse, bir sorunumuz yok. Ama Bilim Kurulu’nun önerileri göz ardı edilip, “Bilim Kurulu’nun görüşünü aldık ama bize göre normalleşme şöyle olmalıdır” diye bir yol haritası çizilmişse, bu yanlıştır.

'SALGININ ORTAYA ÇIKTIĞI BİRÇOK ÜLKE YÖNETİCİSİ BİZİMLE DALGA GEÇMİŞTİR'

Salgın süreci doğru yönetildi mi?

Bu süreçte en temel eksiklik, devleti yönetenlerin bir stratejilerinin olmamasıdır. Bu olay ortaya çıktıktan sonra Türkiye’nin kendisine bir strateji çizmesi gerekirdi. Sağlıkta 2019’da hazırlanan 229 sayfalık bir pandemi raporu var. Böyle bir olay çıktığında sağlık açısından nelerin olacağı belli. İkinci konu, ciddi bir işsizlik ortaya çıkacak. Bu konuda bir strateji var mı? Yok. Üçüncü konu işsizlikle beraber yoksulluk çıkacak. İhtiyaç sahibi aileler kitleler halinde artacak. Bunla ilgili bir strateji var mı? Yok. Dolayısıyla sağlık dışında deneme sınama yöntemiyle sorun aşılmaya çalışılıyor. “Uçak biletlerindeki yüzde 18 KDV’yi yüzde 1’e indireceğiz” diye açıklamalar yapıldı. Ve bir süre sonra uçakla seyahat yasaklandı. Emin olun bu salgınla karşı karşıya kalan pek çok ülkenin yöneticisi herhalde bizimle dalga geçmiştir. Buna benzer gelgitler bir stratejinin olmadığını gösteriyor. Bu strateji eksikliğini ortaya koyan ise tek adam rejiminin Türkiye’de uygulanmasıdır. Hiç kimse bağımsız karar alamıyor. Hiç kimse düşüncelerini rahatlıkla ifade edemiyor. Dolayısıyla bir kişinin ve o kişinin yakın çevresinin aldığı kararlar uygulamaya konuyor.

'TÜRKİYE’DE DEMOKRASİ YOKTUR'

“Tek adam rejimi” diyorsunuz ama “rejim” kelimesi kullanılması dahi darbe söylemiyle ilişkilendiriliyor. En son Cumhurbaşkanı’nın CHP’ye dönük suçlamaları oldu. Ne diyorsunuz?

Ben Erdoğan’a cevap vermek istemiyorum. Çünkü cevap vermeye değmez. Biz Türkiye’de demokrasiyi savunan en büyük partiyiz. AK Parti’nin ve kurmaylarının, -kurmay yok zaten- bir kişi var burada, demokrasiyi katlettiklerini hepimiz görüyoruz, biliyoruz. Parlamentonun bir bağımsız iradesi var mı? Yok. Yargı organı siyasi otoritenin vesayeti altında mı? Evet. Yasama organı siyasi vesayet altında mı? Evet. Medyanın büyük bir kısmı yine siyasi otoritenin talimatıyla terbiye edilmeye çalışılıyor mu? Basın İlan Kurumu, RTÜK, yargı aracılığıyla medya dizayn edilmeye çalışılıyor mu? Evet. O zaman hangi demokrasiden söz ediyoruz? Parlamentoda 23 Nisan’da yaptığım konuşmada, önümüzdeki süreç içinde Türkiye’de gerçekten bir demokrasinin olması için 16 madde saydım. Bana desinler ki, bu 16 maddenin mesela 5. maddesi ya da 1. maddesi demokrasiye aykırıdır. Peki, birinci sınıf demokrasiye geçiş için 16 madde saymamızın temel nedeni nedir? Çünkü Türkiye’de demokrasi yoktur.

'AK PARTİLİ VEKİLLERİN YÜZÜNE BAKARAK SÖYLEDİM'

Yine ben orada Türkiye’nin hukuk sistemini bozan temel olgunun geçmişteki darbeler ve 20 Temmuz darbesi olduğunu, bu darbelerden, bu darbe hukukundan Türkiye arınmadıkça da demokrasiye geçilemeyeceğini söyledim. Üstelik bunu AK Partili milletvekillerinin yüzüne bakarak söyledim. Demokrasi yok Türkiye’de. Ben söylemiyorum ki bunu tek başıma. Aklı başında herkes Türkiye’de baskı rejiminin olduğunu, Saray rejimi tarafından Türkiye’nin yeniden dizayn edilmek istendiğini biliyor zaten. Yeni bir şey söylemiyorum aslında.

'OTORİTER REJİMİ DEMOKRASİ KILIFI ALTINDA SATMAYA ÇALIŞIYORLAR'

Peki, “CHP demokrasi dışında bir arayış içinde”, “darbe tehdidi” açıklamaları neden yapılıyor?

20 Temmuz sonrası giderek artan baskı ve demokrasinin rafa kalkmasının doğurduğu bir tablo var. Bu tabloyu demokrasi olarak satmak istiyorlar. Biz de bunun demokrasi olmadığını, tam tersine, baskıcı bir yönetim olduğunu, bir dikta yönetimi olduğunu, tek adam yönetimi olduğunu ısrarla söylüyoruz. Bu Erdoğan’ı müthiş rahatsız ediyor. Çünkü bizim söylemlerimizi elini vicdanına götürüp AK Partililer de dinliyorlar, “Bu kadar da olmaz” diyorlar. Otoriter rejimi demokrasi kılıfı altında topluma satmaya çalışıyorlar.

'TABANDAKİ ERİMEYİ DURDURMAK İÇİN SANAL DÜŞMAN YARATIYOR'

Her kabine toplantısı sonrasında Cumhurbaşkanı çıkıp ulusa seslenirken, siz de, parti yöneticileriniz de, il başkanlarınız da evlere konuk oluyorlar Erdoğan sayesinde. Bu, bir seçim atmosferi yaratma çabası olarak da değerlendiriliyor. Bir erken seçim olasılığı görüyor musunuz?

Hayır. Bizim gördüğümüz tabloyu Erdoğan’ın görmemesi mümkün değil. Nasıl kaybettiğini, sözlerinin toplum nezdinde ağırlığının olmadığını o da görüyor. Tabandaki erimeyi o da görüyor. Bu erimenin önüne geçmesi lazım. Bunun için de bir sanal düşman yaratılması lazım. Düşman olarak da CHP’yi görüyor. CHP olarak biz demokrasi aleyhine ne söyledik? Hiçbir şey. Kaldı ki bütün darbelerden en çok zararı çeken parti CHP’dir. Darbelerde CHP’nin Genel Başkanları hapse atıldı, CHP’nin mal varlıklarına el konuldu. 15 Temmuz darbe girişimi olduğu zaman, ben uçaktan iner inmez, ilk arkadaşlarla konuştuğumda, “Hepiniz Meclis’e gideceksiniz” dedim. İlk gidenler de CHP’li milletvekilleri. Erdoğan yaygın medya kanalıyla, kendisinin demokrat olduğunu, demokrasiyi savunduğunu, CHP’nin demokrasiye karşı olduğunu anlatmaya çalışıyor. Ama sıradan vatandaş bunların hiçbirisine itibar etmiyor.

'CHP’YE YÖNELİK KAMPANYA AÇACAKLAR, HİÇ ENDİŞEM YOK'

CHP eleştirilirken, “bu kirli zihniyeti ülkeden tasfiye etmekten” bahsedildi. Bu, söylemin dışında somut bir adıma dönüşür mü? Bir tasfiye yaşanabilir mi?

Önümüzdeki süreçte Erdoğan ve onun yapılandırdığı bütün kurumlar CHP’ye yönelik bir kampanya açacaklardır. Bundan hiçbir endişem yok. Oda TV ile ilgili, “hesabını verecekler” dedi. Oda TV kapatıldı, yazarları içeride. “Medya virüsüne izin vermeyeceğiz” dedi. Bu açıklamadan sonra RTÜK tarafından belli televizyon kanallarına verilen cezaların maddeleri, ileride kapatılmalarına yol açacak şekilde değişti. Şimdi CHP için aynı şeyi söylüyor. CHP’yi tasfiye edecekmiş. Kendi tasfiyesini hazırlıyor aslında, bunu söyleyerek. Siz, kalkacaksınız, muhalefet partisini, üstelik hep doğruları söylemesini içinize sindiremediğiniz için, “onu tasfiye edeceğim” diyeceksiniz. Dün bizim Faik Bey’in (Öztrak) dediği gibi, ateş olsan cürmün kadar yer yakarsın. CHP’yi tanımıyor.

'BAHÇELİ AK PARTİ’NİN TABANINA OYNUYOR'

CHP’ye yönelik benzer eleştiriler MHP Lideri Devlet Bahçeli’den de geldi.

Normaldir. Çünkü Bahçeli AK Parti’nin tabanına oynuyor. Bunu bilmemek ve görmemek için kör olmak lazım.

Başta barolar olmak üzere meslek örgütlerinin seçim yönteminin değişmesi gündemde. Bunu nasıl yorumluyorsunuz?

Erdoğan’ın temel özelliği farklı düşüncelere tahammül edememesidir. Çünkü kendisini kibre kaptıranlar, her söylediklerinin doğru olduğuna inananlar, farklı görüşleri dinlemeye tahammül edemezler. Erdoğan’ın geldiği nokta bu. Dolayısıyla farklı görüşler geldiği zaman o farklı görüşlerin doğrudan doğruya kendisini hedef aldığını düşünüyor. Oysa farklı görüşler dünyanın bütün demokrasilerinde bir zenginlik olarak görülür. Kabul edersiniz veya etmezsiniz, düşünce, düşünceyi ifade özgürlüğü var ama siz düşüncelerinizi dahi ifade edemiyorsunuz. Ederseniz suçlanıyorsunuz. (Gülerek) Bizim belediyelerin terörist ilan edilmesi gibi…

'HER ŞEY ŞAHSIMDAN SORULUR, DİYOR'

Belediyeler devlet içinde devlet olmakla suçlandı, paralel devlet yorumları yapıldı. Bunları nasıl değerlendiriyorsunuz?

Belediyeler zaten devletin bir parçası. Anayasaya, yasalara bakın. Bir merkezi yönetim, bir yerel yönetim var. Bu kadar açık. Devleti yöneten kişi “her şey benden sorulur, şahsımdan sorulur” diyor. Çünkü kendisine göre onun şahsı Türkiye Cumhuriyeti devleti üstünde bir yerde duruyor. Dolayısıyla anayasadaki yerel yönetimler, merkezi yönetim, yargı bağımsızlığı, medya özgürlüğü, yürütme organı, ifade özgürlüğü… Bunlar yazılı ama Erdoğan tarafından asla kabul edilmeyen ve bugün tamamen askıya alınmış düzenlemeler.

.

'BU SORUNUN MUHATABI BAHÇELİ’DİR'

İktidar partisinin oylarının düştüğünü söylüyorsunuz? Mevcut tabloda kazanma şansı yoksa seçim sisteminde bir değişiklik söz konusu olur mu? Kulislerde konuşuluyor, iki turlu seçim sisteminin tek tura indirilmesi gibi…

Bu sorunun muhatabı Sayın Bahçeli’dir. Sayın Bahçeli bu düzeni savunuyordu. Bu düzenden şikayetçi ise o zaman bir sorunumuz var demektir.

O zaman karşı çıkması mı gerekir…

Tabi. Bir insanda ilke varsa ve bunlar çerçevesinde hareket ediyorsa, Sayın Bahçeli’nin karşı çıkması demektir. Sayın Bahçeli karşı çıkıyorsa demek ki parlamentoya böyle bir düzenleme gelmeyecek demektir.

'FAİZE KARŞI OLUP EN FAZLA FAİZ ÖDEYEN İKTİDAR'

Dolar 7 TL’yi geçti. İşsizlik artıyor. Bu ekonomik tablonun altından kalkabilecekler mi?

18 yıl tek başına ülkeyi yöneten, istediği yasayı, kararnameyi, kanunu, genelgeyi çıkaran; istediği bürokratı, istediği yere getiren, istediğini görevden alan; istediği her kararı mahkemelerden çıkaran, istediği her yargıcı istediği yere atayabilme gücüne sahip olan; istediği kadar borçlanan, istediği kadar vergi toplayan; istediğinin vergisini affeden, istediğine daha ağır faturalar çıkaran bir siyasal iktidar 18 yılın sonunda neden böyle bir tabloyu Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarının önüne koydu? Sorulması gereken soru bu, ben bu soruyu soruyorum. Vicdan sahibi olan herkesin de bu sorunun arkasında olması lazım. Bir ülkeyi 18 yıl yöneteceksiniz, 18 yılın sonunda bu ülkenin ekonomisi ile ilgili kararları, Londra’daki bir avuç tefeci verecek. Cumhuriyet tarihinin en yüksek ve en fazla faiz ödeyen siyasal iktidarıdır. Faize karşı olduğunu söyleyip en yüksek faizi ödeyenlerdir. Cumhuriyet tarihinin en yüksek işsizlik ordusunu ortaya çıkaranlardır. Sadece bizi de değil, torunlarımızı da en yüksek borç batağı ile karşı karşıya bırakan siyasal iktidardır. Bunların yatacak yeri yok. Samimiyetle söylüyorum. Türkiye Cumhuriyeti devleti hiçbir zaman böyle bir pozisyonla karşı karşıya kalmamıştı. Eğer Trump’ın bir telefonu ile papazı serbest bırakıyorsa bunun arkasında ekonomi yatıyor, başka bir şey değil.

'DÜNYANIN EN PAHALI VE MODERN HURDALIĞINA SAHİP OLACAĞIZ'

Şimdi S-400’lerin aktive edilmemesi konusu da var.

S-400’leri aktive etmeyecekler.

Bunu neye dayanarak söylüyorsunuz?

Ekonomiye dayanarak. Nisan ayında aktive edileceği söylendi. En yetkili kişi kimdi? Erdoğan! Erdoğan “aktive edin” der de birisi çıkıp “yapmayacağım” diyebilir mi? Diyemez. Neden erteliyorlar? Dünyanın en pahalı ve en modern hurdalığına sahip olacağız. 2.5 milyar dolar…

'KONGRE KONUSUNDA BİLİM KURULU KARARLARINA UYACAĞIZ'

Salgın nedeniyle kurultayı ertelediniz? Yavaş yavaş normalleşme adımları atılıyor. Siz kurultay özelinde nasıl bir normalleşme öngörüyorsunuz?

Bilim Kurulu’nun aldığı kararlarda toplantılara izin verilirse biz de kurultaya bir takvim koyar ona göre toplarız. Umarım sorun çıkmaz, sonbaharda yaparız o zaman.

Normal bir kongre olur mu? İzleyici sınırlaması bekliyor musunuz?

Bilim Kurulu’nun alacağı kararlara bağlı. Ama gönül ister ki, kongre salonunu kiraladık, öyle bir yerde yapalım, insanlar gelsinler coşkuyla kongre izlesinler. Yapabilir miyiz? Bu işin uzmanı ne derse ona uymak zorundayız.

.

'BELEDİYELERİMİZ TAM BİR TARİH YAZIYORLAR'

Belediyeler salgın gibi ciddi bir krizle ilk kez karşı karşıya kaldılar. Sizin için de bir sınavdı. Engellemelerle ilgili tartışmaları bir yana bırakırsak CHP'li belediyelerin performansı nasıldı?

Belediye başkanlarımızın performansı gerçekten çok iyi. Gerçekten tam bir tarih yazıyorlar. Buna yürekten inanıyorum. Belli aralıklarla bilgi alıyoruz. Örneğin kaç kişiye ayni yardım, kaç kişiye nakdi yardım, kaç kişinin suları açıldı gibi 9-10 maddelik bir formumuz var. Aslında yapılan engellemeler sadece kamuoyundan tepki topladı. Ama belediye başkanlarımız kendi imkanlarıyla o engelleri aştılar. Bazı yatırımları askıya aldılar. Öncelik insandı, bizim belediyelerimizin olan yerlerde “hiçbir çocuk yatağa aç girmesin” taahhüdü vardı ve o taahhüdü bu zor dönemde yerine getirdiler. Ulaşılması gereken her kişiye ulaştılar, hiçbir ayrım yapmadılar. Bu süreçte beni derinden üzen olay Ümraniye'de oldu. AK Partili Belediye Meclis Üyesi, AK Partili ihtiyaç sahibi ailelere yardım yaparken, CHP'li bir üyenin verdiği yardım listesine, “Hayır bunlara İstanbul Büyükşehir yardım yapsın” diye ayrıma gitti. Bu Saray'dan kaynaklanan ayrımdır işte, toplumu bölen asıl budur, toplumu ayrıştıran,  kutuplaştıran bu anlayıştır. Bunun üzerine ben Kadıköy, Maltepe, Kartal ve Ataşehir Belediye başkanlarını, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanını aradım. Derhal 4 belediye başkanımız ortak bir açıklama yapsınlar bir de telefon versinler, Ümraniye'de hangi aile yardım istiyorsa, bizim belediyelerimiz gidecek hiçbir ayrım yapmadan o ailelere yardım yapacaklar. Bakın bizim anlayışımızla onların anlayışı arasındaki fark bu. Yoksulluğu bile siyasal sömürü alanı haline getiriyorlar.

'5 MASKEYİ DAĞITAMAYAN NASIL YARDIM YAPACAK'

Yine bu arada beni üzen, Erdoğan'ın yardım yaptığı yoksul ailelere, televizyon ekranlarında nasıl yardım yaptığını anlatmasıdır. Eğer inancımızın gereği diyorsanız, inancımıza aykırı, insan onuru diyorsanız, insan onuruna aykırı, devlet yönetimi diyorsanız, devlet yönetimine aykırı. Bir insanın yoksulluğu kaderi değil ki. Onun yoksulluğunu afişe etmeyeceksiniz. En tepedeki kişi afişe ediyor. Nasıl yardım yaptığını anlatıyor. 5 maskeyi dağıtamayan bir insan, nasıl gidecek yardım yapacak. Onu yapacak olan belediyelerdir.

DİYANET VE GENELKURMAY SICAK SİYASET İÇİNDE OLMAMALI

Diyanet İşleri Başkanı'nın hutbesinde eşcinsellerle ilgili sözleri çok konuşuldu. Siz nasıl değerlendiriyorsunuz?

Biz bu konulara özellikle girmedik. Çünkü biz parti olarak iki konuda çok hassasız. Genelkurmay Başkanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı'nın açıklamaları konusunda bir açıklama yapmamaya özen gösteriyoruz. Her kurumun kendi sorumluluğunu bilmesi lazım. Bu iki kurumun da sıcak siyasetin içinde olmaması lazım. Birisi savunmaya dönüktür, diğeri de bizim iç dünyamıza, manevi dünyamızın zenginliğidir aslında. O dünyayı sevgiyle, hoşgörüyle, kardeşlikle, birlikte yaşamayla süslemesi lazım. O tür bir anlatıma ihtiyacımız var. O çerçevede  bir söylem her zaman kabulümüzdür. Sayın Mehmet Görmez'in ve Sayın Bardakoğlu'nun bu konuda açıklamaları var, son derece makul ve doğru açıklamalar.

'SALGIN SONRASI SOSYAL DEVLET ANLAYIŞI ÖN PLANA ÇIKACAK'

Cumhuriyet'e yazdığınız yazıda bir gelecek perspektifi sundunuz. Salgından sonra nasıl bir dünya ve Türkiye bekliyorsunuz?

Tabii bu salgın bütün kesimleri yeniden düşünmeye sevk etti. Bu yeni düşünce içinde dünyanın nereye evrileceği konusunda farklı görüşler ortaya çıktı. Daha otoriter yapıların ortaya çıkabileceğini, neo-liberal yapıların çürüyeceğini veya güçlü sosyal devlet anlayışının ortaya çıkabileceğini söyleyenler oldu. Bana göre kaçınılmaz olarak daha güçlü bir sosyal devlet anlayışının ön plana çıkacağını gösterdi. Örneğin Trump'ın, yoksullara, iş dünyasına, üstelik karşılıksız yardım yapması, bir anlamda sosyal devletin Trump tarafından bile kabul edildiğini gösteriyor. Eğer sosyal devleti biz kurumsallaştırabilirsek, bu aile yardımları, sigortası dahil olmak üzere 9 sigorta dalını hayata geçirebilirsek, kişinin doğumundan ölümüne kadar bütün bir süreci sosyal güvence altına almış olacağız. Bu süreçte en kritik nokta kayıt dışı çalışma. Onun da bilinen ilacı sendikalaşma. İş dünyası da bu örgütlenmeyi kabul etmek zorunda. O zaman bir toplumda yaşayan herkesin gelecek güvencesini hem anayasal hem yasal güvence altına almış olacağız.

Bu süreçte üzerinde durulması gereken temel noktalardan birisi de gelişmiş ülkelerin sorumluluğudur. Gelişmiş ülkeler sosyal devlet anlayışını ve kalkınmayı dünya genelinde teşvik etmezlerse, kendileri de asla rahat edemeyeceklerdir: Bunu da bize göçmenler gösterdi. Hiçbir göçmen, az gelişmiş ülkeye gitmek istemiyor. Demokrasi gelişmiş, kişi başına geliri yüksek ülkelere gitmek istiyor. Eğer siz göçmenlerden rahatsızsanız ya da farklı kültürlerden rahatsızsanız, o zaman o kültürün yaşadığı bölgeyi kalkındırmak zorundasınız. O sorumluluk içinde de o ülkelerin hareket etmesi lazım. O nedenle de biz dünyanın bütün demokratlarına çağrı yaptık, demokrasiyi geliştirin, sosyal demokrasiyi geliştirin, dolayısıyla dikta yönetimlerine ya da otoriter yönetimlere karşı hep birlikte durmak zorundayız dedik.