Türkiye çok uzun süredir AKP merkezli tekçi, milliyetçi sağ siyasetin istikrarsız, ilkelerden uzak, şahıs ve grup menfaatine dayalı, dolayısıyla öngörülemeyen yönetiminin sorunlarıyla boğuşurken muhalefet bloğu oluşan tahribatı azaltacak veya görece bir tadilatı sağlayacak yolları arıyordu. Bu da elbette şahıs/grup menfaatine dayanmayan, öngörülebilir ve ilkelere dayalı bir siyasetle mümkün olabilirdi.
İYİ Parti’nin geçen hafta Millet İttifakı’ndan ayrılıp bu hafta geri dönmesiyle yarattığı toz bulutu, o toz bulutu içinde insanların el yordamıyla da olsa bunu anlamlandırmaya çalışması yıllardır tanığı olduğumuz öngörülemezliğin bu kanatta da devam ettiğini gösterdi. Akşener’in üç gündeki gelgitleri, liderliğindeki kırılganlıktan partisindeki kurumsallığın zayıflığına kadar birçok hususu açık etti. Millet İttifakı’ndan ayrılır ayrılmaz beyaz Toros’lu paylaşımlara başlamaları, bu konuda Zafer Partisi’yle yarışacak bir performans sergilemeleri İYİ Parti’nin demokrasi ve hukukla olan mesafesini de belli etti.
Akşener krizi, yüzyılın en büyük insani felaketine dönüşen 6 Şubat depreminde enkaz altında kalan hükümetin buradan çıkabilmesi için bir tür imkan ve araca dönüşmeye doğru ilerlerken son dakika diplomasisiyle sağlanan uzlaşı, bu hediyeyi ellerinden almış oldu. Millet İttifakı’nın yeniden 6’lı Masa'ya dönüşmesinin siyasi iktidar açısından çok büyük bir hayal kırıklığına, muhalefet açısından da yeni bir moral ve güç kaynağına dönüştüğü açık.
Ancak Akşener’in anlamlandırması ve öngörülmesi zor hamleleri ile partisinin özellikle Kürt meselesinde benimsediği AKP-MHP’den farksız tavrın seçmende yarattığı güvensizliği ortadan kaldırması kolay olmayacak. Bunun aksi, İYİ Parti’nin Millet İttifakı’nın demokratikleşmesi ve böylece genişlemesinin önündeki tıkaç olma rolü/vazifesinden vazgeçmesi ve bugünkü Türkiye’yi yaratmış AKP-MHP koalisyonunun ezber ve reflekslerinden kurtulmasıyla mümkün olabilecek. Her şeyin tek kişi ve partide toplandığı sistemin değişebilmesi, birbirini dışlama yerine tanıma ve anlamanın, monolog yerine diyaloğun, dikte etme yerine müzakerenin inşa edilebilmesi, bunu sağlama iddiasındaki muhalefetin de demokratikleşmesiyle mümkün olabilecek.
Son sürecin Kılıçdaroğlu’nun liderliği ve birleştirici rolü bakımından ise tam aksine güven veren bir görüntü yarattığını, dolayısıyla kendisini güçlendirdiğini belirtmek gerekiyor. Kılıçdaroğlu’nun liderlik ettiği partisindeki ulusalcı, öncülük ettiği Millet İttifakı’ndaki milliyetçi-ülkücü kanadın direncine rağmen bu süreçten cumhurbaşkanı adayı olarak çıkabilmesinin kendisinin, bu iki kesimin uzun vadede dönüşümünde de olumlu etkiler yaratması gerekir. CHP’nin ulusalcı kanadı bu sürecin sonunda sosyal demokrat bir yönde dönüşebileceği gibi İYİ Parti de 90’ların DYP’si veya yeni sürüm MHP’si olmaktan kurtulabilir.
AKP, 2015’ten bu yana Kürt meselesindeki çatışmacı ve baskıcı siyasetini, gücünü pekiştirmenin/ömrünü uzatmanın en etkili aracına dönüştürmüş durumda. Bu araç yarattığı korku atmosferiyle muhalefeti de ya iktidara benzetiyor ya da tamamen sözsüz bırakıyor. Altılı Masa’nın şimdiye kadar ürettiği ortak politikalar mutabakat metni ile anayasa değişiklik önerisi, AKP’nin mevcut Kürt siyasetinin doğrudan bir sonucu olarak, bu meseleye temas etme cesareti dahi gösteremiyordu. Dolayısıyla hükümetin sıkıştığı her anda bu etkili araca sarılmasını engellemek ana akım muhalefetin önündeki en önemli ve öncelikli görev olmalı. Bu gerekçe ve aracı elinden alındığında AKP’nin belli bir kesimin saadet zinciri olmaktan başka vasfının kalmadığı gün yüzüne çıkmış olacak. Muhalefet de yıllardır alındığı bu cendereden kurtularak daha rahat, daha özgün söz ve siyaset üretebilecek.