Kılıçdaroğlu’nun fantezileri, CHP tarihi ve gerçekler-IV: Ecevit’in günahlarını ödeyen Türkiye ve CHP’nin bugünü
Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemiyle kristalize ettiği politik hat, solun içini boşaltmakla kalmadı, Türkiye tarihinin en geniş sağ cephesinin gerici ve faşist pratiklerine de meşruluk kazandırdı.
Özay Göztepe
1979 yılında ara seçimde 5 milletvekilliğinin tümünü AP kazanır. Ecevit’in istifasıyla Demirel, 12 Kasım 1979’da hükümeti kurar. Bunun öncekilerden farkı, MSP ve MHP’nin hükümette olmaması, ama güvenoyu vererek Demirel’in bir azınlık hükümeti kurmasıdır. MSP ve MHP destekli kurulduğu için 3. Milliyetçi Cephe hükümeti olarak da anılan Demirel hükümeti döneminde cinayetler artarak devam eder.
KISMİ MİLLİYETÇİ CEPHE VE CHP’YE YÖNELİK SALDIRILAR
Saldırıların yoğunlaştığı kesimlerden biri, CHP’dir. 1980 yılının ilk altı ayında 50’ye yakın CHP yöneticisi ülkücüler tarafından öldürülür. (Sosyalizm ve Toplumsal Mücadeleler Ansiklopedisi, 7. Cilt, İstanbul: İletişim Yayınları, 1988, s. 2352) Bunlardan bazıları şöyledir:
- Hem Maraş Katliamı müdahillerinin hem de Adana Emniyet Müdürü Cevat Yurdakul’un ailesinin avukatı olan CHP Adana il başkanı Ahmet Albay, Nisan 1980’de arkasından vurulur. Albay, 3 Mayıs 1980’de ölür.
- MHP’nin en güçlü olduğu yerlerden biri olan Kayseri’de CHP il başkanı olan Avukat Mustafa Kulkuloğlu, 7 Mayıs 1980’de sırtından vurularak öldürülür.
- 17 Haziran 1980’de, CHP eski milletvekili, CHP Nevşehir eski İl Başkanı, avukat Mehmet Zeki Tekiner ve CHP üyesi Yüksel Yavuzbaba öldürülür. Ertesi gün düzenlenen cenaze törenine de silahlı saldırıda bulunan MHP’liler, Tekiner’in tabutunu kurşunlarlar.
Zeki Tekiner cinayetine azmettiren ve cinayetten sonra katilleri saklayan, Ülkü-Bir üyesi öğretmen Ömer Ay’dır. Ay, yakın döneme kadar İyi Parti Nevşehir İl Başkanı idi. Bu konuda Zeki Tekiner’in kızı Aylin Tekiner "Siz tabutu asfalta geri bıraktınız" başlıklı bir yazı yazmıştır.
Zeki Tekiner, Süleyman Demirel’in başbakanlığı döneminde öldürülmüştür. İroniktir, o dönemde ülkücülerin hamisi olan ve 90 yıl yaşayan Demirel de 17 Haziran’da (2015) ölmüştür. Ne acıdır ki, CHP’nin genel başkanı ve diğer yöneticileri, 17 Haziran’da Zeki Tekiner’in adını hiç anmazken, Süleyman Demirel’i övgü dolu sözlerle anmaktadırlar.
- CHP İstanbul milletvekillerinden Abdurrahman Köksaloğlu, 15 Temmuz 1980’de kendisine ait işyerinde otururken, içeri giren bir ülkücü tarafından silahla vurularak öldürülür.
- Üç il başkanı ve bir milletvekili dışında da birçok CHPli öldürülmüştür. Bunlardan bazıları gazetelere de yansımıştır:
3.MC hükümeti döneminde saldırılar, elbette sadece CHP’ye yönelmez. Birçok devrimci, aydın ve Alevi bu dönemde katledilir.
- 20 Kasım 1979’da, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dekan Yardımcısı Prof. Dr. Ümit Doğanay öldürülür. (Cumhuriyet Gazetesi, 21 Kasım 1979)
- 3 Aralık 1979 gecesi, Hatay’ın Kırıkhan ilçesindeki tek odalı bir gecekondunun kundaklanması sonucunda Kürt-Alevi bir aileden 6’sı çocuk 8 kişi yanarak can verir. (Cumhuriyet Gazetesi, 5 Aralık 1979)
- 7 Aralık 1979’da, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Cavit Orhan Tütengil, otobüs durağında beklerken, 4 ayrı tabancadan çıkan kurşunlarla öldürülür. (Cumhuriyet Gazetesi, 8 Aralık 1979)
- 23 Mayıs 1980’de gece yarısı üç ülkücü, evini bastıkları Türk Tabipler Birliği Merkez Konseyi Üyesi Dr. Sevinç Özgüner ve eşi Vecdi Özgüner’i kurşun yağmuruna tutarlar. Sevinç Özgüner ölürken, Vecdi Özgüner ağır yaralanır. (Cumhuriyet Gazetesi, 24 Mayıs 1980)
- Üniversite sınavları için çeşitli illerden İzmir’e gelen gençlerin İnciraltı Öğrenci Yurdu’nda düzenlediği moral gecesine 12 Haziran 1980’de jandarma tarafından açılan yaylım ateşiyle 5 kişi öldürülür, 15 kişi yaralanır, 500 öğrenci gözaltına alınır. (Cumhuriyet Gazetesi, 14 Haziran 1980)
- Demokrat Gazetesi’nde muhabirlik yapan 21 yaşındaki Recai Ünal, gazeteden çıktığında ülkücüler tarafından kaçırılır ve ertesi gün sigara yanıklarıyla dolu cesedi bulunur.
ÇUVAL CİNAYETLERİ
Ocak-Haziran 1980 döneminde toplam 33 kişi, ülkücüler tarafından kaçırılıp işkence edilerek öldürülmüştür. Bu şekilde sadece İstanbul’da öldürülen kişi sayısı 16’dır. (12 Eylül ve Türkiye Gerçeği, (Der: Oğuzhan Müftüoğlu), İstanbul: Bireşim Yayınları, 2000, s. 332-333)
- DİSK eski Genel Başkanı ve Maden-İş Sendikası Genel Başkanı Kemal Türkler, 22 Temmuz 1980’de öldürülür.
- Çorum’da, Mayıs sonu ve Temmuz başında iki kez kitlesel şekilde MHP’liler tarafından düzenlenen saldırılarda insanlar dağlanarak, şişlenerek, kafaları baltayla parçalanarak, yakılarak katledilirler. Toplam ölü sayısı 50’den fazladır.
Demirel’in başbakanlığında yükselen iki şey daha vardır: Birincisi, her biri çok sayıda cinayetten hükümlü MHP’lilerin cezaevlerinden firar etmesidir. 3. MC Hükümeti öncesinde de bazı ülkücüler cezaevlerinden kaçırılırlar. Ancak 3. MC Hükümeti döneminde bu firarlar, sistematik bir hal alır.
Demirel’in başbakanlığındaki Kısmi MC hükümeti döneminde değişen ikinci şey, güvenlik güçlerinin yargısız infazlarının artmasıdır. 1980 yılının ilk 6 ayında güvenlik güçlerince öldürülenlerin sayısı şöyledir:
- Ocak: 13 kişi
- Şubat: 18 kişi
- Mart: 17 kişi
- Nisan: 38 kişi
- Mayıs: 24 kişi
- Haziran: 34 kişi (Türkiye Gerçeği, s. 328)
DARBENİN ZEMİNİ HAZIRLANIYOR
1978-1980 arasında MHP’lilerin gerçekleştirdiği cinayetler ve katliamların amacı, parlamenter yoldan iktidarı ele geçiremeyeceği için sağcı bir askeri darbeye zemin hazırlamaktır. Darbeye zemin hazırlamanın yolu da saldırıları ve cinayetleri artırmaktır. Daha sonra askeri darbenin başındaki kişi tarafından itiraf edileceği gibi “koşulların olgunlaşması” beklenmiştir. 1980 yılında her gün ölen kişi sayısının 10’un altına düşmemesi, “koşulların olgunlaşması” açısından sağlam bir zemin oluşturmuştur.
1980 yılı Ağustos ayı başından darbenin yapıldığı 12 Eylül 1980’e kadar geçen sürede (42 günde), 571 kişi siyasal olaylarda hayatını kaybetmiştir. (Türkiye Gerçeği, s. 373)
CHP’NİN BUGÜNÜ VE KISA SONUÇLAR
Önce sivil sıkıyönetim ile ordunun devreye sokulması, sonra askeri sıkıyönetim ile ordunun rolünün güçlendirilmesi, (Latin Amerika ülkelerinde olduğu gibi) 12 Eylül 1980’de gerçekleştirilen askeri darbenin yolunu açmıştır. Darbeyi yapan komutanlar “koşulların olgunlaşması” için beklerken, MHP’liler “koşulları olgunlaştırma” görevini sadakatle yerine getirmişlerdir. Ecevit, iktidara geldiğinde, daha önce taahhüt ettiği gibi halkın can güvenliğini sağlamış, cinayet şebekelerini dağıtmış, kontrgerillanın üzerine gitmiş olsaydı, hem binlerce insanın öldürülmesinin hem de 12 Eylül’ün önü alınmış olabilirdi. Ne yazık ki bu tren kaçtı.
Günümüze gelirsek… Evet, o dönemin treni kaçtı; ancak Kılıçdaroğlu’nun ve CHP yönetiminin politik yönelimiyle herhangi bir treni görme ihtimali bile yok. O yüzden de “atı alan Üsküdar’ı geçiyor” hep. 1973 ve 1977 seçimlerinde CHP’nin sol politik hattı ile elde ettiği seçim başarıları ve iktidardayken sağcılaşmasından dolayı toplumsal desteğini yitirdiği açıkça ortadayken, “oy alabilmek için sağa açılmalı ve sağcılarla ittifak yapmalıyız” söylemi, bir iddia değil temenni olabilir ancak. (CHP’nin 1973 ve 1977’deki başarılarının sadece o dönemin bir özelliği olduğu düşünülüyorsa, SHP’nin 1980’li yılların sonundaki seçim başarılarına da bakabilirler. 12 Eylül’le ve Turgut Özal şahsında cisimleşen liberalizmle hesaplaşan SHP, tarihindeki en yüksek oy oranına ulaşmış; ancak bu hattan uzaklaştığı için kazandığı toplumsal desteği kısa sürede kaybetmiştir.)
Kılıçdaroğlu’nun “helalleşme” söylemiyle kristalize ettiği politik hat, sadece solun içini boşaltmakla kalmamış, aynı zamanda Türkiye tarihinin en geniş sağ cephesinin gerici ve faşist pratiklerine de meşruluk kazandırmıştır. Bunun için -suçlular ile çektirdiği fotoğraflardan dolayı Süleyman Soylu’yu diline dolayanların- dünün cinayet ve katliam faili olan suçlularını sosyal medyada anmalarına göz atmak bile yeter. Üstelik bunu yaparken, CHP’li oldukları için -kimisi vahşice öldürülen- üyelerini hiç mi hiç anmazken… Bir değişim söz konusu olacaksa, bu ailelerle “helalleşmek”ten başlamak, iyi bir tercih olabilir.
Buna koşut olarak mevcut CHP yönetiminin en sağcı tavırlarından biri de sokağı krimalize etmesidir. Enis Berberoğlu için Kılıçdaroğlu liderliğinde Adalet Yürüyüşü düzenleyen CHP, demokratik talepleri için toplantı ve gösteri hakkını kullanan insanlara “oyuna gelmeyin, haklıyken haksız duruma düşmeyin” diyerek baştan iktidarla aynı konumda hizalanmaktadır. Çünkü her seferinde “oyunuzu güvenle kullanın, gerisi bizde” diyerek “oyuna gelen” Kılıçdaroğlu ve CHP yönetiminin, AKP’nin çizdiği sınırları yıkmak gibi bir niyeti ve cesareti yoktur. Eğer Atatürk de aynı mantıkla davransaydı, Samsun’a çıktığında Osmanlı Hükümeti tarafından verilen -silahları toplayıp dönme- görevini layıkıyla yetine getirirdi. Oysa o, “oyuna gelme”yi tercih etmiş, kendisine çizilen sınırlar içinde kalmayı reddetmiş ve Anadolu’da bir direniş örgütleme çabasına girmiştir. Sokakta kurulmuş ve ülkeyi işgalden kurtarmış CHP’nin sokaktan uzaklaştıkça gücünü ve niteliğini yitirdiğini görmesi için birçok Gezi Ayaklanması yaşanması gerekecek galiba. Tarihsel gerçekler açıkça gösteriyor ki sokak güçlü oldukça CHP de güçlü olmaktadır. Tersinin örneği yoktur.
Son olarak, AKP sıradan bir parti olmadığı halde öyleymiş gibi davranarak siyaset kurulamaz. Eğer “1919'un 100. yılında kazanımlarımız tehdit altında” diyorsanız; rejimin kurucu sütunlarını yıkan, bir işgal kuvveti gibi hiçbir hukuk kuralına bağlı davranmayan, fetih kültürüyle ülkenin toplumsal zenginliklerini yağmalayan bir iktidardan söz ediyorsunuz demektir. Dolayısıyla böyle bir iktidara karşı mücadele de ancak bütün toplumu sevk ve idare edecek bir örgütlenme ile yürütülebilir. Çünkü Metin Özuğurlu’nun yerinde bir uyarıyla dile getirdiği gibi maddi yaşam koşulları benzeşen ve nüfusun üretken kapasitesinin tamamını oluşturan mal, hizmet, bilgi ve ürün üreten yurttaşların birleşik iradesine dayanmayan hiçbir muhalif hareketin, otokrat rejimleri yenilgiye uğratması mümkün değildir. Ancak ne Kılıçdaroğlu’nun ne CHP yönetiminin ne de “değişim” isteyen adayların böyle bir gündemleri bulunmamaktadır. Sürecin traji-komik yanı ise aday olarak ismi geçenlerin tarihsel pratikleri ve söylemleri, Kılıçdaroğlu’ndan hiçbir farklılık taşımıyorken -hatta sağcılıkta ipi daha önce göğüsleyebilecek potansiyele sahipken- değişimden bahsetmeleri. Aday olarak ismi geçen değişim yanlılarından hiçbirinin, CHP’nin sağcılaşmasına karşı çıkan herhangi bir beyanı olmadı. Oysa gerçek ve gerekli bir değişim, ancak devrimci bir iradeyle mümkün olabilir; sağcılık yarıştırarak ya da sağcı sayısını 6’dan 16’ya çıkararak değil.