Duydunuz mu, yandınız mı, cız etti mi yüreğiniz, yoksa kötülükler selinde bu da kayıp gitti mi aklımızdan, vicdanımızdan?
Birkaç gün önceydi. Güngören’de bir tekstil malzemeleri atölyesinde yangın çıktı. İşçiler kurtarıldı. Kimi yaralıydı.
6 saat sonra fark edildi ki, “kendilerini tuvalete kilitlemiş” dört yabancı (göçmen, mülteci, kaçak) işçi dumanda boğulup ölmüştü.
Bir gün sonra bir ceset daha bulundu.
Bir tanık dedi ki, “İşçilerin çoğu Cuma namazına gitmişti.”
Aklıma gelen ilk şüpheyi söylesem, ölen ya da istemeden de olsa öldürülen işçilerin ruhunu da huzursuz eder miyim?
Söyleyeceğim çünkü bu konuda ciddi içtihat var:
Bu “göçmen-mülteci” işçiler, öğlen dışarı çıkıp kaytarmasınlar diye kilitlenmiş olabilir mi?
Yoksa yangın gibi, bilhassa mülteci olunan, göç edilen coğrafyaların sıradan kaderini bilmesi gereken bu işçiler, diğerleri gibi kaçmak, kurtarılmaya koşmak yerine, gerçekten “kendilerini tuvalete kilitlemiş” midir?
Kim yangında, depremde, selde kendini tuvalete kilitler?
Hem de dört kişi birden!
Ah gençler; hem işçi, hem mülteci iken.
Belki doğrudur ilk üflenen bilgi. Bilmiyoruz şimdilik.
Ama ben size içtihadı, yıllarca yazdığım yazılardan da alıntılarla aktarayım.
“Dünya Kadınlar Günü”nü bilirsiniz. Asıl adı “Dünya Emekçi Kadınlar Günü”dür. Kökenindeki bir vaka nedeniyle, esasında “Gül” günü değil “Kül” günüdür.
165 yıl kadar önce, New York’taki büyük tekstil grevi sırasında, polisin saldırıp büyük bir atölyedeki kadın işçilerin içeri kilitlenmesi ve 129’unun sıkışmış, kıstırılmış şekilde yanması vardır kökeninde; külüyle, dumanıyla, kilitli katliamla!
Size yıllarca takip ettiğim bir yerli ve milli kilitli işçi katliamını da hatırlatmak isterim. Duyduk duymadık demeyin, diye; buyurun Bursa’ya, o alev alev tekstil atölyesine:
New York yangınının, 129 işçi kadının küllerinden 148 yıl sonra…
15 yaşındaki Ayşe Denizdolan…
18’inde Sadife Düdüş…
21’inde Gülden Çiçek…
27’sinde Necla Özveren…
32’sinde Sevgi Sesli…
Orada hep birlikte, kilit altında, yanarak, boğularak can verdi.
Unutmayalım diye:
Sevgi Sesli, 3 aylık hamileydi.
Aynı işçi sınıfının ölülerini şuydu, buydu ayırmayalım diye; ikisinin kalan portreleri başörtülü, ikisinin başörtüsüzdü!
Necla Özveren’i bilmiyorum; zaten önce kayıp sayılmış, sonra, nerede olacak, tezgâhının orada bulunmuştu!
İşçilerin kaytarmasınlar diye içeriye kilitlendiği yangın yerinin personel müdürü çok önemli bir açıklama yapmıştı:
“Ölen kızlardan biri” yangın çıkınca son çare telefonla onu aramış…
Kendisi de camdan atlamalarını tavsiye etmişti!
Öyle ya… Kapılar kilitliydi!
New York’tan 148 yıl sonra, Bursa’da kapılar işçilerin üzerine kilitliydi!
İçtihadımız bu kadarla kalmaz; kadın-erkek ayırmayalım diye:
Bursa’dan 1,5 yıl önce, İstanbul’da, tam da Emekçi Kadınlar Günü’nde, bir fırında dört işçi, yine 02 ile 03 arası, birbirine sarılarak yandı.
Kemal Baysal, Hasan Arslan, Hüseyin Özkan, Metin Aşçı dışarı çıkamamıştı, çünkü işçilerin kaldığı asma katın pencere kepenkleri dahil bütün kepenkler kilitliydi!
Yanmasaydı, Metin Aşçı 8 aylık oğlunu görecekti altı gün sonra.
Yanmasaydı, 18 yaşındaki nişanlısı Gonca ile düğün tarihini konuşacaktı Kemal Baysal.
Unutmayalım diye bütün bunlar.
Çünkü mahkeme, misal tekstilci patrona önce 10 yıl hapis biçmişti ki…
Burası serbest piyasa ekonomisi ve neredeyse tüm kurum ve kurallarıyla sermaye odaklı bir düzen ya…
New York yangınından 1,5 asır sonra…
Bursa’da kilitli kapıların aldığı beş canın, yok olan beş kadının bedeli, 182 bin TL para cezasına çevrildi!
Böyle çok vaka vardır da, kimi kayda geçmemiş, kimi haber olmamış, kiminde yangın çıkmadığı için çok şükür, kilitli kapılardan kimse cansız çıkmamıştır.
Nitekim yıllarca süren bir dava, hem de Türkiye Taş Kömürü Kurumu’nun Zonguldak’ta 1800 işçinin çalıştığı madeninde, işçiler olur olmaz çıkmasın diye, asansör kapılarının kilitlendiğini belirlemişti.
Siz şimdi bunlara “New York gibi”, diyebilirsiniz. Doğru, 165 sene önceki New York gibi.
Çünkü kapitalizmin maması artık değer; sadece üretim sürecindeki sömürüyle değil, köleleştirme ameliyelerindeki gaspla, insanın bedeni kadar ruhunun da istismarıyla, sadece “iş kazası”yla değil meslek hastalığına maruz bırakışıyla da çoğalır.
Elde silah katliam yapanların ABD’sinde bu yangın riski muhtemelen daha dikkate alınıyordur ama, ille karşılaştırmak isterseniz Bursa’yı, burayı, şurayı, hadi Bangladeş’e gidelim.
Misal, sene 2021, aylardan temmuzdur. Batı’ya, bize de ucuz giysileri üç paraya üretenlerden büyük bir atölyede, köle gibi çalışsınlar diye içeriye kilitlenen çoluk çocuk, genç, kadın işçilerden 52’si bir yangının küllerine, fason üretimin Muson rüzgârına karışmıştır.
İşte, her şeyin bir bedeli var, dendiğinde bunları da unutmayın diye!
Misal, Kadınlar Günü kutlarken, bu kızları, kadınları da hatırlayın diye.
Ben yanmasam, sen yanmasan, nasıl çıkar bu büyümeler tavana, derken; fırındaki, atölyedeki, madendekilerin fısıldayan seslerini, boğulan son nefeslerini de duyun diye.
İşçileri fabrikaya, atölyeye kilitleyenler…
Asansörle çakanlar…
Madenlerde arada boş zaman kalmasın diye vardiyaları üst üste bindirenler ve o sayede arsız kasaları dolduranlar genellikle masum çıkar!
Fakat bu sorumlu ama sorumsuz şahıslar, eğer inançlı birer muhafazakârsa hele, kötü haberi sona saklamış olayım:
Elio Petri’nin, kapitalizmin çarkları ve acımasızlığı kadar, kendi sınıfını-safını şaşıran işçilerin, sendikacıların da eleştirisini yaptığı yarım asırlık filminin adıyla ve hatırıyla:
İşçi sınıfı cennete gider!
Ötekilere de muhtemelen cehennem kalır!
Sanırım, öyle.
Böyle yapmayacaktınız, öyle yakmayacaktınız!