Çocukken bu sözü ne çok kullanırdık. Hâlbuki artık Yalova’nın kaymakamı değil, valisi var. Peki, Türkiye’nin en küçük yüzölçümüne sahip ancak nüfus yoğunluğu açısından da dördüncü sırada yer alan ili nasıl bir yer?
“Bir gün Yalova’ya genç, yeni mezun bir kaymakam atanmış. İlk
kez göreve başlayacak olan kaymakam, İstanbul’dan vapura binerek
Yalova’ya hareket etmiş. Yalova’ya geldiğinde iskelenin tıklım
tıklım insanlarla dolu olduğunu görmüş. Güverteye çıkmış, etrafa
gülümseyerek bakıyormuş. Yanından geçen bir boyacıya usulca
sormuş:
- Bu kalabalık Yalova Kaymakamını bekliyor değil mi?
Boyacı, gülmüş, ‘Kim takar Yalova Kaymakamını ağabey? Halk Gazi
Paşa’yı bekliyor’ demiş.
Meğer o gün Yalova’ya Atatürk geliyormuş, kalabalık da Atatürk’ü
karşılamak için toplanmış.”
Araştırmacı yazar Nuri Taner, “Tüm İlçeleriyle İlimiz
Yalova” adlı kitabındaki “Yalova Fıkraları” bölümünde, “Yalova
Kaymakamı”na ilişkin bu anlatıya yer vermiş. Hatta Türk Dil
Kurumu’nun sözlüğünde bile tanımı var: “Kendini önemli kişi sanan
kimse.” Bizim çocukluğumuzda çok kullanılırdı bu deyim. Ta ki 6
Haziran 1995 tarihine kadar... O gün ne mi oldu? Yalova il
oldu!
Yalova
YEDİNCİ AYIN YEDİNCİ GÜNÜ: YETMİŞ YEDİ
Zamanı bir yıl geriye saralım. 1994 yılının 7 Temmuz günü,
seçimlere üç gün kala Yalova’ya gelen DYP lideri Başbakan Tansu
Çiller, mitingde Yalovalılara şöyle sesleniyor:
- Bugün hangi aydayız? - Temmuuuzz! - Kaçıncı ay oluyor? Yedinci ay mı? - Eveeeet! - Yedinci ayın hangi günündeyiz? - Yediiiiii! - Yedinci ayın yedinci gününde miyiz? Bu ne oluyor? Yetmiş yedi
mi oluyor? - Yetmiş yediiii! - Ne var bu yetmiş yedide? - Yalovaaaaa! - (...) Yetmiş yedinci il hayırlı olsun!
İşte Yalova, Devlet Bahçeli’yi aratmayan bir matematik oyunuyla
böyle böyle il oldu. Peki, oldu da ne oldu?
'YALOVA BENİM KENTİMDİR'
Yalova’yı anlamak için Cumhuriyet’in emekleme yıllarına biraz
daha göz atmakta fayda var: O yıllarda ülkenin tamamı gibi
Yalova’nın durumu da içler acısıymış. Evler yakılıp yıkılmış;
kaplıcalar bakımsızlıktan ve tahribattan nasibini almış; kent
merkezi sazlık ve bataklıkların yaygın olmasından dolayı sivrisinek
yatağı hâlindeymiş. Sıtma ve salgınlar yüzünden halkın büyük kısmı
hastalıklarla mücadele ediyormuş. İleride “Yalova benim kentimdir.”
diyecek Mustafa Kemal Atatürk’ün 19 Ağustos 1929 günü ilk kez
geldiği Yalova, zamanla değişmeye ve yaralarını sarmaya başlamış.
20 Kasım 1929 tarihinde çıkartılan kanunla Yalova kaza merkezi
hâline getirilmiş ve İstanbul’a bağlanmış.
Yalova
İSTANBUL’UN ARKA BAHÇESİ
Hâlbuki çoğu insan, Yalova’nın eskiden Bursa’nın ilçesi olduğunu
sanır. Haksız da değiller hani! Araya İzmit’in girmesiyle şu anda
İstanbul ve Yalova, sınır komşusu bile değil. Ama eskiden öyle
değilmiş işte. Eskiden İstanbul’un arka bahçesiymiş. İstanbullular,
yüzmek için, dinlenmek için, şehrin gürültüsünden kaçmak için
Yalova sahillerini tercih edermiş. Yalova’nın son hâllerini
bilenler belki inanmakta zorluk çekecek ama size farklı bir Yalova
portresi çizeceğim: Sinemaların ya da büyük dükkânların olmadığı
yıllar... Sebzelerin ve yeşilliklerin en taze hâliyle bolca
bulunduğu pazarlar... Meyve bahçelerinde sabahtan akşama kadar
koşan çocuklar... Kafelerin ve restoranların işgal etmediği,
yemyeşil parkların bulunduğu, canı sıkılan kızların, erkeklerin
çekirdek yiyerek rahat rahat tur attığı sahiller... Trafiğin asla
sıkışmadığı caddeler, park yerinin sorun olmadığı sokaklar... Hatta
öyle sakin bir yermiş ki daha çok emekliler tercih ettiği için
şakayla karışık “fil mezarlığı” olarak anılırmış Yalova. Gerçi
Çınarcık ilçesini “Türkiye’nin ikinci Bodrum’u” diye lanse edenler
de yok değilmiş ama bu kadar abartmaya da gerek var mı sizce!
Karaca Arboretum Canlı Ağaç Müzesi
'KÜÇÜK ARABİSTAN'
Büyük şehirlere yakınlığı nedeniyle Yalova, her zaman göç alan
bir yer olmuş. Karadeniz kökenliler, Kafkas ve Balkan göçmenleri
başta olmak üzere Türkiye’nin her bölgesinden göç almaya başlamış.
İl olmasının da etkisiyle özellikle Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nden
göçler de nüfusta büyük bir artışa sebep olmuş.
Gel zaman git zaman Araplar da bu şirin ilçeyi keşfetmiş. Herkes
bu ilginin yeni olduğunu zannediyor ama bakın 3 Ekim 1988 tarihli
Cumhuriyet Gazetesi’nde yer alan “Yalova’daki Küçük Arabistan”
başlıklı haberde ne deniliyor: “Gökçedereliler, evlerini,
otellerini Araplara açıyor, dükkân, manav ve kasaplarını onların
isteklerine göre donatıyorlar. Araplar, arazilerin tapusunu
güvendikleri Türklerin üzerine yapıyor, ardından da milyonları
döküp evlerini dilediklerince inşa ediyorlar.”
Yalova Kent Ormanı
DEPREM VE SONRASI
Yalova’nın Gökçedere köyünden tüm ilçeye yayılan göç dalgasının
günümüzde hangi boyuta geldiğini ilerleyen satırlarda anlatmaya
devam edeceğim ama öncelikle 17 Ağustos 1999 depremine değinmemiz
gerekiyor. Büyük tahribatın ve can kayıplarının yaşandığı deprem,
Yalova’ya göçü bir süreliğine de olsa yavaşlatmış. Öyle ki her
geçen yıl artan kent nüfusu, depremden sonra oldukça düşmüş. E bu
düşüş konut fiyatlarına da yansıyınca kısa süre sonra gidenlerin
yerine başka şehirlerden, başka ülkelerden yenileri gelmiş.
Yalovalılar, o yıllarda gelenlerden bazılarının amacının
“depremzede yardımlarından faydalanmak” olduğunu da iddia ediyor ve
bu yeni göç dalgasının şehrin çehresini tamamen değiştirdiğini
söylüyor.
Türkiye’nin en küçük yüzölçümüne sahip ilinin nüfusu, günümüzde
üç yüz bine ulaşmış durumda. Nüfus yoğunluğu açısından da
kilometrekareye düşen 328 kişiyle Türkiye genelinde İstanbul,
Kocaeli ve İzmir’in ardından dördüncü sırada yer alıyor.
Anlayacağınız eskiden yolda yürürken herkese selam veren
Yalovalılar, artık tanıdık bir yüz arar hâlde... Bırakın eskisi
gibi çocukların gün boyu sokakta oynamasını, eve bir dakika
gecikseler aileler panik olmaya başlıyor. Ev kiraları uçmuş, kente
gelen ne öğrenci ne memur ne de işçi ev bulabiliyor. Dükkânlar,
işletmeler sürekli el değiştiriyor. Zaten birçok yerde de artık
tabelalar Türkçe değil, Arapça olarak asılıyor. Artık insanlar
Termal ilçesi başta olmak üzere tüm Yalova’ya “Küçük Arabistan”
diyor.
Yalova Kent Müzesi
'AAA BAK TÜRK!'
Göç eden toplulukların hemen hepsi kendi kültürel özelliklerini
sürdürmeye çalışınca da değişik bir heterojen yapı var Yalova’da.
Hani “Yetmiş iki milletten” diye bir benzetme kullanılır ya;
Yalovalılar, “Bu laf burada geçersiz. Çünkü çok daha fazla sayıda
milletten insan var Yalova’da.” diyor. Zaman zaman “milletler
arası” kavgalar da yaşanmıyor değil hani. Bakın, Ekşi Sözlük’te
gelinen noktayı bir kişi nasıl anlatmış: “Geçen bayramda sülale
gezmecesine gittiğimizde kardeşimle merkezde kıyıdan kıyıdan
yürüyorduk, bir satıcı ‘Türk müsünüz siz çocuklar gelin bir şeyler
ikram edeyim’ diyerek, Türk görüşünü kutladı. Sonra yan dükkâna
dönüp ‘X bak çocuklar Türk!’ diyerek haberi yaydı. Maalesef şaka
değil, yalan da değil. Belirli aralıklarla tabii ki göçmen sayısı
azalıyordur ancak bazı dönemlerde göçmen sayısı bu sözleri
dedirtecek kadar artıyor.”
Bu arada Yalova’da düzenlenecek bir konser afişinin devenin
üstüne asılıp dolaştırıldığı doğru mu? Yıllardır Avrupalıları
Türkiye’de insanların develere binmediğine ikna etmeye çalışırken
oldu mu bu şimdi?
Yamaç paraşütü - Yalova
YA-LOVE
Tıpkı Bilecik gibi Yalova için de Ekşi’de “Yalova’nın aslında
olmaması” diye başlık açılmış ama benim memleketimle aynı ilgiye
mazhar olmamış. Başlığı açanlara en yaratıcı cevap, “Sus ve
Yalova’ya devam et!”, düşünün artık!
Yalova’nın karmaşasından sıkılanların alternatif çok...
Osmangazi Köprüsü, feribot, kara yolu derken üç tane büyük şehir
bir saat uzaklıkta: İstanbul, Kocaeli, Bursa... Kaçamayanların en
çok yaptığı aktivite, 17 Ağustos Parkı’ndaki 17 Ağustos 1999 Deprem
Anıtı’ndan başlayarak, sahili bir uçtan diğer uca yürümek...
Siz de kenti ziyaret edip bu klasik rotayı yapmak isterseniz ilk
durağınız bir buçuk kilometre sonra yolunuzun üstündeki Yalova Kent
Müzesi olabilir. Müzede, sekiz bin yıl öncesine dayanan ilk
yerleşim izlerinden, Osmanlı Devleti ve Cumhuriyet dönemine uzanan
tarihsel süreç ile bugünkü Yalova, bilgi, belge ve fotoğraflarla
anlatılmış. Hareketli teşhir stantlarında, bağış yoluyla alınmış
etnografik eserler ve belgeler sergilenmiş. Alan içerisinde Yürüyen
Köşk, kent ve cami maketlerine yer verilmiş.
Yürüyen Köşk
KÖŞK HİÇ YÜRÜR MÜ?
Yalova Kent Müzesi’nden yaklaşık üç kilometre sonra ise Yürüyen
Köşk bulunuyor. “Köşk hiç yürür mü?” dediğinizi duyar gibiyim. O
zaman gelsin hikâyesi: Atatürk bir gün çiftliğe gittiğinde, köşkün
hemen yanındaki ulu çınar ağacının dallarını kesmeye çalışan
bahçıvanla karşılaşır. Hemen bahçıvanı yanına çağırarak, nedenini
sorar. Görevli bahçıvan, “Ağacın dalları uzamış, binanın duvarına
dayanmış.” olur. Aldığı cevaptan tatmin olmayan Atatürk,
düşünülmesi bile imkânsız bir emir verir: “Ağaç kesilmeyecek, bina
kaydırılacak.” Görev İstanbul Belediyesi’ne intikal eder. Belediye
Fen İşleri Yollar Köprüler Şubesi sorumluluğu üstlenir. Başmühendis
Ali Galip Alnar yanına aldığı teknik elemanlarıyla Yalova’ya
gelerek, çalışmaya başlar. 8 Ağustos 1930 tarihinde önce bina
çevresindeki toprak büyük dikkatle kazılıp yapının temel seviyesine
inilir. İstanbul’dan getirilen tramvay rayları döşenir. Santim
santim çalışılarak bina yapı altına sokulan raylar üzerine
oturtulur. Artık binanın raylar üzerinde kaydırılarak ağaçtan
uzaklaştırılması aşamasına gelinmiştir. Güzel ve sıcak bir yaz
akşamında Atatürk’le birlikte, kardeşi Makbule Atadan, Vali Vekili
Muhittin Bey, Emanet Fen Müdürü Ziya Bey ve Cumhuriyet gazetesi baş
muhabiri Yunus Nadi nezaretinde bina 4.80 metre civarında
kaydırılır ve ulu çınar ağacı da kesilmekten kurtulur. O günden
beri köşkün adı “Yürüyen Köşk” olarak kalır. Köşk, günümüzde
ziyaretlere açık. Bu yolu gerçekten yürüdüyseniz, Köşk’ü gezmeden
önce deniz kenarındaki kafesinde oturup bir şeyler içerek
dinlenebilirsiniz.
Kara Kilise
SİTEDE TARİHÎ KİLİSE
Yürüyen Köşk’ten hemen sonra Çiftlikköy ilçesi başlıyor. Şu anda
tatil siteleriyle dolu olan bu kıyı şeridinde, Bizanslılar
döneminde asillerin villaları bulunurmuş. Kara Kilise, kısmen
günümüze kadar ayakta kalabilmiş. Ancak bu kiliseyi görebilmek için
Çiftlikköy’deki Huzur Sahil Sitesi A Blok’un denize bakan kısmına
gitmeniz yani bir siteye girmeniz gerekiyor. Bazı kaynaklarda; haç
şeklindeki Kara Kilise’nin, Roma dönemine ait bir su mimarisi
olduğu, Bizans döneminde kilise hâline getirildiği belirtiliyor.
Görmek ister misiniz bilmem ama ilçenin Gacık köyünde bir de tarihî
hamam var.
Taşköprü
Çiftlikköy’den hemen sonraki Taşköprü ilçesinde de restore
edilmiş bir taş köprü var. Köprünün gerek kemerleri gerek taş
yapısıyla XVI veya XVII. yüzyıla ait klasik Osmanlı dönemi yapısı
olduğu söyleniyor.
Hersek Lagünü
HERSEK LAGÜNÜ
Taşköprü’den doğuya doğru devam ettiğinizde ise Altınova ilçesi,
bu ilçede de Hersek Kuş Lagünü bulunuyor. Lagün, Marmara
Denizi’nden ince bir kıyı şeridiyle ayrılıyor. Kaynaklara göre
Selanik’ten buraya yerleşen Hıfzı Bey’e gölün tapusu verilmiş ve o
da 1950 yılında tüm varlığını Darülaceze’ye bağışlamış. Yani
Türkiye’nin tek tapulu gölü burası... Osmangazi Köprüsü’nün hemen
yanındaki lagün, başta su kuşları olmak üzere pek çok türün
barınma, beslenme ve üreme alanı olarak büyük önem taşıyor. En
kalabalık olduğu zaman kış mevsimi... Buradaki on altı metre
uzunluğundaki Kuş Gözlem Kulesi’nden dürbünler aracılığıyla tüm
alana hâkim olabilir, eğitim merkezinden Hersek Lagünü ve kuş
türleri hakkında bilgiler alabilirsiniz.
Çobankale
ÇOBANKALE
Altınova’dan iç kısımlara girerseniz de Karadere’deki Fikri
Baştürk Müzesi’ni ziyaret etmeyi unutmayın. Karadereli araştırmacı
Fikri Baştürk tarafından bir köy evinde hazırlanan müzede, çevreden
toplanan her türden etnografik eşyalar sergileniyor.
Altınova-Karadere yolunda bir de Çobankale’yi görme şansına
sahipsiniz. Yöre halkı kalenin Cenevizler tarafından yapıldığını
belirtse de ilk inşa evresinin hangi dönemde olduğuna dair kesin
bilgi yok. Stratejik konumdaki Çobankale, gerek Roma, Doğu Roma
(Bizans), Selçuklu gerek Osmanlı döneminde, İstanbul’dan başlayıp
Anadolu içlerine giden en önemli yolun hemen kenarında, yolu
kontrol eden hâkim noktada yer alıyor.
İbrahim Müteferrika Kağıt Müzesi
BU TOPRAKLARIN İLK KÂĞITHANESİ
Yalova’da tarihî eser görmek için beklentinizi fazla yüksek
tutmamalısınız ama İbrahim Müteferrika tarafından çalıştırılmış, bu
toprakların ilk kâğıthanesinin Yalova’nın Elmalık köyünde
kurulduğunu (1744-45) biliyor muydunuz? O dönem tamamen ithal ürün
olan kâğıdın yerli üretimi bu kâğıthanede gerçekleştirilmiş. Şu
anda imalathanenin yerinde bir değirmen kalıntısı olsa da bunların
hem köylülerin ifadesine göre hem de çimento ve demir
kalıntılarından şimdiki değirmen parçalarının yakın zamana ait
olduğu anlaşılıyor. Şehir merkezinde açılan İbrahim Müteferrika
Kâğıt Müzesi’nde ise İbrahim Müteferrika’nın bastığı ilk kitap
Vankulu Lügatı’nın orijinali ve o dönemde bastığı daha
birçok kitap sergileniyor. Ayrıca kâğıdın serüveni, ilk kâğıt
örnekleri, parşömen, kâğıdın tarihi gibi konular panolar hâlinde
anlatılıyor. Bunun yanı sıra isteyen ziyaretçiler, üretim
atölyesinde geleneksel yöntemle kâğıt üretebiliyor. Değişik bir
tecrübe olabilir.
Çınarlı Hıyaban
ÇINARLI HIYABAN’DAN TERMAL’E
Hani ilk yürümeye başladığınız 17 Ağustos Parkı’ndan öte yanı
biraz da anlatmaya çalışayım. Parktan Termal ilçesine doğru
giderseniz (ama bu sefer araçla) Atatürk döneminden günümüze kadar
yol boyunca var olan çınar ağaçlarının (1930 yılında dikilmiş)
oluşturduğu ve yeşil bir tünel hâlindeki “Çınarlı Hıyaban”da
yolculuk yapmanın keyfini çıkarabilirsiniz. “Hıyaban”, “iki tarafı
düzgün ağaçlı yol veya bulvar” anlamına geliyor. Dolmabahçe Sarayı
önündeki çınarlı yoldan vapurla ayrıldığınızı ve Yalova’ya inince
aynı yoldan devam ettiğinizi hayal edin... Ancak Gökçe Barajı’nın
yapımı sırasında, bir kısım çınarlar, baraj içinde ve yol dışında
kalmış. Bu nedenle günümüzde Yalova’yı Termal’e bağlayan Çınarlı
Yol, Yenimahalle yol kavşağında son buluyor.
Bu güzergâhta bulunan Karaca Arboretum (Ağaç Parkı) da ilginizi
çekebilir. İl merkezine beş kilometre mesafedeki Samanlı köyü
içerisinde yer alan arboretum, Hayrettin Karaca tarafından 13,5
hektar arazi üzerinde kurulmuş. Bugün yaklaşık yedi bin civarında
değişik bitki türü, alttür, varyete ve kültür formunu
barındırıyor.
Parkı gezdikten sonra Termal’e devam ederseniz Termal Atatürk
Köşkü’nü bu ilçede görebilirsiniz. 1929 yılında, tamamen ahşaptan
ve iki katlı olarak otuz sekiz günde yaptırılan köşk, dönemin
kullanılan özgün eşyasıyla korunmuş ve halka açık bir müze...
Termal Atatürk Köşkü, Yalova
Termal ilçesinde adından da anlaşılacağı üzere termal tesisleri
bulunuyor ve bu tesislerin tarihi dört bin sene öncesine dayanıyor.
Bir sinema binasının da bulunduğu Termal’deki en dikkat çekici
yapılardan biri de Kurşunlu Hamamı... On altı asır evvel
Bizanslılar döneminde İmparator Justinyen tarafından yapılmış.
Zamanla afetler ve savaşlar nedeniyle toprağa gömülmüş ama 1900
yılında Osmanlı padişahlarından 2. Abdülhamid’in emriyle üç yılda
tamir ettirilmiş. Termal gezi parkuru içerisinde de yürüyüş
güzergâhları ve sosyal alanlar bulunuyor; Aşıklar Güzergahı,
Aşıklar Yolu, Aşıklar Merdiveni ve Çeşmesi gibi...
Sudüşen Şelalesi
Ben kaplıcaları değil ama Sudüşen Şelalesi’ni görmek için bu
güzergâhtan gittim. Termal’den Üvezpınar köyüne gidip oradan
şelaleye ulaşabilirsiniz. Şelaleye çıkarken bir baraj gölü, Marmara
Denizi manzarası ve çok çeşitli orman faunası sizi karşılıyor.
Yalnız hafta sonları çok kalabalık olduğunu belirtmeliyim.
DENİZ İSTERSENİZ...
Çınarcık
17 Ağustos Parkı’ndan Termal’e dönmeyip sahilden ilerlerseniz
sizi Çınarcık ilçesi karşılıyor. Devamı da Esenköy... Yalovalılara
sorduğunuzda denizi en temiz yer olarak size biraz taşlık olan
Esenköy’ü söyler. Ama Çınarcık, biraz da gece kulüplerinin
etkisiyle gençlerin daha popüler mekânı... Esenköy’den sonraki
Armutlu’yu ise biraz daha muhafazakâr ailelerin tercih ettiği
anlatılıyor, ben gitmedim. Bu sahil şeridinde arada bakir koylar da
bulmanız mümkün...
MUHTEŞEM ORMANLAR
Gelelim, Yalova’nın sevdiğim yerlerine... Çınarcık’tan birkaç
kilometre sonraki Teşvikiye’den ormana doğru tırmanmaya
başlarsanız, oldukça keyifli bir yolculuğa hazır olun. On yedi
kilometre daha gittikten sonra Yalova Kent Ormanı’na ulaşıyorsunuz.
Doksan beş hektar büyüklüğündeki kent ormanının içinde Erikli
Şelalesi (Çifte Şelale), iki kilometrelik yürüyüş patikası, asma
köprü, seyir terasları ve bazı tesisler var.
Dipsiz Göl
Yola geri dönüp yine ormandan aracınızla devam ettiğinizde
Dipsiz Göl’e geliyorsunuz. Büyük dipsiz göl, kent ormanından iki
buçuk kilometre mesafede ve 530 metre rakımda; küçük dipsiz göl ise
bu gölden bir buçuk kilometre mesafede ve 570 metre rakımda...
Erikli Çifte Şelale
Daha da yukarı çıkarsanız etrafı çam, meşe, kestane ve ıhlamur
ağaçlarından oluşan çeşitli ağaç türleriyle çevrili Delmece
Yaylası’na ulaşırsınız. Delmece Yaylası alanı 400 dönüm; üzerinde
altmış hane ahşap ve yirmi hane kâgir bina bulunuyor. Delmece
Yaylası’ndan devam ederseniz de Gemlik Körfezi’ne
inebilirsiniz.
Yine kampçıların oldukça fazla tercih ettiği Karlık Yaylası ise
Esenköy’e doğru inen yolda... Yayla etrafında her türlü orman
ağaçları, içme suları ve endemik bitkiler var.
Delmece Yaylası
Doğa sporlarını seviyorsanız Yalova, aslında size birçok
alternatif sunuyor. Orman içinde birçok yürüyüş ya da bisiklet
parkuruna sahip... Buralar kamp yapmaya da oldukça müsait...
Özellikle Güneyköy, Kaletepe ve Esenköy’de dört mevsim yamaç
paraşütü; Bozburun ve Ayıburnu açıklarında su altı dalışları
yapılıyor.
GÜZEL YALOVA, ŞİRİN YALOVA
Yazımızı Yesari Asım Arsoy’un besteleyerek, Deniz Kızı
Eftelya’ya adadığı şarkının sözleriyle bitirelim mi?
Yalova'nın şen kızını kandıralım alalım. Elâ gözlü dilber yari sevdalara salalım Naz ederse o ceylanı yatağından çalalım Edası hoş işvesi hoş kendisi hoş Kokladım oldum serhoş Güzel Yalova, şirin Yalova Bu yaz vallah yandı tutuştu Yalova Yalova'ya gün doğuyor sevgilimiz gelince Gözüm güler, gönlüm güler yeşil gözüm gülünce Kapanmış bahtım açıldı cemalini görünce Gözleri şen sözleri şen kendisi şen Meclisi olur gülşen Güzel Yalova, şirin Yalova Bu yaz vallah yandı tutuştu Yalova...