On beş aydan uzunca bir sürenin ardından ilk kez kısıtlamasız
bir şekilde sinema salonlarıyla buluştuk. Ve uzun zaman sonra
vizyon takvimine yeni filmler eklendi, gelecek haftalara bakınca
listede olanların yarattığı heyecan özlediğimiz bir his. Ve ne
yalan söyleyeyim, bu uzun zaman aralığında dijital platform
içeriklerinden, online festival deneyimlerinden, geçmişin sinema
klasikleri yoldaşımız oldu ama büyük perdede birilerinin koşturup
durduğu, uzay gemilerinin, fantastik yaratıkların, baş ağrıtan
aksiyonların olduğu filmlerle kavuşmak için de sabırsızlandığımı
itiraf etmeliyim.
Sinema salonlarındaki yasakların kalkmasıyla birlikte bu hafta
çoğu yakın dönem festivallerinden bildiğimiz dokuz film giriyor
vizyona. En çok ilgi görecek olanı kuşkusuz “Hızlı ve Öfkeli
9”. Haftanın filmlerinden “Relic” (Azap)
hakkında İstanbul Film Festivali’nin şubat ayındaki online
gösterimi sonrası kaleme aldığım kısa değerlendirmeyi şuraya bırakıp, haftanın öne
çıkan bir diğer filmi “Cruella” hakkında birkaç satır
edelim.
ABD’de 26 Mayıs’ta vizyona giren ve 72 milyon dolar hasılat elde
eden “Cruella”, asıl ilgiyi ülke dışında görmüş gibi. O
günden bugüne gösterildiği ülkelerde 112 milyon dolardan fazla
hasılat elde ederek yaratıcılarının yüzünü ziyadesiyle
güldürdü.
Dodie Smith‘in orijinal ismi “The One Hundred and One
Dalmatians” olan, bizim “101 Dalmaçyalı” olarak bildiğimiz
romanı meşhurdur. Bu romanı okumadıysanız bile uyarlanan filmlere,
animasyonlara denk gelmişsinizdir. “Cruella”nın merkezinde
romanın kötü karakteri Cruella de Vil yer alıyor. İzleyenler
hatırlayacaktır. Stephen Herek imzalı 1996 tarihli “101
Dalmaçyalı” filminde Glenn Close tarafından canlandırılan
Cruella, neredeyse katıksız bir kötüydü. "Gerçek Sevgili",
"Korku Gecesi", "Zor Saatler" ve "Ben, Tonya"
filmleriyle tanıdığımız Avustralyalı yönetmen Craig Gillespie’nin
bu yorumu ise “kötü olmanın o kadar da kötü olmayabileceğine” dair
daha çok.
Doğuştan iki karakterli olarak yaratılan Cruella’nın saçları da
bunu sembolize edecek biçimde tam ortadan siyah ve beyaz olarak
ayrılmıştır. Ancak biz onun Estella tarafıyla tanışırız önce.
Annesi onun diğer yanını bildiği için bastırmaya çalışmış, iyilik
ve sevginin kazanacağını düşünmüştür. Ancak şarkıda da söylendiği
gibi, Estella “ne yapsa ne etse üstüne gitmişler, mavi gökyüzünü
ona dar etmişler”. Hal böyle olunca, Londra’ya taşınmaya karar
veren ikiliden, yolda başlarına gelen bir felaket sonrası anne
hayatını kaybeder. Estella, köpeği Vink ile Londra’da yapayalnız
kalır. Kendisi gibi sokaklarda hayatta kalmaya çalışan Jasper ve
Horace ile kurdukları çete sayesinde yaşamını sürdürür. Estella’nın
gençlik çağına geldiğimizde onun moda tasarımcısı olmak istediğini
öğreniriz. Bir biçimde dönemin moda kraliçesi Barones’in yanında
çalışmaya başlar, onun gözüne girer. Ama ikilinin arasında tabii ki
hemen tahmin edebileceğimiz bir bağ vardır geçmişe uzanan.
Öncelikle, filmin ideal bir ana akım iş olduğunun altını
çizelim. İlk 20 dakika dolduğunda, neredeyse iki filmlik malzemeyi
ustaca hikâyeye yedirmeyi başaran bir işçilik söz konusu. Öte
yandan, komedi ritminin de yerli yerinde olduğunu belirtmeden
geçmeyeyim. “Cruella” için “eli yüzü düzgün bir ana akım filmi”
diyebiliriz rahatlıkla. Ancak bazı özelliklerine de ayrıca dikkat
çekmemiz gerekiyor. Yirmi yıl öncesinden başlayarak ana akım
Hollywood anlatılarında nedensizce kötü karakterler yerlerini ufak
ufak “kötüyüm ama bir sor bakalım neden kötüyüm” diyen karakterlere
bıraktı. Bunun hemen devamında, özellikle 11 Eylül sonrası inşa
edilen süper kahraman hikayelerinde, iyinin içindeki kötü görmeye
başladık. Süper kahramanın içindeki iyi ile kötünün savaşında tabii
ki iyi galip çıkıyordu. Yani kötülüğünün nedenlerini anlasak da,
iyi olanın ahlaken kazanması gerektiği bir dünya çiziliyordu.
Ama “Cruella”, şirin kız olmaktansa, hak edene karşı biraz
‘kötü’ olmayı o kadar da problem etmiyor. Hatta Estella’nın bir
kaybeden olarak geçmişte kalmasında ve Cruella’nın ipleri ele alıp
hayatını inşa etmesinde övünülerek birçok yan görebiliyoruz. Ancak
bunun rasyonel ve anlaşılır olabilmesi için, Estella’nın karşısına,
çok geçmişte kalan bir tanıdık çıkarılıyor: Nedensizce kötü!
Cruella’nın kötülükle kurduğu ilişkinin sempatik gösterilmesinin
altında yatan kimi tarihsel nedenler var kanımca. İlki, pür bir
kötüyle savaşıyor olması. Barones, biraz da sınıfının verdiği
kibirle gücünü korumak için sınırsızca kötülük peşinde koşarken
masal kahramanına daha çok yaklaşıyor. Onun bu halleri seyir zevki
açısından sıkıntı yaratmasa da, arada karikatürize bir tipe
dönüşmesinin önüne geçemiyor. Arada bir, çünkü Emma Thompson
kelimenin gerçek anlamıyla her anına ruh üflüyor Barones
karakterinin. Keza aynı şekilde Cruella ve Estella’da Emma Stone da
öyle.
İkinci olarak, son dönemin yükselen toplumsal mücadelelerine
katılan, organize eden eylemcilere yönelik karalama kampanyalarının
aldığı biçim de bir diğer etki kanımca. Şöyle ki, egemen güçler,
medya vb.’nin hak mücadelelerini karalamak için kullandığı
tanımlamaların, bizzat eylemciler tarafından kabullenilmesinin
yarattığı yeni kültürün etkileri bu durum. Örneğin Türkiye’de Gezi
ayaklanmasında iktidarın karalamak için kullandığı “çapulcu”
tanımının eylemciler tarafından kabul edilip benimsenmesi gibi. Ya
da cinsel yönelime dair saldırılarda erkekleri aşağılamak için
kullanılan tabirin tersine çevrilip “velev ki ibneyiz” şeklinde
içselleştirilmesi, bir küfre dönüştürülmek istenen “Ermeni”
sözcüğünün “Hepimiz Ermeniyiz” olarak benimsenmesi gibi. Benzer
gelişmelerin dünyada da cereyan etmesi bu algıların değişmesinde
etkili kanımca.
Kötü ve toplumdışı olanı ‘tanımlama yetkisini’ tanımlayanın
elinden alma mahareti yakın dönemin özetlerinden birisi. Hatta bu
yeteneği tamamen ortadan kaldırma iddiası popüler kültür alanına da
sirayet ediyor kaçınılmaz olarak. “Cruella” da karakterin ‘kötü’
gibi görünen ile kurduğu ilişki, ilk bakışta kötü gibi görünenin
aslında hiç de öyle olmadığı, hatta gayet meşru olduğu gerçeğiyle
yer değiştirmesi ilerleyen dönemde sıkça karşımıza çıkacak gibi
görünüyor.