Kimin geçmişi?

Kendimi veya kendisi hakkında konuşanları anlatabilirim. Geçmiş dün bilgisi ise eğer, tarihçi de haddini bilip dünle uğraşma azmine sahipse ciddiye alırım. Ama bana geçmişi açıklamaya çalışıyorsa onu teselli etmeye çalışırım. Üzülme geçer, derim. İçinde yer almadığım tarih beni niye ilgilendirsin, dışına çıkmayı beceremiyorsam?

Abone ol

Geçmiş hakkında mı konuşacağız, geçmiş hakkında konuşanları mı?

Bu bir totolojik soru değil. Herkes geçmiş hakkında birkaç kelam etmek ister. Ama bir taraftan da geçip gitmiş zamanı kim nasıl konuşmuş anlatmış diye merak edenler çıkmış ve oradan bir meslek doğmuş. Tarihçilik. Birinin sorduğu soruya cevap vermek için doğup gelişmiş sonra kendi sorularına atlamış. Ayrım sanıldığı kadar keskin görünmüyor. Varsa da erkeksi oluşunda, ki var.

Sınırlarım var, ben ancak ikincisi hakkında bir şeyler söyleyebiliyorum. Çünkü geçmiş hakkında konuşabilmem için felsefe yapmayı bilmem gerekir. Bunu yapamam, rezil olurum. Kendimi veya kendisi hakkında konuşanları anlatabilirim. Geçmiş dün bilgisi ise eğer, tarihçi de haddini bilip dünle uğraşma azmine sahipse ciddiye alırım. Ama bana geçmişi açıklamaya çalışıyorsa onu teselli etmeye çalışırım. Üzülme geçer, derim. İçinde yer almadığım tarih beni niye ilgilendirsin, dışına çıkmayı beceremiyorsam?

MARGARET'IN ADA'SI

Ada'yı, Lord Byron'ın kızını, anlayabilmem kızımı anlamamı sağlamıyorsa beni niye ilgilendirsin? Faydacı mıyım? Evet. Ada, Byron'ın değil annesinin kızıydı. Mahur da benim değil asıl annesinin kızıysa ve ben bunu bir tarihsel süreklilik biçimine bağlayamıyor ve ciddi ciddi sorgulayamıyorsam niçin tarihçilik yapıyorum? Marangozluk yapsam daha iyi olmaz mı? 

Tarihçi Margaret MacMillian günümüz tarihçilerinin bir çeşit “yorucu eğilim”e girdiklerini belirtiyor. “Kendilerine ve geçmişi “nasıl yarattıklarına” bakmaya başladılar.”* Demek ki tarihçiyi yansıtan soruların mahiyetinde bir değişme başladı. Artık kendileriyle ilgilendiklerini gösteren soruları öne aldılar, tarihle ilgili soruları önce kendilerine yöneltiyorlar.

Augusta Ada Byron’ın hayatı MacMillian’ın dikkatini çekiyorsa onda kendi hayat hikayesinden bir şeylere rastladığı için. Ansiklopedilerdeki Lord Byron'ın kızı olduğu kaydını es geçerek evlendiği Lovelace kontundan mevrus adıyla sadece Ada Lovelace olarak anması da ondan. Ada tarihin insanlarından biri, “Sinir sistemimdeki bazı tuhaflıklar sayesinde, başkalarının algılayamadığı şeyleri algılayabiliyorum...” diyor. Gelişkin sezgisi ve matematik zekasıyla neredeyse iki yüz sene evvel bilgisayar programcılığının ilk iki isminden biri olmuş. Fakat tarih ona aldırmıyor. Diğeri birlikte çalıştığı Charles Babbage, onu anlatıp duruyor.

MacMillian önceki iki kitabında, Paris 1919. Dünyayı Değiştiren Altı Ayın Hikâyesi’nde**  ve Barışa Son Veren Savaş’ta*** sayfalarca eril hırsın dünyayı mahvetme potansiyelini anlatmıştı. Erkeğin kavga etmek için kadın bahanesine ihtiyacı olmadığını, erkekliğin didişmek için yeterli sebep olduğunu biraz da ondan öğrenmiştik. Kadınlar kavga etmek için erkeği vesile edebilirler ama dünyayı cehenneme çevirmek için birbirini yemezler. Onlar için erkeği yemek yeterli mi; erkek ne görürse yemek istiyor, başta da hemcinsini mi desem? MacMillan bu iki eserinde kendini tanımak için asıl bunu soruyor gibi gelir bana.

HAYALLER VE İHTİMALLER 

Sağda solda bu ara çok okunan Harari’nin Hayvanlardan Tanrılara Sapiens’te (çev. Ertuğrul Genç, Kolektif, 2016) tarihe ilişkin dediği şeye rastlıyorum: "Neden tarih okuyoruz? Fizik veya ekonominin aksine, tarih doğru ve tutarlı tahminlerde bulunmak için uygun araç değildir. Geleceği bilmek için değil, ufkumuzu genişletmek, mevcut durumumuzun ne doğal ne de kaçınılmaz olduğunu anlamak ve sonuç olarak önümüzde akla hayale gelmeyecek ihtimaller bulunduğunu anlamak için tarih okuyoruz."

Anlayabiliyor muyuz?

*Tarihin İnsanları, çev. Özge Akkaya, Kolektif Yayınları, 2017.

**(çev. Belkıs Dişbudak, ODTÜ, 2004)

*** (çev. Belkıs Dişbudak, Alfa, 2014)