Büyükada’daki hak savunucuları toplantısının basılmasıyla
başlayan komplo ve iftira-kara propaganda rezaletine dair önemli
unsurları Evrensel’de Fatih Polat güzelce toparladı, aktardı, benim burada aktaracağım, özetin
özeti sayılır. Zaten mevzum başka.
Toplantı önce, Akşam gazetesi aracılığıyla, CHP genel
başkanının yürüyüşüyle ilişkilendirildi, “Kılıçdaroğlu
İstanbul’a yaklaşırken sinsi plan deşifre oldu,” dediler,
Büyükada toplantısında “yeni Gezi provokasyonunun
hazırlandığı”nı ileri sürdüler. Kastedilen, inanılması ve
ürkülmesi beklenen, herhalde, Kılıçdaroğlu İstanbul’a vardığında,
meşum toplantı öncesinde otelden kahvaltı fotoğrafı falan paylaşan
gizli ajan ve casus arkadaşlarımızın derhal gerekli talimatları
vererek uyuyan hücreleri uyandıracağı, Kılıçdaroğlu hızlı hızlı
yürüyerek dikkatleri üzerine toplarken beri tarafta kuytuda
hazırlanan yeni Gezi isyanını başlatacağıydı.
Evet, buna inanan çıkar. Kimse, Büyükada’da bulundukları yeri
yüz kişinin bildiği, oradan birçok insanla görüşen, toplantı
dışında olağan yaşantısını da sürdüren hak savunucularının hangi
bağlantılarla kimlere ulaşacağını, kime hangi yetki ve iktidar
gücüyle talimat verebileceğini, kimi nasıl sokağa dökeceğini
sormaz. Mantık yabancı unsur, muhakeme bu topraklara
yabancıdır.
Dolayısıyla, o toplantıdaki her kişinin, gizli yeraltı
kanallarından birbirlerine bağlı beş yüzer hücreye mi komuta
ettiğini kimse merak etmez. “Yeni Gezi isyanının Bolu Tüneli’nden
başlatılacağı tahmin ediliyor” dense mühim bir sorun çıkmaz.
(Tünel: karanlık, tekinsiz, çökse, mazallah… “Vandallar milyarlık
tüneli kırdı döktü!”)
Ancak CHP’nin “Adalet Yürüyüşü”nün bir noktada bitecek oluşu,
nitekim, aksi gibi, bitmesi, daha da aksi gibi, Maltepe mitingine
Gezi benzeri herhangi bir isyanın eşlik etmemesi, teşebbüsün dahi
olmaması, eğer teşebbüs varsa ve önlendiyse mutlaka bu işin
örgütçülerinden birilerinin de yakalanmış olmasının gerekmesi…
Kılıçdaroğlu’na ve Adalet Yürüyüşü’ne gerekli çamurun atılmasıyla
sınırlı hedefe ulaşıldıktan sonra senaryonun değiştirilmesini
zorladı. Büyükada-Maltepe-Gezi bağlantısı terk edildi. (Üstelik
Maltepe’den Büyükada gözüküyorken! Dolayısıyla Büyükada’dan da
Maltepe gözüküyorken! “Aynayla haberleşmişler!”)
İŞTE SENARYO!
“Harita üzerinde yakalandılar” aşamasına geçildi.
“Büyükada’daki sır toplantıya katılanların önlerinde açılmış
büyük bir Türkiye haritası üzerinde kaos planı yaptıkları sırada
yakalandıkları belirlen[mişti]” Akşam
gazetesine göre. “Şüphelilerin, masadaki harita üzerinde
İstanbul’dan başlayıp Türkiye geneline yayılacak yeni bir Gezi
olayını organize ettikleri tespit edil[mişti]”.
Eyvallah, mantık ve muhakeme yerli-millî değerler değil, lâkin
her mânâsızlığın da bir sınırı olmalı: “Büyük bir Türkiye haritası”
üzerinde “kaos planı” yapmak nasıl bir işlemdir? Meselâ Nalan
Malatya’da şehir merkezini işgal edecek grubun şifreli kodunu
harita üzerine işleyip kayısının rengi turuncuyla Malatya il
sınırlarının üzerinden mi geçiyordu? Aynı anda İlknur Urfa’da hep
beraber Balıklıgöl’e atlayıp birden ıslak ıslak dışarı fırlayarak
şehri panik ve dehşete sevk edecek gruba talimat veriyor, maviyle
Urfa il sınırlarını belirginleştirmeyi ihmal etmiyor muydu? Ve o
esnada masanın öbür ucunda Uluslararası Af Örgütü’nün Türkiye
Direktörü İdil, CIA aracılığıyla on beş bin boş şişe getirtmeye,
MI6 aracılığıyla bunlara benzin temin etmeye çalışıyor, Özlem
telefonda, Denizli, Isparta ve Burdur’daki ayaklanmaları yönetecek
teröristlere, “molotoflar tamam, üstüne gül etiketi
yapıştıracaksınız” mı diyordu?
Değil. Muhtemelen değil. Zira Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan,
talimatvârî suçlamasında, Büyükada çalışmasını “15 Temmuz’un
devamı niteliğindeki bir toplantı” diye niteledi.
İş değişmişti. Bu durumda arkadaşlarımızın sokaklara dökülecek
vandal teröristlerle değil, birinci orduyla, Trakya’daki tank
birlikleriyle, Eskişehir Ana Jet Üssü komutanlığıyla irtibatta
bulunduğunu varsaymalıydık. Belki Deniz Kuvvetleri Komutanı bir
kapalı otoparkta arabasının içinde sabahı beklerken arkadaki
arabada da Nejat’la Veli vardı.
Hiçbiri militarist, askerî darbeci veya Fethullahçı falan
olmayan insanlar, birdenbire, Büyükada’da toplanıp darbe
planlamaya, 15 Temmuz’da yarım kalan işi bitirmeye karar
vermişlerdi.
Çünkü hepsi zır deliydi!
BANA KAYNAĞINI SÖYLE...
Star gazetesi, iftira-kara propaganda yarışında ‘ben de
varım’ çıkışını -nihayet- büyük güçlerin gizli servisleri motifiyle
yaptı: “Büyükada’da İngiliz parmağı”. Bu propaganda
bülteni, aynı dairede çalıştığı vazifedaşının önceki iddialarını
veri kılığına sokarak, “İnsan hakları savunuculuğu görüntüsü
altında Gezi benzeri kalkışma planlanan Büyükada’daki ihanet
buluşması” hakkında öğrendiği müthiş bilgileri aktarıyordu;
“[toplantının] arkasından ABD’nin ‘CIA’ ve
İngiltere’nin ‘MI6’ örgütleri çık[mış]tı”. Bilginin
kaynağı, ABD ve İngiltere’nin istihbarat örgütlerinden daha sıkı
bir merci, AKP Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’dü. Tek
adam diktasına geçiş anayasası Meclis’te oylanırken -kapalı olması
gereken- oyunu göstere göstere fotoğraf çektiren, bu teşhir çabası
kardeşinin “FETÖ”den tutuklanmasına bağlandığında, “Ben FETÖ
terörist başının annesinin Ermeni, babasının Yahudi olduğunu
söyledikten sonra kardeşim tutuklandı. Ne zaman ki FETÖ terörist
başını getirip asacağımızı söyledim, bana gözdağı olsun diye
kardeşimi tutukladılar,” diyen milletvekili.
O zaman bu gözdağını verenin kimliğini açıklamamıştı. Şimdi
çıkarsayabiliriz: CIA veya MI6 olmalıydı. Nitekim Büyükada’da bir
Almanla bir Amerikalı vardı! Alman? Buraya tam oturmuyordu, ama
olsun, onlar da Sivas katliamını tertiplemişlerdi.
AKP Erzurum Milletvekili Orhan Deligöz’ün, Büyükada’daki
toplantının “arkasında” Amerikan ve İngiliz gizli servislerinin
bulunduğunu bilmesinden daha tabiî ne olabilirdi? Kaç defa, Özlem’e
uğradığımda kapıyı açan fakat arkasında kıpırtısız duran CIA ajanı
bana, “Arka odada MI6 ile görüşüyor, uzun sürer, sonra gelin
isterseniz,” demiş, beni arkasından ayrılmadığı kapıdan savmıştı;
ben de, bu ajanın ikili oynadığından, her şeyi o esnada karşı
dairenin göz deliğinin arkasından sessizce izleyen Orhan Deligöz’e
haber verdiğinden şüphelenmiştim.
BİRTAKIM BOYUTLAR
İnsanların ömürlerinden çalıyorlar. Ömürlerinden. Çalıyorlar. Bu
büyük suçu -ve günahı- akla-vicdana sığmaz bir gaddarlıkla, belli
ki birilerinin hayatını mahvedebilmekten aldıkları kirli ve zehirli
zevkle, belli ki en ufak rahatsızlık duymadan işliyorlar.
Giderek insan meselelerini sadece toplum düzenleri, sınıfsal
çelişkiler, kültür, ideoloji vs. genel zemin ve çerçeveler
üzerinden değil, insan dediğimiz şeylerin nasıl yaratıklar olduğunu
kurcalayarak da anlamaya çalışmanın şart olduğunu daha fazla
düşünüyorum.
Büyükada komplosunda üzerinde özel olarak durulmaya değer iki
boyut var: İlki, iktidarın kara propaganda aygıtından başkasının
sesinin ulaşamadığı geniş bir nüfusa en basit hakikati dahi
anlatabilme şansından yoksun oluşumuz. Bu olaydaki en basit
hakikat, casus-ajan diye gözaltına alınanların pek çoğumuzun uzun
yıllardır tanıdığı, bildiği insanlar oluşu. “Yahu bunlar
arkadaşlarımız!” diyoruz ya, söyleyebileceğimiz en okkalı laf bu
aslında. Fakat duyuramıyoruz. Çünkü kanallar kapatıldı, biz de
açmak için yeterli çabayı göstermiyoruz.
Öteki boyut, bu kötülükleri böylesine iştahla yapanların ne tür
yaratıklar oldukları. İnsanlar, şüphesiz. Öyleyse insan nasıl bir
yaratık? Bunu nasıl yapabiliyor? Pekâlâ aksinin doğru olduğunu
bildiği halde başka insanların hayatını karartmayı nasıl göze
alabiliyor? Göze almak ne kelime! Bundan özel zevk alıyor.
Bu, ikili bir hayat sürmek, aslında. İş mevki-makam,
rütbe-kıdem, maaş artışı, gündelik ve toplumsal iktidar, sahip
olduğun kudret araçları ya da çocuğun okul taksidi, arabanın
muayenesi gibi konulara geldiğinde hakikatin hakikat olduğunu kabul
ediyor, ona göre davranıyorsun, öbür tarafta, kimi zaman
uydurulmasına da bizzat katıldığın bir yalanı hayat sayıyor, hattâ
saydırmaya uğraşıyorsun.
Bakın şu son iki paragrafta şu ana kadar bazı kişilik
özellikleri tarif edebildik: özel olarak başka insanları ezmekten,
genel olarak kötülükten zevk alma, ikili gerçeklik algısı, iki ayrı
gerçeklik âleminde yaşama, giderek ikili kişilik, kolayca
sıçranabilecek ikiyüzlülük…
Uzatmasam da olur sanırım. İnsanları ateşe iterek, bulabildiği
her şeyle ateşi harlayarak kendilerine sadistçe bir zevk ve tatmin
dünyası yaratanlar, bu kudreti kendilerine bahşeden iradenin
kölesidirler. Bir iradeye taammüden köle olmak, alışılabilen,
uyarlanılabilen, giderek onsuz yaşanamaz hale gelen bir karakter
özelliği. Köle olunan değişebilir, sahipsiz yaşayamama bâki
kalır.
En bol bulunan, en ucuz, en kolay harcanan (kullan-at tipi)
ajanlar, casuslar, bu tür insanlar arasından çıkıyor olmalı.
Herhangi bir yöne döndürmeye kalktığınızda onu yönünde tutacak,
herhangi bir kötülük yaptırmaya kalktığınızda elini bağlayacak
sigortaları, frenleri bulunmayan, karakterleri tarif edilmeye
kalkıldığında birini ötekinden ayırmaya yarayacak laf bulmakta
zorlanacağınız yaratıklar.
Bunların nereye baksalar ajanlar, casuslar görmelerinden doğal
şey olamaz. Fır dönerlerken arada gözleri sağlam insanlara takılır,
onları fır dönüyor sanırlar.
İnsanlığın en büyük sorunu nedir:
a.) Kötülük
b.) Kötülüğün cezasız kalması.