Kimsesiz çocukların 'kimsesi' terzi Hüseyin Gülsen
Şu gördüğün makine ve hanımın evdeki ütüsü vardı elimizde. Başka hiçbir şey yok.” Bir emlakçı dükkânının camekanı gibi her türlü terzilik işini tek tek yazıp cama asar. “Bir paça işi mi geldi,” diyor Hüseyin Amca “Hemen yapıyor, parasını alınca da ekmek alıyorduk. Bir fermuar değişimi veyahut küçük bir tadilat işi mi geldi. Hemen parasıyla gidip makarna alıyorduk. Böyle böyle, sıfırdan bugünlere geldik.”
“Yaşadıklarım hakkında 10 sene önce kadar hiç konuşmuyordum. Babamın mezarını köye getirmek gibi bir gayem vardı. Buraya gele gide kendisini tanıdığım bir savcı emeklisi bir müşterim oldu. Onunla sohbeti iyice ilerlettikten sonra bu mezar konusunu açıp, ondan yardım isteyecektim. Bir yerde ‘Efendim, ben devlet tarafından himaye edilen çocuklardan birisiyim’ dedim ve o gün perde patladı. Savcı beyin de desteklemesiyle ilk kez o gün hikâyemi anlatmış oldum.” Bu sözlerin sahibi Hüseyin Gülsen, 1951 yılında Tekirdağ’ın Palamut Köyü’nde dünyaya geliyor. “Babam annemi 14 yaşında kaçırmış. 15 yaşında ablam, sonra abim, sonra ben ve en son kız kardeşim doğmuşuz,” diye devam ediyor Hüseyin Amca.
HİKAYESİNİ EŞİ VE ÇOCUKLARI BİLMİYOR
Hüseyin Gülsen’in, eski olduğu besbelli terzi dükkânını görünce, günümüzdeki tüketim toplumu içerisinde bu mesleğe nasıl devam ettiğini ve hem meslek, hem de yaşam öyküsünü dinlemek istemiştim. Hüseyin Amca yetimhanede büyümüş bir insan. Yetimhaneye nasıl düştüğünü daha eşi ve çocukları bile tam olarak bilmezken, her şeyi o akşamki uzun sohbetimizde bana anlattı. “Babam 25 yaşındayken vefat etti,” diye giriş yapıp şöyle devam ediyor: “Pehlivanlık, çiftçilik, avcılık ve muhtarlık yapan yiğit biriymiş. Hayvanların yavruladığı, yani uygunsuz bir dönemde ava çıkıyor. Bir karacayı vuruyor ve köy meydanına gururla bırakıyor. Bulgar göçmeni Süleyman Hoca bunu görünce ‘Kim vurdu bu hayvanı?’ diyor. ‘Galip Mehmet vurdu be!’ diyorlar. Hoca ‘Hiç iyi yapmamış, hiç iyi yapmamış’ diye söylenerek gidiyor. Çünkü hayvanın memelerinden süt akıyormuş. Yani yeni yavruları varmış.
“Bundan 20 gün kadar sonra köyden bir kadın babama kokulu mendil gönderiyor; ‘Mehmet, istersen ben senin olurum!’ diye. Babam da -haram tatlı ya- illa ‘alacam’ diye tutturuyor. ‘Ya çoluk çocuk, nikahlı karın?’, ‘Yok, alacam!’ Önüne çıkanı deviriyor babam ve tam 12 gün dağda o kadınla birlikte kalıyor. Büyük amcam o esnada jandarmaya haber verip ‘Bizim ortanca biraderi takip edin; onlara erzak götürüyor’ diyor. O şekilde yakalıyorlar babamı ve Şarköy Hapishanesi’ne atıyorlar. Orada barınmıyor, gönderiyorlar Tekirdağ merkeze. Orada da barınmıyor. Her hapishanenin bir efesi var. Babam da yeni bir efe olarak gelince kavga, dövüş tabii. Oradaki müdür babamı İmralı’ya sürüyor.
HELAYI KIRIP DENİZE ULAŞIYOR
“Orada yatarken bizim oralardan bir başka mahkumla tanışıyor. ‘Gel ulan’ diyor ‘seninle helayı kazalım, künkten gide gide denize ulaşıp Mudanya’ya yüzerek geçelim. Ben oradan köye gidecem, beni şikayet edip yakalatan ağamı kesip gelcem’ diyor. Bunu yapıyorlar, helayı kırıp künkten denize ulaşıyorlar. Yalnız adanın etrafını tellerle çevirmişler. Babam eşyalarıyla geçerken o tellere takılıyor gece vakti. 24 saat sonra ölüsü suyun yüzüne çıkıyor. Babamın yokluğunda büyük amcam dövüyor annemi, ‘Ver fişekliği!’ diyor. Annemi koruyacak kimse yok. Ne öteki amcalar, ne halalar, teyzeler. Bir dayım var o zaman ufacık çocuk. İşte ‘Ver muhtarlık mührünü!’ diyor. Annem ‘Ağa, bu mühür devletin malı. Ben sana nasıl veririm. Usul neyse ona göre verelim’ diyor, ‘Vay sen misin karşı gelen’ diye dövüyor annemi. Kadın kaçıyor, Tekirdağ’a geliyor. Bir avukatın yanında hizmetçiliğe başlıyor ve yanına bizi de alıyor.
“Annem Kızılay’a müracaat ediyor. Bize derme çatma bir ev veriyorlar, içinde güvercinler uçuşuyor. Fırıncı günde 2 ekmek veriyor, toptancı pirinç, fasulye filan veriyor. Bir süre sonra anneme bir talip çıkıyor. Kızılay başkanı diyor ki ‘Kızım daha gençsin, yuvanı kur. Kızını yanıma alırım; benim kızımla birlikte büyürler. Evlilik çağına gelene kadar bizimle kalır. Oğlanı da’ diyor benim için ‘yurda veririz.’ 6 yaşındaydım yurda verildiğimde. Annem gelip bir ağacın arkasından izlermiş beni; öyle tembihlemişler. Her sabah temizlik kontrolü olurdu. Saçlarımız 3 numara tıraş edilirdi ki bit düşmesin. Bir annemiz vardı, kaynar sularla banyo yaptırırdı bizi.
“Çok yaramaz, haşarı bir çocuktum. Mesela, balık tutmaya gitmek yasaktı. Ama Yaramaz Hüseyin durur mu! Birkaç arkadaş toplayıp ‘Hadi lan, balığa gidiyoruz!’ dedim. Oltaları alıyoruz, bir yere saklamışız. İskeleye varıyoruz ama öyle tehlikeli yer ki, gemiler sıkıştırır, derin yer, düşsek çıkamayız filan. Balık tutuyoruz. Tabii dönüşte nöbetçi öğretmen yakaladı. Dedi ‘Ha hayt, balıkçılar! Hoş geldiniz! Hangi balıkları tuttunuz?’ Biz üstünlük yapacağız; ‘Ben büyük lapina tuttum!’, ‘Ben zargana tuttum!’, ‘Efendim ben kefal tuttum!’ diye yarış ediyoruz güya. Öğretmen dedi ‘Güzel, herkes balıkları temizlesin.’ Biz seviniyoruz tabii, dayaktan kurtulduk diye. Bir güzel temizliyoruz. Sanıyoruz ki öğretmen yemek için yaptırıyor bunu. ‘Öğretmenim temizledik!’, ‘Güzelce temizlediniz mi?’, ‘Çok güzel temizledik.’, ‘İyi, aferin. Şimdi herkes temizlediği balığı yesin çiğ çiğ!’ Ama ders aldık mı, yok. İki hafta sonra gene balığa gidiyoruz.
“Yurt bizim evimizdi. Gündüz okula gidip, akşamları dönüyorduk. Hafta sonları çalıştığımız da oluyordu harçlık çıkartmak için. Mesela bazı zenginlerin evlerine giderdik, bahçesinde filan çalışırdık. O dönem ilk okulu bitirince imtihan yaparlardı. Hepimiz okulun bahçesine çıktık, bekliyoruz. Tombaladan sayı çekip sırayla içeriye giriyoruz. 3 soru soruyorlar; bilirsen tamam. Tekirdağ milli eğitim müdürünün kızlarıyla sınıf arkadaşıyım. Ülker ve Nilüfer kardeşler. Cebimde 10 kuruş var, bakkala gidip bisküvi alıyor ve bu kardeşlerin yanına geliyorum. Diyorum ki ‘Bak bisküvide ne yazıyor? Ben seni yiyorum!’ Kızlar hemen öğretmene şikayet ediyorlar. Öğretmen camı açıp parmak sallıyor. Sıram gelince içeriye giriyorum. 3 soruyu biliyorum. Yetmedi, sorular devam etti. Onları da biliyorum. Ama en sonunda tabiat dersinden ikmale kalıyorum. Dönüyorum yurda.
'SENİN KAFAN ÇALIŞMAZ'
“O sene bize en uygun yer Edirne’deki yatılı öğretmen okulu. 16 kuruşluk pulla dosyanı hazırlayıp, dilekçeyle başvuruyorsun. Davet edilir ve kazanırsan yatılı okuyup öğretmen çıkıyorsun. Ama yurt müdürü bana izin vermiyor başvuru için. ‘Senin kafan çalışmaz, çalışsaydı ikmale kalmazdın’ diyor. Sen misin milli eğitim müdürünün kızına şaka yapan! Dokuza çıkmışım, inmem sekize. O iş yattı. Sonra gittim kunduracı çırağı oldum. Bir arkadaş daha benimle geldi. Çalışıyoruz ama patronun yeğeni bize sataşıyor. Birlikte geldiğim arkadaşım küçük, onunla güreş tutuyor, çocuk istemedikçe üstüne gidiyor, yere yıkıyor. ‘Ulan erkeksen gel bana’ dedim. Kavga, gürültü kaçtık oradan. Yine yurda döndüm. Ne yapacağımı düşünüyorum. Bir arkadaşım geldi ‘Gel terzi çırağı olalım. Birlikte gider geliriz’ dedi. Öylece başladım; o gün bugündür terziyim!”
'USTA GEL ÖĞRET ŞU İŞİ'
Hüseyin Amca askerlik vaktine kadar Tekirdağ’da terzi çıraklığı yapar. Bu süreçte iki usta değiştirir. Askere gitmesine altı ay kala ustasından kalıp kesimini öğretmesini ister. Askere gidince terzilik yapıp, rahat etmeyi düşünür. Ustası “Yok,” der “3 ay kala başlarım.” Hüseyin Amca beklemez “Ya usta, ha 3 ay kala ha 6 ay kala; gel öğret şunu.” Usta nuh der, peygamber demez. “Duydum ki İstanbul’da terzilik enstitüsü var,” diye devam ediyor Hüseyin Amca “3 günde zor buldum yerini. Oraya varınca müdürün yanına çıktım. Dedim ki ‘Burada yatabilir miyim?’, ‘Nerede yatacaksın?’, ‘Masanın üzerinde yatarım.’, ‘Yatabilir misin?’, ‘Yatarım efendim!’ Ve bana Müsaade etti. Gündüzleri döner sermayede dikiş dikiyorum karnımı doyurmak için. Akşamları da ustalık öğreniyorum. Askere gitmeden diplomamı aldım. O müdür askerliğimde torpil yaptı, Heybeliada’ya çıkardı beni.”
21 KADININ ARASINDA TEK ERKEK
Askerde dönünce yine aynı yere gelip terziliğe devam eder Hüseyin Amca. 21 kadın terzinin arasında tek erkektir. Ama yüksek memur eşleri gibi kalburüstü kişiler hep “Erkek çocuk diksin” diye ona verirlermiş işlerini. Çok yetenekliymiş. O sıralarda Moda’da yaşayan zengin bir kadın gelir enstitüye. Müdürden açacağı dükkâna ortak etmek üzere bir terzi ister. Müdür Hüseyin Amca’yı önerir ve Moda’da terziliğe başlar. 2 yıl boyunca çok güzel gider işler. Sonra bir ortakla Almanya’ya ayda 7 ila 10 bin arasında kot göndermeye başlarlar. Hüseyin Amca’nın durumu gittikçe iyileşir. Alman ortağın abisi oradaki işi ayarlayan kişidir. Sürekli para talep eder. İşler sürdüğü için de taleplerini karşılarlar. Gün gelir o kişi izini kaybettirir. Paralar artık gitmiştir. “Alman ortağın hissesini alıp Ümraniye, Ihlamurkuyu’ya geldim. Meğer burası da mafya yatağıymış,” diyen Hüseyin Amca burada da haraç ödemekten yakasını kurtaramaz ve en sonunda da iflas eder. “Tek ceketimi zor kurtardım, sıfırı tükettim,” diyor Hüseyin Amca o günler için.
Eve ekmek götüremeyen Hüseyin Amca bunalımlı günler geçirir. “Tam üç kez intihar etmeye kalktım,” diye anlatıyor “Zamanında iyilik yaptığım insanların yanına gittim. Onlar bile bana kazık attılar. En sonunda bu dükkânı kiraladım. Şu gördüğün makine ve hanımın evdeki ütüsü vardı elimizde. Başka hiçbir şey yok.” Bir emlakçı dükkânının camekanı gibi her türlü terzilik işini tek tek yazıp cama asar. “Bir paça işi mi geldi,” diyor Hüseyin Amca “Hemen yapıyor, parasını alınca da ekmek alıyorduk. Bir fermuar değişimi veyahut küçük bir tadilat işi mi geldi. Hemen parasıyla gidip makarna alıyorduk. Böyle böyle, sıfırdan bugünlere geldik.”
'KİTAP YAZIYORUM, YURTLARA DAĞITACAĞIM'
Hüseyin Amca yurtta yetişen biri olarak çok sıkıntı çekmiş. Şimdi tüm yaşadıklarını bir kitap haline getiriyor. “Bakanlık nezdinde mi olur, nasıl olur bilemiyorum. Ama yazacağım bu kitabı bütün yurtlara dağıtmak istiyorum. Bir tane çocuk bile okuyup hayata atılmak için ilham alsa bana yeter,” diye anlatıyor. Sadece hayal değil, yaptığı birçok somut şey de var yurt çocukları için. Onlara iş bulmaktan tutun, gündelik ihtiyaçlarını karşılamaya; yurtlarda konser organizasyonlarından tutun, onları evlendirmeye kadar her adımlarında yanlarında olmaya çalışıyor. “Bizim zamanımızda,” diyor “top oynamak yasaktı. Tekirdağ Spor Kulübüne gittim. Onlarla birlikte bir çalışma yaptık. Toplar aldık, yurtlara dağıttık. Kulüpten çocukları izliyorlar şimdi. Tek bir tane bile çocuk çıksa, futbolcu olsa tamamdır. Hele bir de parayı buldu mu, o da kardeşlerine yardım eder!”
Yurtayder’i kuranlar arasında Hüseyin Gülsen de vardır; yurttan ayrılanlar derneği yani. “Tekirdağ’daki yurt müdürünü her ziyarete gittiğimde hürmetle karşılanırım. Ama müdürün yüzüne bakarsan ‘Of, gene geldi bu!’ diyordur,” diyen Hüseyin Amca iki tane yurt çocuğunu ileride milletvekili olsunlar diye yetiştiriyor ki, bu sorunlarla uğraşsınlar, o da böyle kapıları arşınlamaktan kurtulsun. “Yurttan çıkan okumuş çocukları yurtta çalıştırmak üzere görevlendiren bir sistem olmalı,” diyor Hüseyin Amca; “Damdan düşenin halini, damdan düşen anlar.” Kentten köye doğru yerleşimin olacağı bir fikri daha var: “Köyler artık boşalıyor. Zengin çok; tuğlayı birinden, demiri birinden, betonu birinden alalım. Altı küçük imalathane, üstü ev olan yerleşimler yapalım. Çok cüzi bedellerle kiralar alınsın. Yurt çocukları bu evlerde bir yaşam kursunlar. Elbette onları denetleyelim. Baktık sağlıklı işleyen bir yapı, neden tüm ülkeye yayılmasın?”
'YETİŞTİĞİM YURDU NASIL UNUTURUM?'
Hüseyin Amca’nın hatırlattığı önemli bir konu da 18 yaşına gelen her çocuğun yurtlardan koşulsuz bir şekilde çıkarılması. “Bizim zamanımızda sadece erkekler çıkardı; şimdi kız çocukları da çıkıyor. O çocuklar ne yapsın, nereye gitsin; bunu düşünen yok. Meslek öğretmemişsin, okula göndermemişsin; ne olacak bu çocuklar?” diye soruyor. O nedenle yurtlardaki kız çocuklarına daha fazla önem gösteriyor, onların dertleriyle daha çok ilgileniyor. Ama onun bu kişisel çabası nereye kadar yetebilir? Tek başına belediyelere, iş adamlarına ne kadar ulaşabilir? Toplumsal bir sorunu, hem de bu soruna maruz kalmış bir kişi ne kadar yüklenebilir?
“Devlet tarafından himaye edilen çocuklardan biri” olan Hüseyin Gülsen “Yetiştiğim çocuk yurdunu nasıl unuturum! Her zaman ziyaret ediyorum. Oradaki kardeşlerimizi, yavrularımızı yalnız bırakmamaya gayret ediyorum. Çünkü onların ne hissettiğini, bizzat yaşamış biri olarak çok iyi biliyorum. Bir kızım, bir de oğlum var; ama yurttakiler de benim yavrularım. Onlara sahip çıkmalıyız,” diyor. Yurt çocuklarının meslek edinmeleri konusunu çok önemsiyor ve yurt bünyesinde terzi eğitimi verebileceği bir atölye için çalışmalarını sürdürüyor. Kendi dükkânında yetiştirdiği birkaç çocuk olmuş üstelik. Hüseyin Amca’nın en büyük hayali, yurt çocuklarını meslek sahibi bireyler olarak bilinçli ve sağlıklı bir şekilde topluma kazandırmak. Bu hayali için Kadıköy, Hasanpaşa’daki dükkânında harıl harıl çalışmaya ve fikir üretmeye devam ediyor...