Yolda ‘Dikkat önünüze geyik çıkabilir’ tabelaları, şişe mantarı yapılmak için bellerine kadar kabukları soyulmuş meşe ağaçları, yere dökülmüş sonbahar ve sis vardı. Ev çok güzeldi, şöminesi bile vardı –yakmak için bol odun– ve iyi bir ev sahibi… Sadece küçük bir sorun vardı.
Barselona’da ev arıyorduk. Çok pahalanmıştı her yer. Sadece altı ay içinde bin Türkiyeli ev satın almıştı Barselona’dan. Emlakçıya girdiğinde ‘Türk müsün?’ diye soruyorlardı. Herkes uzaklaşmaya çalışıyordu iktidar bulaşığından ve daha çok kız çocukları olanlar. Biz geçici bir yer arıyorduk. Barselona’da artık arkadaş evinde kalınamıyordu. Bütün evler, odaları, yatakları, ulus ötesi bir yatak tekeli sitesi tarafından piyasaya arz olunmuştu. Gece uyuma borsasıydı bu. Bütün ev kiralarını yükseltiyordu. Kârlı gibi görünüyordu ve bu yüzden büyük finans için de yeni yatırım alanıydı. Bunun manası, kiraların daha da artması ve yeni kiraya vermek zorunda kalınan yatak demekti. Sarmal bir uyku piyasasıydı bu. Ev tutmak için daha fazla kira ödemek, kira ödemek için her yere yatak koyup kiralamak ve bir gece yatağın boş kaldığında başkasına kiraya vermek demekti. 19'uncu yüzyıl sonu İngiltere’sinde aynı yatağı paylaşan maden işçileri gibiydi durum. Biri kalktığında diğeri yatıyordu. Yatak hep sıcak kalıyordu.
Kentin gerçek sahibi Katalanlar uzun zamandır şehir merkezinden dışarı atılmışlardı zaten. Yüksek kiralar aşağıdan başlayarak insanları kent eteklerine süpürüyordu. Sonra bu etekleri de merkez yutuyor ve yeniden etek göçü başlıyordu. Barselona kent efsanesi, finans sunağına kurban edilmiş, kent sakinleri öyküsünden başka bir şey değildir aslında.*
Kentin 70-80 kilometre ötesinde, göl kıyısında bir ev bulmuştuk internetten. Merkezde kalmak zorunda değildik. Doğal parkın içinde, ormanın ortasındaydı ev. Etrafında hiç başka bir ev yoktu ve balkonunun altında göl vardı. Kirası merkezden çok daha ucuzdu. Güvenli bir yer olarak görünüyordu. Yani ayılar ya da kurtlar vardı muhtemel ama insanlardan oldukça uzaktı. Birisinin ortamıza bomba yüklü bir araçla dalacağı yeterli çoğunluk yoktu mesela. Çocuk için de harikaydı. Yani yakında bir AVM yoktu, yani parlak kırmızı plastik kaydıraklar, içine çok pişmiş obez konmuş hamburger ekmekleri, herkese birden aynı hastalığı bulaştırabilme becerisi ile bezenmiş havalandırma klimaları ve başımızdan aşağı boca edilmiş satın almak yoktu. Bunun yerine, Zeyno için ‘girme’ dediğimizde mutlaka gireceği bir göl, içinde yuvarlanabilecek ağaç yaprakları, dal –hani eskiden hatırlarsınız, ağaçlarda olur–, bolca oksijen –tüp içinde değil– ve deterjan reklamlarına konu olabilecek kadar bolca çamur olmalıydı.
Bu ev ilanı bir dolandırıcılık olabilirdi tabii ki ama bunu yakalamanın ustası olmuştu Merve. Her gün 3-4 böyle ev ilanı yakalıyordu Barselona’da bir ara. Siteye yazıp attırıyordu. Çok çekici ilanlardı bunlar. En az 200-300 euro daha ucuz oluyordu bu evler ve çok güzel eşyalı ve merkezde. Bu evi kaptırmamak için bir sürü kişi depozit yatırabiliyordu ya da iki gün sonra evin gerçek sahibi gelip "siz bugün çıkıyordunuz değil mi?" diyordu. Dolandırıcıların izimizi sürüp bizi vuracaklarından korkuyordum. Ekmek parası adamların…
Ev tam filmlerdeki yazar evlerine benziyordu fotoğrafta. Şöyle balkonda masanda kahve ve ayaklarının altında göl. –Belki sadece şarap içmeliydi, göl evinde bir yazar böyle yapar herhalde. Zaten çok ucuz.– Kitaplarımı 100 bin sattıracak romantizm bu gölün içinde saklıydı nihayet –biraz da romatizma belki.–
Yolda ‘Dikkat önünüze geyik çıkabilir’ tabelaları, şişe mantarı yapılmak için bellerine kadar kabukları soyulmuş meşe ağaçları, yere dökülmüş sonbahar ve sis vardı. Ev çok güzeldi, şöminesi bile vardı –yakmak için bol odun– ve iyi bir ev sahibi…
Sadece küçük bir sorun vardı. Göl yoktu. Bu sene hiç yağmur yağmamıştı. Dağlardan nehirler akmıyordu. Göl kurumuştu.
Yani yakınlarda benim 100 bin satacak kitabım olmayacak sanırım ve hiçbirimizin içecek suyu…
* Barselona'ya ilişkin Biutiful filmini izlemenizi öneririm.