Film çekebilmek yalnızca Türkiye’de değil dünyanın dört bir yanında giderek zorlaşan bir hal alıyor. Hatta Michael Dudok de Wit gibi 1994’te “Le moine et le poisson” ve 2000 yılında “Father and Daughter” filmleriyle iki kez Oscar’da kısa animasyon dalında aday olan, ikincisiyle bu ödülü kazanan bir yönetmen olsanız bile uzun metraj film çekebilmeniz için çok çabalamanız ya da şanslı olmanız gerekiyor.
Altyazı dergisinin bu ayki sayısında Engin Ertan’ın Michael Dudok de Wit ile yaptığı röportajda bunu söylüyor yönetmen. Onun yeteneği şansını da beraberinde getirmiş bu sefer. Röportajdan öğreniyoruz ki dünyaca ünlü Japon animasyon stüdyosu Ghibli’nin önemli isimlerinden Isao Takahata’nın yönetmenin “Father and Daughter” filmini derslerinde göstermeye başlamasıyla gelişen süreç karşımıza son dönemin en iyi animasyonlarından birisi olan “Kırmızı Kaplumbağa”nın çıkmasına vesile olmuş. Ghibli’nin teklifini geri çevirmeyen Michael Dudok de Wit hem stüdyonun estetik ruhuna sadık kalmayı hem de kendi özgün hikayesini anlatmayı başarıyor.
ISSIZ ADADA BİR ADAM
“Kırmızı Kaplumbağa”, dalgalarla boğuşan genç bir adamın görüntüsüyle açılıyor. Fırtına dindiğinde ıssız bir adada olduğunu fark eden bu genç adam, oradan kurtulmak için çeşitli girişimlerde bulunuyor ancak bu girişimler kırmızı bir kaplumbağa tarafından akamete uğratılıyor. Adada yalnız başına yaşamaya mahkûm kalacağını düşünen genç adamın hikayesi rüya, hayal gücü ya da mucize kabilinden bir gelişme ile bir anda değişmeye başlıyor.
“Kırmızı Kaplumbağa” baştan sona diyalogsuz bir film. Ancak bu durum filmin gücünün daha da artmasına vesile oluyor. İki nedenden ötürü. İlki yönetmenin de röportajda belirttiği gibi diyaloglar filmin zamansızlığını ortadan kaldırma riski taşıyabilirdi. Oysa bu haliyle hikayenin hangi zamana ait olduğunu bilmiyoruz. Böylece perdede gördüklerimiz büyüyerek zamansızlaşıyor. Bu durum filme zaman algısını genişleten bir özellik katıyor.
İkinci olarak filmi Hollywood stüdyo animasyonlarında ya da Japon animelerinden ayrıştırarak masalsı bir hava katıyor. Her ne kadar Ghibli ve Hayao Miyazaki gibi ekollerin animelerinde masalsı atmosfer baskın olsa da hikayelerin ‘gerçek’ hayata değdiği karakterlerin bu dünyadan olduğunun fark edildiği anlar, Japon kültürüne ait görsel ve karmaşadan izler görmek mümkün.
“Kırmızı Kaplumbağa” bir yandan doğa ile kurduğu ilişkiyi dengede tutmayı başarırken, hikayesinin zamansızlığına yaslanarak masalsı havasını da büyütüyor. Böylece ne diyalog yoksunluğuna ne de kırmızı kaplumbağanın yaşadığı dönüşüme bir açıklama bulmaya kafayı takıyorsunuz.
İÇİNE DÜŞÜLEN BİR MASAL
Öte yandan Robert Zemeckis’in 2000 tarihli filmi “Yeni Hayat”ta (Cast Away) olduğu gibi filmde doğa ile baş etmek ya da kaçıp kurtulmak için mücadele etmek gibi unsurlardan da arınmış bir film var karşımızda. Karakterimiz ilk başlarda bu tür hayaller kursa da zamanla her yerin mekâna dönüşebileceğini, bunun da insan iradesi ve emeğiyle gerçekleşebileceğini fark ediyor belli ki. Karakterlerin ‘modern insan’ davranışlarından uzaklaşması, bir kabullenmeyi değil daha çok sağlıklı bir uyumu da beraberinde getiriyor ki bu da filmi giderek bir masal havasına sokuyor.
Bu yıl uzun metraj animasyon dalında Oscar adayı olan “Kırmızı Kaplumbağa”, dili gölgeleyerek anlatısını görsellik üzerine kurmada ustalaştıkça, birisinden dinlediğiniz değil bizzat içine düştüğünüz bir masala dönüşüyor.
ORİJİNAL ADI: La Tortue Rouge
YÖNETMEN: Michael Dudok de Wit
YAPIM: 2016 Fransa, Belçika, Japonya
SÜRE: 80 dk.