Kış ülkesinde 'palto'suz ötekiler

“Hepimiz Gogol’ün 'Palto’sundan çıktık” dediği doğruysa eğer, ihtimaldir ki Dostoyevski bu cümleyle yalnızca Rus edebiyatının değil, Rus küçük memur hayatının da kaynağını işaret ediyordu.

Abone ol

“Kar bulutu arasından tek tük görünen sokak fenerleri, cenaze alayındaki hüzünlü meşaleleri andırıyordu. Kar paltomun, ceketimin, boyunbağımın altına girmiş eriyordu; benim bunları umursadığım yoktu. Nasıl olsa mahvolmuş bir adamdım ben.”
                                                                                          Yeraltından Notlar, Dostoyevski(1)

Tanzimat yazarları, mirasyedi kalem memurlarını baştan çıkarıcı bir doğa manzarası eşliğinde Çamlıca Bahçesi’ne gönderirler. Bahar; aşkın, cinselliğin çağrısıdır. 'Kırmızı Başlıklı Kız' misali, çiçeklerin içinden yürüyen kalem efendisi kurdun karnına girmeye mahkûmdur. Çamlıca Bahçesi’nin hain kurdu, genellikle zavallı memuru tüketime ve sonra da yok oluşa sürükleyecek bir femme fatale’dir. 19. yüzyıl Osmanlısı'nın kalem memurları cennet bahçesi alegorisinde “ahlak”la, “iffet”le sınanırlar. Bu yüzden romancının sahnesinde hep hoppa, şıpsevdi, cilveli bahar vardır.

Rus edebiyatının küçük kalem memurları ise Osmanlı’daki mevkidaşları kadar şanslı değillerdir ne yazık ki. Rus yazarlar, dokuzuncu dereceden memur kahramanlarını hep öldürücü bir soğuğun, insana meydan okuyan bir tipinin ortasına atarlar. Elbette, turistlerin soğan kubbeli kış ülkesine dair romantik muhayyilelerini harekete geçirmek için değildir bu seçim; romancının sahnesine kar sınıf savaşının bir aracı olarak girer. Bütün dokuzuncu dereceden memurlara, Yeraltı Adamı’nın nanik yaptığı Billur Saray karşısında, yoksulluklarını, ezilmişliklerini duyurmak için vardır kış. Küçük memurların değil, devletin ve Billur Sarayların ahlakını sorgulamak için.

'ÖTEKİ', BİLLUR SARAY YOLUNDA

Dostoyevski’nin 'Öteki' adlı romanının kahramanı, dokuzuncu dereceden devlet görevlisi Yakov Petroviç Golyadkin, bir sabah mutlulukla, kiralık lüks kupa arabasına binip doktorunu görmeye gider. Hemen burada Recaizade Mahmut Ekrem’in Bihruz’unun da trajedisine kiralık lüks landosuyla gittiğini hatırlatalım.

Doktorun muayenesinden sonra ışıltılı vitrinlerle dolu Nevski Caddesi’ne yönelir lüks kupa arabası. Golyadkin mağazaları gezerek pahalı siparişler verir, ertesi gün uğrayıp alacağını söyler. Bu alışveriş provası, o akşam velinimeti Olsufiy Ivanoviç’in evinde verilecek davetteki insanlarla denk olduğunu kanıtlamak için gereklidir.

Akşamı zor eder Golyadkin; ne var ki heyecanla evin kapısını çaldığında uşak onu içeriye almaz. Golyadkin utançla, şaşkınlıkla kupa arabasına atlayıp bir meyhaneye sığınır. Anlatıcı, kahramanını meyhanede bırakıp Billur Saray’a döner. Kışkırtıcı bir ironiyle Puşkin gibi yetenekli bir şair olmadığı için bu seçkin topluluğu hakkıyla anlatamayacağını söyler ama biz bu sahte alçakgönüllülüğün altında Yeraltı Adamı’nın zehirli dilinin olduğunu sezeriz.

“Kalemimin zayıf olduğunu gizlemiyorum. Ak saçlı ev sahibinin olağanüstü bir sevimlilikle düzenlediği baloyu gerektiği gibi anlatmakta güçsüz kaldığını da itiraf ediyorum. Hem ayrıca sorarım size, benim gibi sıradan, ama Bay Golyadkin’in serüveni gibi olağanüstü serüvenlere aşırı meraklı bir anlatıcı nasıl anlatabilir size, bunca güzelliğin, parlaklığın, saygın davranışın, neşenin, sevimli ağırbaşlılığın ve ağırbaşlı sevimliliğin, canlılığın, sevincin karışımını, bütün o oyunları, devlet memurlarının her biri havai fişekler gibi ışık saçan eşlerinin (bunu onların güzelliklerini ifade etmek için söylüyorum) bütün o kahkahalarını, onların gül pembesi omuzlarını, küçücük yüzlerini, göz alıcı bedenlerini, ancak Homeros’un o yüce anlatımıyla betimleyebileceği küçücük ayaklarını nasıl anlatabilir size?”(2)

Golyadkin ikinci kez velinimetinin evine döner, merdivenlerin altında bekleyip içeri süzülmek için uygun anı kollamaktadır. Küçük memur için Billur Saray’a girmek bir varoluş meselesi haline gelmiştir artık. Bu heyecanlı bekleyişte kış kendini bir kez daha duyurur:

“Golyadkin soğuktan uyuşmuş eliyle yine soğuktan uyuşmuş yanağını çimdikleyerek mırıldandı: ‘Ah, ne figüransın sen! Çok aptalsın Golyadkinciğim… Çok tuhaf bir soyadın var!’”

Kitapta yer alan çevirmen notundan öğrendiğimize göre, Golyadkin soyadı Rusça “çıplak, cıbıl” anlamına gelen golıy sözcüğünden gelmektedir. Golyadkin, o an içinde bulunduğu durumu değil de soyadını tuhaf bulur. Çünkü Billur Saray’a bir kez olsun girebilse, oradaki güzeller güzeli prensesle biz kez olsun dans edebilse bütün varoluşu baştan aşağı değişecektir. Kupa arabası da, gün boyu yaptığı yalancı alışveriş de soyadının tuhaflığını unutmak, hatta ortadan kaldırmak içindir.

Ve içeri girer Golyadkin. Türlü sakarlıklarla, şaklabanlıklarla ortalığı birbirine katar, o karmaşa içerisinde akşamın arzu nesnesine, velinimetinin kızı güzel Klara’ya yaklaşıp onu dansa kaldırmayı başarır. Ama bütün masalların o büyülü anı, yani prensin prensesi dansa kaldırdığı an grotesk bir sahneye dönüşmüştür. Bu gülünç gösteriden sonra yaka paça karlı sokağa atıldığında illüzyon sona ermiş, kupa arabası balkabağına dönüşmüştür. Karlı bir kasım gecesi sokakta bir başınadır, üstelik saraydan kaçarken ayakkabısının teki ayağından çıkan Külkedisi gibi, galoşlarından birini de düşürmüştür. Rus küçük memurunun hayatı bütün peri masallarının antitezi gibidir. Balkabağını arabaya çeviren tüketimin yarattığı illüzyondur ve amansız Petersburg soğuğu bütün illüzyonlara galebe çalacaktır.

“Her ne kadar karlı yağmurlu, adı bilinmedik daha bir sürü belasıyla kasım gecelerinin Petersburg fırtınası, karşılaştığı şanssızlıklar yüzünden zaten ölmüş olan Bay Golyadkin’in üzerine saldırıp soluk almasına izin vermezken, önünü görmesine engel olurken, iliklerine kadar işlerken, koşmasını zorlaştırırken, son umutlarını da yok ederken, inadına, onun düşmanlarıyla birlik olduğunu belli ederken, onun bu gününü ve gecesini zehir etmek niyetinde olduğunu anlatırken, her yandan acımasızca saldırırken… bütün bunlara karşın, Bay Golyadkin, kaderinin bu darbesini umursamıyordu.”

Kurmacanın cilvesine bakın ki, “Petersburg’un saat kulelerinin hepsinde saatler tam gece yarısını” vuruyordur ve Golyadkin tam o anda öteki Golyadkin’le karşılaşır, Billur Saraylarda başı okşanacak, düzenbaz, yaltakçı ama aynı oranda yoksul 'Öteki’siyle…

'PALTO'YA BÜRÜNEN ÖTEKİ

“Hepimiz Gogol’ün 'Palto’sundan çıktık” dediği doğruysa eğer, ihtimaldir ki Dostoyevski bu cümleyle yalnızca Rus edebiyatının değil, Rus küçük memur hayatının da kaynağını işaret ediyordu.

Devlet dairelerinin birinde çalışan, görevine düşkün memur Akaki Akakiyeviç’e kendi halinde akıp giden memur hayatında yolunda gitmeyen bir şeyler olduğunu düşündürten de Petersburg soğuğudur:

“Yılda dört yüz ruble ya da bu civarlarda para kazananların amansız bir düşmanı vardır Petersburg’da. Bu düşman, kimilerinin her nedense adamın canına can kattığını öne sürdükleri kuzey ayazından başkası değildir. Bu sağlıklı soğuk, dairelerine gitmek için bütün memurların yollara döküldüğü sabah saat dokuz dolaylarında hiç ayırım gözetmeden bütün burunlara öyle acımasız fiskeler indirmeye başlar ki, düşük dereceli gariban memurlar burunlarını nereye sokup, nasıl koruyacaklarını bilemezler. Yüksek dereceli memurların bile ayazdan alınlarının zonkladığı, gözlerinden yaşların süzüldüğü bu saatlerde, kalem memurları büsbütün umarsızdırlar. Yapabilecekleri tek şey, evleriyle daireleri arasındaki dört beş sokağı olabildiğince hızla koşarak aşmak, sonra da kendilerini hademe odasına atarak, yolda buz tutmuş bulunan memuriyet yetenekleri çözülüp de yerine gelene dek oldukları yerde bir güzel tepinmektir. Akaki Akakiyeviç, şu sözünü ettiğimiz dört beş sokaklık uzaklığı usulüne uygun bir hışla aşmasına karşın, son sıralarda sırtının ve omuzlarının sızladığını duyumsamaya başlamıştı. Sonunda bu işin paltosundan kaynaklanıyor olabileceğini düşündü.”(3)

Akakiyeviç lime lime olmuş paltosunu terziye götürür ve terziden, eski paltodan umudu kesip yeni bir palto diktirmesi gerektiği cevabını alır. Kara kara düşünür, hesap yapar. Aylarca yiyip içmediği takdirde yeni bir palto diktirebilecektir. Terziye siparişi verdikten sonra günlerini yeni paltonun hayaliyle geçirir. Yeni palto, memur çevresinin arzu nesnesi haline gelmiştir artık, hatta daire arkadaşlarından biri Akaki Akakiyeviç’in, daha doğrusu paltonun şerefine bir davet verir.

PETERSBURG'DA BİR HAYALET DOLAŞIYOR

Akaki Akakiyeviç o akşam ilk defa sokağa çıkar, ışıltılı vitrinlerin önünden geçer. Paltosuna benzer arzu nesnelerini görür vitrinlerde, içi sevinç doludur. Davette ona iki kadeh şampanya içirirler, “şampanyadan sonra kendini daha neşeli” hissetse de “saatin on ikiyi bulduğunu, çoktan evinin yolunu tutması gerektiğini bir türlü” unutamaz. Davetten çıkıp evinin yolunu tuttuğundaysa, içine çöken o uğursuz sezi gerçekleşir. Akakiyeviç’in önünü kesen iki adam paltosunu çalar. Bundan sonra nüfuzlu kişilerin, karakolların kapısında paltosunu arayarak geçirir günlerini Akakiyeviç. Paltosunun bulunması için gittiği önemli bir kişinin kapısından kovulur, Petersburg soğuğu da son kozunu oynamak için bu fırsatı kaçırmaz. Hastalanıp yatağa düşen Akakiyeviç çok geçmeden ölür ve “Petersburg, kendinde böyle biri hiç yaşamamışçasına onsuz” kalır.

Elbette öykü böylece sona ermeyecektir, Gogol’ün fantastik muhayyilesi küçük memurun imdadına yetişecek, o günden sonra Petersburg sokaklarında dolaşıp her gördüğü paltoyu “Bu benim” diye almaya kalkan Akakiyeviç, en sonunda kendisini çıplak, biçare bir halde karın kollarına atan önemli kişinin paltosuna el koyduğunda Rus edebiyatının bütün dokuzuncu memurlarının intikamını alacaktır.

BİLLUR SARAY'DAN KIŞLIK SARAY'A 

“Belki de 1863’te, Dostoyevski’nin önünde delilikten ya da dehadan başka çıkış noktası yoktur” der, René Girard.(4) Dostoyevski’nin hangi seçeneğe doğru yürüdüğünü romanlarını okuyanlar iyi biliyor. Denilebilir ki, dokuzuncu dereceden küçük memurların önünde de iki seçenek vardı o günlerde: Kapısından kovuldukları Billur Saraylara nanik yapma özgürlüğünü bile unutarak, onlara sürekli yoksulluklarını duyuran soğuk kış gecelerinde delirmek ve ölmek…

Ya da…

Rivayet odur ki 1917 yılının soğuk bir kasım günü(5), sokaklarda adalet arayan 'Palto'; sahibini bırakıp üst rütbeli bir hayat sürmeye kalkan 'Burun'; operada bir türlü engel olamadığı aksırığı yüzünden önemli kişiyi rahatsız ettiği düşüncesiyle yataklara düşüp ölen Çerviakov; “Her şeyin bir an önce olup bitmesini, bir an önce gerçekleşmesini” isteyen Öteki ve Rus romanının bütün dokuzuncu dereceden memurları Kışlık Saray’a yürüyen kalabalığın arasındaydılar. Ve yine rivayet odur ki, onları oraya sürükleyip getiren de “vida değil insan olduğunu” kendisine ve tüm dünyaya kanıtlamak isteyen Yeraltı Adamı’ydı.(6)

Notlar

1- Dostoyevski, Yeraltından Notlar, çev. Mehmet Özgül, Adam Yayınları, 1982.
2- Dostoyevski, Öteki, çev. Ergin Altay, İletişim Yayınları, 2007.
3- Gogol, Bir Delinin Hatıra Defteri-Palto-Burun, çev. Mazlum Beyhan, İş Bankası Kültür Yayınları, 2015.
4- René Girard, Dostoyevski-Yeraltı İnsanı, çev. Orçun Türkay, Everest Yayınları, 2014.
5- 7 Kasım 1917 gününün “soğuk ve nemli” olduğunu yazar John Reed, Dünyayı Sarsan 10 Gün’de.
6- Bu paragrafta anılan yazarlar ve eserler: “Palto” ve “Burun” (Gogol); Öteki ve Yeraltından Notlar (Dostoyevski); “Memurun Ölümü” (Çehov).