Serginin son bölümündeki felaket ise kutlarız, hepimizin, tüm insanlığın eseri: Kuzey Kutbu'ndaki iklim değişikliği. Buzullar erir, denizler yükselir, çöp adaları okyanusta dolanırken suçla birbirini suçlayabileceğin kadar. Bir koşu gidip evdeki çöpleri karton, plastik diye ayıklayayım da içim rahatlasın, hiçbir şey olmamış, olmayacakmış “gibi” yapmaya devam edebileyim...
Tuzlu saçlar, yanık tenler, boşvermiş haller geride kalıyor yine... Çoğumuzun bütün yıl beklediği yaz, yine bizi yavaş yavaş terk ediyor, şehre, telaşa, hayatın gerçeklerine dönüyoruz. Bir bakmışız, kış gelmiş olacak. O zaman bugün kışa en dibinden girelim; beraber Grönland’a gidip bambaşka bir dünyada dolaşalım.
Qanga, Grönland dili olan Kalaallisut'ta "bir varmış bir yokmuş" anlamına geliyormuş. 'Grönland'da bir varmış, bir yokmuş' diye başlıyor bu aralar devam eden, size anlatmak istediğim sergi. Qanga isimli sergi, Lozan Antlaşması’nın imzalandığı 19. yüzyıldan kalma Floransalı rönesans tarzı güzel bir binada, Palais de Rumine’de ziyaretçilerini bekliyor. Rönesans kapılarından girip, Eskimo çadırlarına ulaşıyorsunuz. (Sergide de gerçekten de deneyimlemeniz için prototip bir çadır var.) Size bambaşka bir dünya sunan anlatıda, Grönland'ın ilk sakinlerini, kıyafetlerini, yedikleri yemekleri, yaşadıkları çadırları, yetiştirdikleri hayvanları, takip ettikleri ritüelleri tanıyarak Grönland'ın tarihine bir yolculuğa çıkıyorsunuz.
Sergi gerçekten de bir hikâyeye dayanıyor: Grönlandlı karikatürist ve sanatçı Konrad Nuka Godtfredsen tarafından Danimarkalı arkeologlar ve tarihçilerle iş birliği içinde üretilen dört çizgi roman, 4 bin 500 yıl önce günümüz Kanada'sından göç eden ilk avcı-toplayıcıların zamanından ilk Danimarkalı misyonerler ve yerleşimcilerle birlikte yaşadıkları yıllara kadar Grönland'ın hikâyesini anlatıyor. Arkeoloji ile birleştirilmiş hikâye anlatımı, bir kültürü keşfetmenin ve anlamanın harika bir yoluna dönüşüyor. Bizim arkeoloji ile aramız pek yok ama bu tip güzel örnekler Urfa Arkeoloji Müzesi’nde, Adana Arkeoloji Müzesi’nde, İstanbul Arkeoloji Müzesi’nin restore edilmiş bölümünde görülebilir. Baktığınız taşlara, buluntulara sahip olanların da sizin gibi insan olduğunu, sadece kitap üzerinde yazılı tarihsel bilgiler olmadığını kavratıp buna heyecan duydurabilmek önemli bir efor ve meziyet.
Qanga’ya geri dönersek, sergide gördüğünüz Grönland’dan toplanmış tarihi ve arkeolojik objeler, mineraller, hayvanlar ve sanat eserleri, İsviçre ve Danimarka müzelerinden seçkiler. Bunların arasında gezer, bilgileri okurken siz de Danimarkalı misyonerler gibi adayı keşfediyor gibi hissediyorsunuz.
Sergiyi bu gazetenin sayfalarına taşımamın asıl sebeplerinden biri, sergide şahit olunan şaman kültürü ve ritüelleri. "Grönland'da MÖ 200 ile MS 800 arasında hiçbir insan işgali belgelenmemiştir. Öncü nüfus gruplarının son temsilcileri, MS 800 ile MS 1300 arasında Kuzey Kanada'dan orada yaşamak için geri geldi ve MS 1200'den sonra yeni bir insan geldi: İnuitler." İnuitleri tanımak, özellikle şaman ritüellerini okumak, arkeolojik kazılarda bulunan eserleri, davulları, maskeleri ve tılsımları görmek serginin en ilginç yanı oldu. Orta Asya’da atalarımızın inançları ile Grönland’ın inançlarının kesişmesi, şaman davullarının benzerlerinin hatta Antik Mısır’dakine benzer kutsal hayvan heykellerinin olması dünyanın çok acayip bir yer olduğunu bir kez daha düşündürtüyor.
Diğer ana konuya gelirsek, sergi hoş bir bir belgesel gibi devam ederken odalar (ve gerçek hayatta yıllar) geçtikçe sömürgecilik ve iklim değişikliği gerçeğine uyanıyorsunuz. Avrupalı misyonerlerin doğal kaynakları talan etmesi, İnuitlerin inançlarını Hıristiyanlıkla bastırmaya çalışmaları, yerlilerin gözünü boyamak için giysilerine takmaları için boncuk sunup bunları doğal kaynaklarla değiş tokuş etmeleri, yerlileri çalıştırmaları, doğal alana binalar dikmeleri, daha ne kadar sömürebiliriz diye köküne kadar araştırmaları... Bunların hepsine değiniliyor değinilmesine ama bunu tam olarak nasıl anlatsam bilmiyorum, şık bir sıyrılışla. Herkesin kendi hataları ile yüzleşmesinin ve kendi hatalarının başkalarının hataları ile karşılaştırarak örtülmemesinin (Ülkemizde pek tutulan, 'Biz yaptık ama onlar kendi yaptıklarına baksınlar' söyleminden bahsediyorum) taraftarıyım ama biz yapsak bu kadar uzak bir mesele gibi mi anlatılırdı diye düşünmeden geçemiyorum. Belki buna en yakın örnek, 70 yıllık bir hükümdarlığın ardından (hakkını da verelim) kült olan inanılmaz etkileyici bir duruşun sahibi Kraliçe 2'nci Elizabeth’in vefatının ardından söylenenler. İnternette ve televizyonlarda planlandığı üzere sürekli Lilibet belgeselleri dönerken BBC Afrika, kraliçenin “Afrika ile ilişkileri uzun dönemli yönetiminden” bahsetmiş. Bir Twitter kullanıcısı da “Gerçekten koloniyalizmi ilişki yönetimi olarak yeniden mi adlandıracaksınız?” diye BBC’ye eleştiri getirince yorumu çok popüler oldu. Bu sergide de aynen bu örnekte olduğu gibi, konuya uzaktan yaklaşma var. Şıkça yeniden adlandırır ve pek elimiz kanlı değilmiş gibi davranırsak hijyenik görünürüz.
Serginin son bölümündeki felaket ise kutlarız, hepimizin, tüm insanlığın eseri: Kuzey Kutbu'ndaki iklim değişikliği. Buzullar erir, denizler yükselir, çöp adaları okyanusta dolanırken suçla birbirini suçlayabileceğin kadar. Bir koşu gidip evdeki çöpleri karton, plastik diye ayıklayayım da içim rahatlasın, hiçbir şey olmamış, olmayacakmış “gibi” yapmaya devam edebileyim...
Qanga, Lozan Palais de Rumine’de 29 Ocak 2023'e kadar görülebilir.