‘90’lı yıllar, çoğumuzun hafızasında hâlâ taze. Geçtiğimiz hafta o dönemden söz etmiş, acısıyla tatlısıyla yaşadıklarımızın bir kısmını aktarmaya çalışmıştım. Özeti şu: 12 Eylül karanlığının dağılmasında en büyük etkenlerden biri, müzik. Bu on yılda, özel radyo ve televizyonların da açılmasıyla daha bir görünür oldu ve bir önceki on yılın acısını çıkartırcasına gündemi işgal etti. ‘80’li yılların bilhassa ilk yarısında oldukça kısır olan müzik piyasası ikinci yarıda hareketlendi ve bu hareket, ‘90’lı yıllarda berekete dönüştü. Sadece müzik değil, her alanda bu böyle oldu ve karanlıkta el yordamıyla ilerlerken yapılamayanlar yapıldı, atılamayan adımlar atıldı: Sinema, tiyatro ve televizyon dünyasındaki tıkanıklıklar aşıldı, her biri kendine yeni yollar buldu; bu alanlar yeni yıldızlarını yarattı. Siyasetin çıkmaza girdiği, “derin devlet”in faaliyete geçtiği, Kürt illerinde baskıların arttığı, faili meçhul cinayetler ve kayıp haberlerinin art arda geldiği günlerde durum böyleydi.
ROCK
Bu dönemdeki pop patlaması, piyasanın açılmasına sebep. Genç yıldızlar art arda yeni şarkılarla gündemi işgal ederken ‘80’li yılların ikinci yarısında (Bulutsuzluk Özlemi, Devil, Aqua gibi “kasetli” topluluklarla) kendini gösteren rock, ‘90’lı yıllarda kulvarını büyüttü. Uzelli’nin (Kesmeşeker, Akbaba, Objektif, YuHu gibi topluluklara) art arda yaptığı albümler, Ada Müzik’in dokunuşları ve kimi şirketlerin kataloglarında rastladığımız ayrıksı albümler, bu yıllardaki bereketi artıran hamleler. 1993 yılında yayımlanan (Koray Candemir’siz) Kargo albümü “Sil Baştan”, o yılların çok satan kasetlerinden. Sonrasında tanıştığımız Teoman, Şebnem Ferah, Özlem Tekin gibi isimler bu kulvarı renklendirdi; ‘80’li yıllardan kopup gelen Dr. Skull, Pentagram gibi topluluklarsa bu ülkede sert müziğin yapılabileceğini bize gösterdi. Şüphesiz ‘60’lı yıllardan gelen bir geleneğin üzerine ortaya çıkmış isimlerdi bunlar ama 12 Eylül her şeyi unutturduğu için tarih yeni baştan yazıldı. O dönemde pek moda olan sanat kurumlarında “Türkçe rock olur mu?” başlıklı panellerin düzenlendiği, bu gereksiz tartışmanın yapıldığı yıllardı bunlar…
Rock, bir geleneğin uzantısıydı ama o yıllarda tanıştığımız yeni bir tür vardı: Rap. Bilhassa ‘80’li yıllarda bütün dünyayı etkisi altına alan bu tür, Türkiye’ye biraz gecikmeli girdi belki ama bir anda kendine has bir dinleyici kitlesi oluşturarak sağlam adımlarla ilerledi. Söyleyecek sözü olan gençlerin tercih ettiği bir türdü bu. Cartel’in popülerliği yüzünden Almanya’dan Türkiye’ye geldiği söylenir ama Cartel albümü yayımlandığında rap (bilhassa Anadolu’da) çoktan sahneye çıkmıştı.
RAP
Almanya’daki hikâye bambaşka… King Size Terror’den Islamic Force’a, oradan Cartel’e uzanıyor. Türkiye’de ise ilk rap adımı Gemlik’ten geliyor: Hedef 12’nin “Tam İsabet” başlıklı albümünün tarihi, 1996. Sonrasında, bu türün ilk “hit” albümüne imza atan Rapor 2 var. Grubun kurucularından Maho B’nin solo albümünü de bunlara eklersek, rap’in yolunu nasıl çizdiğini görmüş oluruz. 1996’nın yaz aylarında Türkiye’de piyasaya verilen Cartel albümü ilk değil ama fark yaratan albüm. Ada, Zihni, Hammer gibi şirketlerin birbiri ardına yayımladıkları albümlerle birlikte, ‘90’lı yılları kapatırken ciddi bir külliyata ulaşıyoruz. Düzenlenen festivalleri ve “Yeraltı Operasyonu” başlıklı toplama albümü de bunlara katarsak, rap’in o yıllarda en sevilen türlerden biri olduğunu söyleyebiliyoruz.
Rock ve rap, birbirine zıt görünen iki tür. O dönemde bütün dünyada olduğu gibi Türkiye’de de bu iki türün temsilcileri arasında kıran kırana bir kapışma vardı. ‘90’lı yılların sonuna doğru başlayan, 2000’ler boyunca süregelen bu tartışma zaman zaman yeniden gündeme geliyor. Üstelik bir dönem bu tartışmaya aileler de karışmıştı: İyi çocukların rock dinlediğini iddia eden aileler rap’i “kirli” buluyordu. En azından benim çevremde böyleydi bu. Rap’çilerin içlerinden geleni söylemesi ve dillerine sansür koymaması bu algıyı yaratmış, geçtiğimiz hafta kısaca söz ettiğim Vitamin ve türevleri ise körüklemişti. Bir yandan (Cartel’in aynı adlı şarkısında geçen “cehennemden çıkan çılgın Türk” tanımlaması yüzünden) bir tuhaf milliyetçilik algısı da bu tartışmadaki tarafları belirliyordu. Milliyetçilik, ‘90’lı yılların yükselen değerlerindendi ve rock cenahında kendine yandaş bulamayanlar Cartel’e sarılmıştı.
Rap, bu dönemin yükselen yıldızıydı ve bu türle alakası olmayan insanların da ilgisi çekiyordu. Birbiri ardına enteresan denemelerin yapıldığı yıllar da ‘90’lı yıllar… MFÖ işi “Ali Desidero”, Barış Manço’nun şaşırtan şarkısı “Ayı”, Hümeyra’nın bir albümüne adını veren “Tutkulardan İntihar”, Cem Karaca’nın Cahit Berkay ve Uğur Dikmen’le yaptığı “Raptiye Rap Rap”, pop patlaması arasında sıyrılan münferit ama etkili örnekler…
İSYAN
‘90’lı yıllarda yükselişe geçen sadece rock ve rap değil… Grup Yorum’dan koparak kendine yeni bir yol çizen Kızılırmak ve tam da bu dönemde farklı kültür merkezleri bünyesinde ortaya çıkan (Grup Munzur’dan Kutup Yıldızı’na, Yenigün’den Günola’ya uzanan) muhalif topluluklar, müziğe farklı bir renk getirdi. 12 Eylül sonrası kısılmaya yeltenilen ses yeniden yükseldi, isyan büyüdü. Aynı dönemde Kürtçe müziğin (binbir zorluktan sonra) serbest kalması, ortamı daha da renklendirdi. Şıvan Perwer, Cıwan Haco gibi sanatçıların eski/yeni albümleri bu dönemde yayımlandı, Koma Denge Azadi’den Koma Amed’e pek çok önemli topluluk ilk kez bu yıllarda kendini gösterebildi. Yine Grup Yorum’dan ayrılan Metin – Kemal Kahraman kardeşler ve Ayşegül, Gülbahar, Serdar Keskin gibi isimler, solo albümleriyle piyasayı hareketlendirdi. 1994 yılında yayımlanan Ayşegül albümü “Güzelleme”, dönemin çok satan albümlerinden biri olmakla kalmadı, bir modanın öncüsü oldu ve o yıllarda herkes türkü söylemeye başladı.
2000”li yıllara doğru ilerlerken Duman, mor ve ötesi gibi topluluklar devreye girdi; bu on yılın ortalarında bir punk albüme imza atan Athena, 1998 tarihli “Holigan”la dümeni ska’ya kırdı. Henüz albüm yapmamış Replikas sahnelerde fırtına gibi eserken Nekropsi’den İstanbul Blues Kumpanyası’na uzanan isimler yarına köprü kurdu. Bu, 2000’li yıllardaki çeşitliliğin de habercisiydi.
‘90’lı yıllar bahsini, o yıllarda tanıştığımız bir toplulukla kapatayım: Boğaziçi Gösteri Sanatları Topluluğu bünyesinde yer alan bir projeden yola çıkarak oluşturulmuş Kardeş Türküler, ilk albümünü 1997 yılında yaptı. O günden bugüne etkinler ve bizi (tıpkı Grup Yorum gibi) hiçbir zaman yalnız bırakmıyorlar. Kazanç hanesine yazdığımız, “iyi ki” dediğimiz topluluklardan. Kendi adıma kuracağım bir cümleyle yazıyı sonlandırayım: Her şey bir yana, bu bile ‘90’lı yılları sevmeme sebep.