Kısa Türkiye Tarihi: Son on yılın müziği

Bu yıllarda önümüze gelen yeniliklerden biri sosyal medya. Facebook’la başlayan, Twitter ve Instagram'la süren, yeni mecralarla zenginleşen bu ortam, giderek hayatımızı ele geçirdi ya da başta müzik, pek çok alanda etkili oldu. Yeni yıldızlar internet üzerinden parladı, YouTube ve diğer kanallar üzerinden gelişen yeni yayıncılık anlayışı ve art arda kurulan müzik platformları, onların sesini dinleyiciye taşıdı.

Murat Meriç mmeric@gazeteduvar.com.tr

Kısa Türkiye Tarihi adını verdiğim dizi, bir süredir bu sayfalarda okur huzuruna çıkıyor. Yavaş yavaş sonuna yaklaşırken, fark ettiğim bir şey var: Memleketin son kırk yılını anlatmak bir yandan çok kolay, diğer yandan bir hayli zor. Kolay çünkü değişim tek yönde oluyor. Bilhassa AKP ve sonrasında yaşananlar yani neredeyse bu sürenin yarısında gördüklerimiz, bunu perçinliyor. 12 Eylül’le başlayan karanlık ortamda yeşeren, ‘90’lı yılların karışık ikliminde palazlanan bir fikir ve bunun vücuda gelmesiyle oluşturulmuş parti, ilerleyen yıllarda yönetim şeklinden hayat tarzına pek çok şeye karıştı, değiştirebildiklerini değiştirdi. Pandemi sürecindeki yasaklar bile bunun bir göstergesi: İçkili mekânlar kapatılıyor, müzik susturuluyor, berberlerden AVM’lere her yer açıkken sinemalar ve tiyatroların faaliyeti sonlandırılıyor. Bunun izlerini 2002’den bu yana yaşananlarda görmek mümkün. Bunlara girmeyeceğim, özellikle son on yılda çok yazdım ama müzik üzerinden ilerlediğimizde bile, bu izleri görmek ya da değişimin izini sürmek mümkün.

1980 yılının 12 Eylül günü Kenan Evren ve arkadaşlarınca yapılan darbenin sonrasında oluşan karanlık, ‘80’li yıllarda her alanı etkilemiş, ‘90’lı yıllarda yaşananlar yeni bir dönüşümün kapılarını açmıştı. O yıllarda yaşanan pop ve rock patlaması, yeni tanıştığımız rap’le birleşince ortam şenlenmiş, bir anda pek çok isim gündemimize girmişti. 2000’li yıllarda bu isimlerin bir kısmı elendi, yerine yenileri eklendi ve ana arter yeniden şekillendi. Yaşanan çeşitlilik, 2010’lu yıllara girerken etkisini gösterdi. Atılmış tohumlar yeşerdi, yeni hatlar açıldı ve bu hatlardan ilerleyenler ya da yanına kendi hattını çekenler, son on yılda müziğe damgasını vurdu. Dipten gelen bu dalganın, bugünü şekillendirdiğini söylemek yanlış olmaz. Nitekim ana arterde gördüğümüz isimlerin değişimi, pop ve rock cenahında yaşanan yenilikler bunu doğruluyor. Rap derseniz zaten dipten ve derinden ilerledi ve nihayet bağımsızlığını ilan etti. Aslında yanlış bir ifade bu zira rap hep bağımsızdı. Doğrusunu söylememiz gerekirse, gözle görünür oldu. Annemin Ezhel dinliyor oluşunu başka türlü açıklayamam.

‘90’lı yıllarda ortalığa çıkan isimlerin pek çoğu, sonrasında ortalıktan kayboldu. Radarımıza giren, kenara ayırdığımız isimler, 2000’li yıllarda etkisini sürdürdü. O yıllarda yeni çıkanlar, önceki on yıldan antrenmanlı oldukları için adımlarını biraz daha sağlam attılar ve kalıcı oldular. Bunlar, son on yılın müziğinde de etkili isimler.

GENÇ SESLER, EZBER BOZAN İSİMLER

2010'lu yılları, “memleket müziğinin gençleştiği yıllar” olarak tarif edebiliriz. Kimi platformlarda “3. Yeniler” olarak anılan şarkıcı ve topluluklar, bu yılları bereketli geçirmemizi sağladı. Bir türlü ısınamadığım bu tanımın tutmuş olduğunu söylemek mümkün değil ama “yeni”leri böyle anmakta ısrar eden çok. Sadece bunlar değil, var olanın üzerine bir şey inşa etmek ya da onu sürdürmek yerine bilinen türlerin dışında işler yapan ve ezber bozan isimler, bu yılları hayırla anmamıza sebep. Gaye Su Akyol’un memleket müziğine getirdiği yeni soluk, buna bir örnek. Anadolu-pop’tan arabeske, alaturkadan rock’a uzanan bir çizgide kulağındakileri harmanlayarak yeni ve farklı bir yol çizen genç sanatçı, bilhassa memleket dışında büyük başarı gösterdi ve Türkçe şarkılarla kıtalar arasında dolaştı. Tam da bu dönemde, bir zamanlar Türkiye’de yapılan müziğe gösterilen ilginin işini kolaylaştırdığını söyleyebiliriz ama yaptığı yeni bir şeydi ve türler arasında gidip gelen, dünyadan uzaya seslenen müziği ve onu bir an olsun yalnız bırakmayan şahane ekibiyle kalpleri fethetmesi, şaşırtıcı değil.

Aynı şeyi, sağlam adımlarla bugüne gelen Ceylan Ertem için de söyleyebiliriz. Anima’yla tanıdığımız, kendine has yorumlarına vurulduğumuz, Sezen Aksu’dan Bergen’e uzanan bir çizgiyi kendince devam ettiren ve onu yeniliklerle zenginleştiren Ertem, başta Cenk Erdoğan, çok özel müzisyenlerle çalıştı ve hep kendi istediğini yaptı. Bugün Bostancı Kültür Merkezi’ni, Açıkhava Tiyatrosu’nu dolduruyorsa, bu sayede.

Bir yandan, sözünü esirgemeyen isimler bunlar. Gaye Su Akyol, Selda Bağcan’ın seslendirdiği “Yuh Yuh”u Gezi direnişi sonrasında güncellediği yeni sözlerle seslendirirken Ceylan Ertem, aynı direnişte kaybettiğimiz canları andığı “Hırpalandı Mayıs”tan “Son Bakış”a uzanan şarkıları ve kadın cinayetlerinden hayvan haklarına, Cumartesi Anneleri’nden memleketteki yasaklara pek çok şeye gösterdiği tepkiyle hep göz önünde oldu. Bu yılları güzel kılan biraz da bu. 90’lı ve 2000’li yıllarda mor ve ötesi, Aylin Aslım, Duman gibi sanatçı ve topluluklar Grup Yorum, Bulutsuzluk Özlemi gibi isimlerin yanında saf tuttu, gündeme dair eleştirilerini ve sözlerini hiçbir zaman esirgemedi. Yukarıda andığım iki isme ek yapmak gerekirse, 2010’lu yıllarda bu sayının daha da arttığını söyleyebiliriz. OzBi’den Saian’a, Aga B’den Ezhel’e rap camiası, Redd’den Peyk’e rock cenahından yükselen sesler ve Sıla gibi pop kulvarından gelen katkılarla bu yıllar, özlediğimiz karşı çıkışların yaşandığı yıllar oldu. Bunda elbette 2013 yılının Haziran ayında yaşanan Gezi direnişinin katkısı büyük.

POP CENAHINDA AYRIKSI BİR İSİM: SILA

Sıla, kendine has arabeski ve onu diğerlerinden ayıran şarkılarıyla vokalistlikten yıldızlığa uzanan yolculuğunda hızla zirveye çıktı, orada duruyor. Şarkılarında iktidarın sevmediği şeylere yer veriyor ve demlenmekten, rakı içmekten, sevişmekten söz ediyor. Dahası, kimi olaylarda takındığı tavır ve sağlam duruşuyla (Bilhassa 2016 yılının 15 Temmuz günü yaşanan darbe girişimi ve sonrasında durduğu noktayla) birilerinin tepkisini çekti ama geri adım atmadı. Şüphesiz inat olsun diye değil, istediği için yapıyor şarkılarını ama içki içmenin, sevişmenin “cesur” hamleler olarak karşılandığı günümüzde bunlar bir tavra denk düşüyor.

AKP sonrasında Türkiye’nin siyasi iklimindeki değişim, kimilerinin hayat tarzını da değiştirdi. Bugün Sıla’nın (ve haklarını yemeyeyim pek çok genç şarkıcının, topluluğun) şarkılarında dile getirdikleri, artık siyasi bir tavra denk düşüyor. Kimi bilerek yapıyor, kimi içinden geldiği için. Bunun bir de fena tarafı var: Kimileri şarkılarına bizzat sansür koyuyor -ki her zaman söylerim, sansürden daha tehlikeli bir şey varsa o da otosansür. Bilhassa son birkaç yılda (ya da daha açık söyleyeyim, Gezi direnişinden sonra) televizyona çıkmak, gazetelerde yer almak, belediyelerden konser kapmak için iktidarın hoşuna gitmeyecek şeyleri şarkılarından uzaklaştıran, sosyal medya paylaşımlarında rakı kadehlerini masa altına saklayan bir güruh türedi. Bugün para kazanıyor olabilirler ama tarih ileride onları kara listede anacak.

SAMİMİ HAMLELER, GÜNÜN ŞARKISINI YAZANLAR

Güzel şeylere geri döneyim… Elinde gitarıyla sahneyi dolduran Kalben’in samimiyeti, son on yılda rastladığımız pek çok isimde var -ki bu yılları güzel kılan biraz da bu. Yine gitarıyla çok şey söyleyen, enstrümanını ve şarkılarını barış yolunda bir silah olarak kullanan, aklındakini çekinmeden şarkılarına döken Güney Marlen’i bu noktada hayırla anmak gerek. Bunlar, pop müziğin giderek sentetikleştiği ve iktidarın dümen suyuna girdiği böylesi bir dönemde tekil çabaların bile ne kadar değerli olduğunu gösteren örnekler. Selda Bağcan’ın tam da bu dönemde yeniden keşfedilmesi ve bir dünya yıldızına dönüşmesi, şaşırtıcı değil. Moğollar’ın el üstünde tutulması da öyle.

2010 yılında, İnönü Stadyumu’nda memleketin en kalabalık konserlerinden birinde 55 bin kişiye seslenen Grup Yorum, sonraki yıllarda verdiği halk konserleriyle bu sayıyı katladı. Yazık ki sonrasında iktidarın tepkisini çekti ve bütün oklar onlara yöneldi. Bugün, şarkı söyleyemiyorlar, konser veremiyorlar, kimi üyeleri ülkeye giremiyor ve bunun pandemiyle hiç alakası yok. Devlet Grup Yorum’a savaş açtı ve bunu en şirret yöntemlerle sürdürüyor.

Grup Yorum, 2013 yılında dünyanın dikkatini üzerimize çeken Gezi direnişi sırasında ilk hamleyi yapan, şarkılarıyla direnişe destek veren ekiplerdendi. Tıpkı Duman, Kardeş Türküler, Hakan Vreskala, Marsis, Boğaziçi Caz Korosu, Demir Sert ve niceleri gibi… Şarkılarla büyüyen bu direniş sonrasında yaşanan umut, müziği de etkiledi. Gençler, bugün memleket ahvalini şarkılarına taşıyorsa, biraz da bundan. Bu noktada iki topluluğun adını anmak elzem: Adamlar ve Yüzyüzeyken Konuşuruz. Kaan Boşnak liderliğinde ilerleyen Yüzyüzeyken Konuşuruz, bilhassa “Canavar” adlı şarkılarında Sur’dan ve Suruç’tan söz ederken, kafasını kuma gömenlerin ikiyüzlülüğünü de yüzümüze vuruyordu. Adamlar derseniz, 2010’lu yıllarda yaşananları “Utanmazsan Unutmam” adlı şarkılarında özetledi: “Ömrümüzün en güzel yıllarına patlayanın / Ne evinde bir ayna var ne içinde bir yürek / Gençliği haybeye yenmiş yorgun ve yalnız nesil / Birbirini buldukça düşmedi, düşmeyecek…” Topluluğun 2014 yılında yayımlanan ilk albümlerine verdikleri ad, tesadüfen, 2016 yılında yaşanan darbe girişiminin de öngörüsü gibi: “Eski Dostum Tankla Gelmiş”.

Iskalamamamız gereken bir başka şey, Büyük Ev Ablukada’nın muazzam çıkışı. Tuhaf isimli toplulukların önünü açan, biraz da bu hamle. Var olan mekânlar bundan sonra şenlendi, ortalık hareketlendi. Yazık ki bu hareketlilik, içki ve sigara fiyatlarına art arda getirilen vergiler ve mekânlara getirilen yasaklarla tavsadı, 2013 sonrasında giderek geriledi ama kalanlar, yarının müziğini yapacak olanlar.

SOSYAL MEDYAYLA GELEN YENİLİKLER

Bu yıllarda önümüze gelen yeniliklerden biri sosyal medya. Facebook’la başlayan, Twitter ve Instagram'la süren, yeni mecralarla zenginleşen bu ortam, giderek hayatımızı ele geçirdi ya da başta müzik, pek çok alanda etkili oldu. Yeni yıldızlar internet üzerinden parladı, YouTube ve diğer kanallar üzerinden gelişen yeni yayıncılık anlayışı ve art arda kurulan müzik platformları, onların sesini dinleyiciye taşıdı. Mabel Matiz’den Deniz Tekin’e pek çok isim, bu platformlar sayesinde keşfedildi. MySpace üzerinden adını duyuranlar bugünün yıldızları oldu, Sofar’dan çıkanlar ise yarına koşuyor. Can Kazaz’dan Jakuzi’ye, Melek Mosso’dan Ekin Beril’e, Melike Şahin’den Sedef Sebüktekin’e pek çok ismi, Yok Öyle Kararlı Şeyler’den Pera’ya farklı grupları bu ekibe ekleyebiliriz. İsimler çoğaltılabilir ama kısacık bir yazıyı daha fazla isme boğmayayım.

Geçtiğimiz hafta, bu yazıda rap’in yükselişinden yola çıkarak 2010’lu yıllara uzanacağımı söylemiştim ama genel bir değerlendirme yapmayı uygun gördüm. Yazı, yolunu öyle çizdi. Bilhassa son iki yılda ortalığı saran rap dalgası, üzerinde ayrıca durulması gereken bir durum. Ezhel’le başlayan üçüncü yükseliş, Aga B’den Gazapizm’e uzandı. Rap, bu dönemde sadece sahnelerde değil filmlerde ve dizilerde de yerini buldu -ki bu, kitleselleşmesinin önünü açtı. Sesini Almanya’dan memlekete gönderen Killa Hakan, kendini “Mekânın Sahibi” olarak tanıtan Norm Ender ve diss attığı Ben Fero gibi gençler, son dönemde gündemi işgal etti, belli ki bir süre daha bu sürecek. Geçtiğimiz yıl tam da “azaldı” derken gelen “Susamam” karşı çıkışı, bu türü yine gündeme taşıdı. 2010’lu yılları derinden okumamız gerektiğinde asıl araştırmamız gereken, rap. Virgülü yine buraya koyayım, önümüzdeki hafta dizinin sonuna ilerlerken mevzuyu biraz daha deşer, bu on yılın eksiklerini tamamlarım.

Tüm yazılarını göster