Kısa Türkiye Tarihi, 23 Ağustos’tan bu yana bu sayfalarda
sürdürdüğüm bir seri. Uzun süredir üzerinde çalıştığım bir kitabın
taslağı. Burada küçük bir özetini sunarken bir yandan notlarımı
alıyorum, okumalarımı, taramalarımı ve görüşmelerimi
yapıyorum, yazdığım bölümleri genişletiyorum.
Okuduğunuz, bu serinin dokuzuncu yazısı. On iki bölümde
günümüze gelme niyetindeyim. Bu hafta 2000’li yıllara giriş
yapacak, önümüzdeki hafta ise bu yıllarda yaşadıklarımızı,
gördüklerimizi hatırlamaya, hatırlatmaya çalışacağım. Adalet ve
Kalkınma Partisi (AKP) iktidarıyla tanıştığımız, hayatımızın
değişmeye başladığı yıllar bunlar. Başta ‘90’lı yılların “özgürlük”
rüzgârı esiyor gibi görünse de sonrasında memleket tarihinin önemli
dönemeçlerinden biriyle karşılaşıyoruz. 2010’lu yıllarda etkisini
derinden hissettirecek bir baskı, yasak politikasının temelleri bu
on yılda atılıyor –ki bu, 12 Eylül’ün izleri sürülerek ve cuntanın
kurumları, yasaları kullanılarak yapılıyor. AKP, darbe sonrasında
palazlanan yapının üzerine kuruluyor, oradan ilerliyor. İlk
yıllarda memlekette büyük bir değişime rastlamıyoruz belki ama
yapılan küçük müdahaleleri, sonraki icraatın ön gösterimi olarak
algılamak mümkün.
20. YÜZYILIN İKİNCİ YARISINDA TÜRKİYE
2000’li yıllara gelmeden önce (biraz da “çıkan kısmın özeti”
tadında) bir hatırlatma yapayım, zira geriye dönüp baktığımızda,
değişimin çok daha öncesinde başladığını, AKP iktidarının,
öncesinde yapılanlar üzerine kurulduğunu görüyoruz. Müzikte de
böyle bu. Bahsi geçen dönemde bir zenginlik, çeşitlilik göze
çarpıyor ama bunların hiçbiri yeni değil. O çok bilinen atasözü bu
noktada devreye giriyor ve bu yıllarda, “tarih tekerrürden
ibarettir” cümlesini yalancı çıkarmayacak gelişmeler yaşanıyor.
Cumhuriyetin ilk yıllarında rayına oturtulmaya çalışan yeni
rejim, ‘50’li yıllarda ilk darbesini alıyor. Adnan Menderes
liderliğindeki Demokrat Parti (DP), 14 Mayıs 1950’de yapılan
seçimleri kazanır kazanmaz Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) tarafından
Türkçeleştirilen ezanı Arapçaya döndürüyor, Köy Enstitülerini (bir
kısmını Öğretmen Okullarına dönüştürmek suretiyle) kapatıyor ve
İmam Hatip okullarını açıyor. Menderes, iktidarı boyunca
yandaşlarına öncelik tanıyor ve onları, kurduğu Vatan Cephesi’nde
yan yana getiriyor. Baskının, zulmün arttığı bu yıllar, 1960
yılının 27 Mayıs günü yapılan darbeyle sonlanıyor.
Kimi, 27 Mayıs darbesini “devrim” olarak nitelendiriyor,
zira sonrasında gelen anayasa, bugüne kadar kullanılanlar içinde en
özgürlükçü olan. Ancak darbe sonrası kurulan Milli Birlik Komitesi,
baskıları kendince sürdürüyor. Yine de değişim rüzgârlarının
estiği, farklı denemelerin yapıldığı, insanların kendilerini özgür
hissettikleri bir dönem bu. Bunda, 1968 yılından itibaren dünyada
esen özgürlük rüzgârının etkisi büyük. Müzikte de kendini
hissettiren bu özgürleşme hareketi, bilhassa ‘70’li yıllarda
kendini hissettiriyor. Umudun arttığı, pop müziğin popüler olduğu
dönem bu. Siyasi gelişmeler de bu yönde… Alaturkanın değiştiği,
arabeskin devreye girdiği, politik müziğin kendinden söz ettirdiği
bu dönem, 12 Eylül darbesiyle kapanıyor ve umudun yerini
karamsarlık, neşeli ezgilerin yerini ağdalı arabesk şarkılar
alıyor. Sonrasında ufak ufak kırılan bu karamsarlık, ‘90’lı
yıllarda yerini yeni bir özgürleşmeye bırakıyor. Özel radyo ve
televizyonların devreye girmesiyle birlikte müzikte çeşitlilik
artıyor ve 2000’li yıllara bol yıldız, bol hit şarkıyla giriliyor.
Memleketin durumu da öyle: Sokakta özgürlük var gibi görünüyor ama
aslında büyük bir göz boyama durumu varken kazan (“derin devlet”in
müdahalesiyle) içten içe kaynıyor.
ANADOLU-POP YENİDEN CANLANIYOR MU?
Öncesinde atılmış tohumların yeşerdiği, yeni hatların açıldığı
bir dönemin başlangıcı bu. Bakıldığında tekdüze görünüyor ama
dipten gelen dalga, sonraki on yılı etkiliyor. Bir yandan
Anadolu-pop’un izini süren kimi isimler, diğer yandan yeni
denemelere girişen ekipler, ‘90’lı yıllarda yaşanan rock
patlamasını farklı kulvarlarda büyütüyor ve rock, bu yıllarda en az
pop kadar etkili bir tür oluyor. Haluk Levent, Kıraç, Murat
Göğebakan, Murat Kekilli gibi isimler, Anadolu-pop’un sürdürücüleri
olarak ortaya çıksa da yaptıklarının taklitten öte geçmediğini
zaman gösteriyor. BaBa ZuLa, Replikas, İstanbul Blues Kumpanyası
gibi topluluklar, bu türü geliştiriyor, dönüştürüyor, farklı
denemelerle yeni bir yol çiziyor. Seattle hattını Özdemir
Erdoğan’ın yerelliğiyle birleştiren, grunge’dan alaturkaya uzanan
Duman, art arda yaptıkları albümlerle sadece 2000’li yılların değil
bütün zamanların en büyük rock topluluğu olarak tarihe yazılıyor.
Rock, art arda kurulan topluluklar ve düzenlenen festivallerle
memleket sathına yayılıyor, ‘90’lı yıllarda yaşanan pop patlamasına
benzer bir patlamayla bu dönemde ve sonrasında en etkili tür haline
geliyor.
Bu dönemin yıldızları, ekseriyetle ‘90’lı yıllarda
tanıştıklarımız. Bunlar arasında özel bir ismin altını çizmek
gerek: Nazan Öncel. Kendi şarkısını söyleyen, bir ara yolunu rock
kulvarına düşüren sanatçı, bu on yılda yaptığı bestelerle ana
artere can verdi, onu diri tuttu. Gülşen’den Özcan Deniz’e, Gökhan
Özen’den Sibel Can’a farklı kulvarlardaki pek çok isim, onun
şarkılarıyla ikinci baharını yaşadı. Tarkan dahil. İlk büyük
patlamasını Sezen Aksu şarkısı “Hepsi Senin mi?” ile yapan sanatçı,
sonrasında Nazan Öncel imzalı şarkılarla zirveye oturdu, oradan
inmedi.
YENİ İSİMLER, YENİ YILDIZLAR
Candan Erçetin, bu dönemin yıldızı. “Aranjman”dan alaturkaya,
Balkan ezgilerinden elektronik işlere uzandı, albümleri çok sattı,
memleketin dört bir yanında düzenlenen konserleri hep kapalı gişe
oldu. Erçetin’in yanına, “genç” isimlerden Hande Yener’i iliştirmek
elzem. Farklı şarkılarıyla (ve bir reklamda canlandırdığı, üzerine
yapışan “özgür kız” karakteriyle) dikkatleri üzerine çeken Nil
Karaibrahimgil ve köklerini iyi kullanarak kendine yeni bir tarz
yaratan Göksel, bu yıllarda pop cenahında “kare as”ı tamamlayan
ikili. 2000 yılında dinleyiciyle buluşan “Gel Git” albümüyle
dikkatleri üzerine çeken Aylin Aslım ve 2005 yılında “Sakin Olmam
Lazım” ile ezberleri bozan Hayko Cepkin ise rock kulvarında bu on
yıla damga vuran isimlerden... ‘90’lı yılların sonuna doğru
parlayan Teoman, bu on yılın hemen başında yaptığı “Onyedi” ile
zirveye oturdu, orada kaldı. Yine ‘90’lı yıllardan kopup gelen
Replikas, çok konuşulan albümlerini bu dönemde yaptı. Rashit’ten
maNga’ya uzanan pek çok topluluğu, bu dönemi güzelleştiren isimler
arasında anmak mümkün.
Az önce bir cümlede bahsi geçti, 2000’li yıllar, kitleleri
buluşturan festivallerle tanıştığımız dönem. H2000’den
Rock’n’Coke’a uzanan bu buluşmalar arasında BarışaRock’ı ayrı bir
yere koymamız gerekiyor. Sadece müzik değil, memleket ahvalini de
dert edinen insanların buluştuğu nokta ve Zeytinli Rock
Festivali’nin de önünü açan hamle.
Önümüzdeki hafta, memlekette yaşanan değişimleri de göz ardı
etmeden bu dönemi biraz daha derinlemesine irdelemeye çalışacağım.
Şimdilik kurabileceğim son cümleler, “sonrası”na etkisiyle alakalı:
Tıpkı ‘90’lı yıllar gibi, bu on yılda da çok isim geldi geçti.
2000’li yılları öncesinden ayıran, tanıştığımız çoğu ismin kalıcı
oluşu. Sadece bu değil, dipten ve derinden gelen bu ekip, sonraki
on yılın müziğini yarattı. İktidara direnmenin belki de en etkili
yollarından biriydi bu. Şimdilik buraya bir virgül koyayım, haftaya
bu cümleleri örnekleriyle açarım.
Bitirmeden kendimce küçük bir kutlama yapayım: Bu, duvaR için
yazdığım 200. pazar yazısı. Kuruluşundan bu yana içinde bulunduğum
gazetede daha nice dalyalara ulaşmak ümidiyle…