Geçen yıl Ankara Kitap Fuarı vesilesiyle yazdığım yazıda, evde inşa ettiğimiz kitap kulelerinin esbab-ı mucibesinden bahsetmiştim. Yazının başlığı 'Kitap kulelerinin esrarı' idi. İstanbul TÜYAP yeni nihayetlenmiş ve Ankara TÜYAP’a ramak kalmışken, bu kez de kitap kolilerinin esrarını çözmeye niyet ettim. Kitap kolileri denince akla hemen booktuber’lar geliyor haliyle. Yani, okudukları ve daha çok da satın aldıkları kitapları youtube’a yükledikleri videolarda göstererek, tanıtarak, yorumlayanlar. İlk bakışta heyecan verici bir şey bu. Okuma oranının bu kadar düşük olduğu, yayıncılık piyasasının bestseller ya da test kitabı basmadan ayakta kalmasının zor olduğu bir kültürel iklimde, kitap okuyan ve okumaya teşvik eden bir grup insan. Ama bunların hatırı sayılır kısmı takipçi ve beğeni, bilahare de reklam ve sponsor toplama kaygısıyla yapıyorlar bu işi. Yani, gösterme fiilini rastgele kullanmadım. Booktuber’ların çoğunluğunun mesaisi satın aldıkları veya kendilerine hediye edilen kitapları teşhir etmek üzerine kurulu. Başlıkta bahsi geçen koliler bu kitapları içinden çıkartarak gösterdikleri karton ambalajlar işte.
TÜYAP kitap fuarları booktuber’ların şenliğine dönüşüyor son yıllarda. Bazı yayınevleri uyanıklık edip, popüler booktuber’ları standlarında çalıştırıyorlar. Bunun yanında, fuar alanında video çekerek dolaşıp hayranlarıyla kucaklaşanlar (ergen booktuber’ların çığlık çığlığa heyecanlarına belli bir yaştan sonra tahammül etmek biraz zor oluyor, onu da söyleyeyim), yaptıkları söyleşileri kanallarında yayınlayanlardan sonra bu yıl sosyal medyanın okuma üzerine etkisi başlıklı bir panelde konuşmacı olanlarına da denk geldim.
Bu yazıya malzeme toplayayım diye yüzlerce video izledim. Bunların çoğu, booktuber’ın satın aldığı veya yayınevlerinin ona tanıtması için gönderdiği kitaplardan oluşan kolilerin ortaya çıkmasıyla başlıyor, törensel bir havayla, yapay olduğu çok belli bir heyecan dalgasıyla açılması, içindekilerin izleyicinin beklentisini arttıracak bir yavaşlıkta, tek tek çıkarılıp gösterilmesiyle devam ediyor ve kitaplar üzerine bir iki kelam edilmesiyle nihayetleniyordu. Kitapların çoğu bestsellerlar oluyordu. Yabancı yazarların adları çoğunlukla telaffuz edilemiyor, yerlilerinkiyse bazen yanlış hatırlanıyordu. Bir bakıma alışveriş veya makyaj videolarından farkı yoktu kitap videolarının. Okur imajı yaratmak için, kitabı nesneleştirerek, çok, hep daha çok satın alma saikiyle tasarlanıyorlardı. Öyle ki, en çok izlenen videolar, “dev kitap alışverişi”, “bir seferde 30 kitap”, “yayınevlerinden gelen koliler” ve benzeri başlıkları taşıyanlardı. Bu arada, alışverişlerin kendi yağıyla kavrulmaya çalışan kitapçılardan değil de, internet sitelerinden yapıldığını eklemek isterim. Kitapçılarda aheste dolaşarak, bir şu, bir bu kitabı eline alıp karıştırarak seçmenin modası geçmiş anlaşılan. Öte yandan, sanal kitap satış sitelerinin görece ucuzluğunu ve içinde ne olduğunu biliyor da olsan, bir kolinin kapıya gelmesinin yarattığı heyecanı yabana atmamak lazım tabii.
Çok izlenen videolardan biri rekor sayıda kitabı gösterenlerse, bir diğeri de okuma maratonu adı altında sunulanlardı. Dehşetle izlediğim bu videolarda, gerçek zamanlı süsü verilmiş ve hızlandırılmış çekimlerle, birkaç gün içinde ne kadar çok kitap okuyabileceğini göstermeye çabalayan booktuber’ın sararıp solmuş yüzü, şiş gözleri, bıkkın çehresi eşliğinde kah yatarak, kah oturarak, hatta bazen metroda ayakta okuduğu yüzlerce sayfa ile böbürlenmesine şahit oluyordunuz. Kitaba eziyet eder gibi sürüp giden bu okuma tecrübesine uzun süre tahammül edemediğimi söylemeliyim. Tıpkı hızlı okuma teknikleri gibi rahatsız edici, hızı ve rekabeti, etkileyici ve ufuk açıcı bir okuma deneyimine yeğ tutan, neoliberal düzene uyum sağlamış insan tipinin işi gibi görünüyor bana bu çaba. Okuduğunuz kitapla kavga da edebilirsiniz tabii, sizi epey hırpalayabilir de kitaplar. Ama okuru neye yarayacağı belirsiz bir zafer uğruna bitap düşüren bu tecrübe, en çok kitaba/yazara haksızlık oluyor bence.
Bir yanda haksızlığa uğramış yazarlar dururken, öte yanda da popüler kitap videoları aracılığıyla hak etmediği bir üne ve satışa ulaşmış yazarlardan söz edebiliriz. Kişisel okuma serüvenini hikaye etmektense popüler olan, kolay okunan, kendisine hediye edilen, yazarı ulaşılabilir olan kitapları konu edindiği için, sosyal medyada ün kazanmış okur, bazı yazarları yazarlıkla geçinebilecek bir popülerliğe ulaştırabiliyor. Facebook, Instagram ve Twitter etkisi, fanlara dönüşmüş okurlarla çektirilen selfieler, kısa videolar ve imza günleriyle bir yazarın yazarlığını kariyere dönüştürmesini sağlayabiliyor. İlk bakışta, kulağa hoş gelen yazarlıkla geçinebilme ihtimali, ortaya çıkan ürünlerin niteliksizliği sebebiyle uzun vadede tahrip edici olabiliyor. Zaten okunulası olan bazı yazarların külliyatını kitaplığın raflarına dizmek ise sosyal medya aracılığıyla bir salgına dönüşebiliyor. Son yıllarda eskilerden Sabahattin Ali’nin, Yaşar Kemal’in, yenilerden ise Hasan Ali Toptaş’ın, Murat Gülsoy’un, Murat Menteş’in, Nihan Kaya’nın kitaplarını okumayan kalmamış gibi görünüyor. Telif sorunu olmadığı için her yayınevi tarafından çeşit çeşit kitabı basılan, hem kolay okunur, hem de sayfa sayısı az eserleriyle Stefan Zweig da sınır ötesinden bu ekibe katılıyor. Murakami, Karl Ove Knausgaard, Tanizaki, Alejandro Zambra, Michael Ende, Ursula Le Guin ve tabii Pegasus’un çok satan fantastik romanlarını da unutmayalım.
Booktuber’ların çoğu, dünya edebiyatının ve yerli edebiyatın yapı taşları olan yazarlarla yeni tanışıyorlar. Bu tanışıklık dostluğa dönüşürse, izleyici kitlesini de klasikleri okumaya teşvik edebiliyorlar. Bu hem şaşırtıcı, hem de sevindirici. Bari bu işe yarasın kitap videoları diye düşünüyor insan. Ancak, “Bir yazara başlamak için en uygun kitap hangisidir?” sorusu etrafında şekillenen videolarda, en okunaklı, yani ortalama okuru yormayacak, derin felsefi tartışmalara girmeyen, yerel kültürde karşılığı olan konu, olay ve kişileri ele alan kitaplar tavsiye ediliyor. Tavsiye edilmeyenlerse sayfa sayısı çok, çetin bir okuma deneyimi sunan veya genel geçer ahlaki norm ve değer yargılarına ters düşenler. Bazen eşcinsel bir ilişki, bazen de bir ensest, tecavüz hikayesi anlatanlar. Çoğu booktuber’ın böyle ahlakçı bir yanı var. Yahut takipçi kaybetmemek kaygısı taşıyorlar. “Kötü alışkanlıklara, ahlaki düşkünlüğe, anarşizme” teşvik ettiği düşünülen kitaplar ya hiç yer bulamıyor bu videolarda ya da bir uyarı eşliğinde tanıtılıyorlar. Basmakalıp “sanat, hayatı taklit eder” sözünü hatırlatmak istiyor insan bu sosyal medya okurlarına.
İzleme kültürünün okuma pratiğini yenilgiye uğrattığı çağımızda video blog denilen vloglar, okuma pratiğiyle ilişkisi çok zayıf kullanıcı kitlesi nezdinde çoktan kısa metinlerden oluşan blogların yerini aldı. İstisnalar bir tarafa bırakılırsa, genellikle kurmaca ve kolay okunan metinlere odaklanan kitap vlogları okuma pratiğini yeniden cazip hale getirmek yerine, kitabı herhangi bir tüketim nesnesi gibi satın alma eğilimindeki ve kitap kulelerini alelusûl eritme çabasındaki rekabetçi okur türünün çorak toprağında pıtrak gibi çoğalıyorlar. Okuma tecrübesi yeniden itibar kazanıyormuş gibi görünürken, vasat okuma tecrübelerinin izleyicisi ve takipçisi olmak trend haline geliyor.