Kitaplarını okuyanlar barışçı olsun, yoksa zahmet etmesin…
Dünyada sinemanın-daha doğrusu ‘düşüncenin’, yani senaryo aşamasında filmin en ağır sansüre uğradığı tek ülke Türkiye olmuştur. 30’lu yıllardan 90’lara, altmış yıla yakın sansür kılıcı başının üzerindeydi… Çünkü önce ‘film’ değil, önce film düşüncesi-düşünceyi görsel/sözel geliştiren ‘senaryo’ Film Denetleme Kurulu onayından geçiyordu. İnce Memed senaryosuna kurul ‘red’ kararı verecektir. Üstelik defalarca…
"Felâketler nadiren tek olarak gelir” denilir ya, çevre felaketlerine, orman yangınları eklendi ve her gün bir yenisi” (Antalya,Mersin'in Tarsus ilçesinde, İzmir’de iki noktada orman yangını çıktı/4.07.2022) …Tüm bu acı görüntüler bana Yaşar Kemal’in insan ve doğa ilişkilerini ‘imgeler ve mecazlar yorganına sararak bin bir çeşit ayna tutan’ [1] yapıtlarının sayfalarında, örneğin İnce Memed’te yer alan ağın ağacı, yaban asması, devedikeni, böğürtlen çalısı, mersin ağacı, angıt, kartal, geyik, vaşak, pars gibi hayvanlarının acı içinde kıvranışını, yok oluşunu anımsattı. Yanan Yaşar Kemal’in ağaçları, kınalı keklikleri, sincapları, yaldızlı kelebekleri, saydam kanatlı arıları, otları, böcekleri, çiçekleri, sansarları, kirpileri, örümcekleri, balıklarıydı…
Yaşar Kemal “Sanatın büyüsüne hayattan, hayatın gerçeğinden, yaşamından gidilir.” diyecektir. Söylediğini yapmıştı, yaşam gerçeğinde, insan-doğa ilişkilerini renklerde(“gökyüzü ışıktan bir mavi”,“suyun som mavisi”,“kara, yanardöner arılar”,“boncuklu mavi arılar” )ve kokularda (“yosun kokusu”, “çürümüş ot kokusu”,“tuz kokusu”,“yağmur kokusu”, “ıslak toprak kokusu”,“bozkır kokusu”) arayıp bularak sanatın büyüsüne gitmişti.
"(...) İnsanlar kimdi, doğa neydi, merakım engel tanımıyordu. Küçük bir ot parçası, bir pınarın akışı, bir kelebeğin saatlerce kıpırdamadan bir dal, bir yaprak üstünde duruşu benim için bir tansıktı. Yeni bir kuş tanımak, yeni bir insan davranışına tanıklık etmek benim için bir sevinç, bir aydınlık kaynağıydı. Pirinç tarlalarında bekçilik yapmam, bundan önce de bundan sonra da beni doğa üstüne bilinçlendirmişti.” [2]
Bir bakıma, 1990’lı yıllarda başlayan ve şimdilerde akademik moda alanlarından biri olan çevreci eleştiri akımının öncüsüydü. Bırakın ekolojik yok oluşu, küresel ve ülkemiz-kendimiz için bir tehdit olan çevresel soruna ayna tutan hikayeler, romanlar, günlükler, şiirler yazdı.
Eleştirmen Berna Moran’a kulak verirsek eğer, “…Yaşar Kemal’in yapıtlarındaki şiirselliğin bir kaynağı, söylemeye gerek yok ki, tüm zenginliğiyle sergilenen doğadır.”
Kısaca, tek başına ekoeleştirinin hem kuramcısı hem araştırmacısı oldu. Yapıtlarında doğa/doğa betimlemeleri, insanın çevresine ait her şey, kentleşelim derken kirlenen çevre/çevre duyarlılığı vardı. İşte tüm bunlara ilişkin toplumcu gerçekçi bakış açısıyla yazdıkları: Fırat Suyu Kan Akıyor Baksana, Karıncanın Su İçtiği, Tanyeri Horozları, Çıplak Deniz Çıplak Ada yanı sıra Deniz Küstü, Kuşlar da Gitti ve Hüyükteki Nar Ağacı…
Deniz Küstü büyük kentin çürüyen doğasını anlatır, “Yaşar Kemal’in en çevre dostu, en deniz dostu kitabı” olarak değerlendirilir. Yaşar Kemal Deniz Küstü’nün resimlenmesini, Nâzım Hikmet’in “Sesini Kaybeden Şehir” kitabı, “Kuva-yi Milliye Destanı”nı da resimleyen Abidin Dino’dan isteyecektir. Nâzım’ın Saman Sarısı şiirinde “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin, işin kolayına kaçmadan ama” dizeleriyle seslendiği can dostu Abidin Dino… Hatırlanırsa, Abidin Dino da Nâzım’a bir şiirle yanıt verecektir:
“Ayağında Varna’nın tozu/Yüreğinde ince bir sızı.
Mavi gözlerinde yanıp tutuşan/Hasretle kucaklayabilseydim
Seninle, bir daha. /Davullar çalsa, zurnalar söyleseydi
Bağrımıza bassaydık seni Nazım/Yapardım mutluluğun resmini”
Tabii ki Yaşar Kemal’in tüm yapıtlarının öncülü, Nâzım Hikmet’in dilinden övgüyle söz ettiği İnce Memed romanıdır… Zulme, haksızlığa karşı duran Çukurova köylüsü Memed’in bu destansı romanının -dört cildinde de- ‘uzayıp giden doğa betimlemelerini eğer okur sayfaları atlayıp okumaya devam ederse bir eksiklik duyar’, deniliyordu.
“Mesela çakır dikeni anlatan o sayfaları okumadan atlarsanız, İnce Memed’in hangi şartlarda yetiştiğini, mücadeleci kişiliğini, cesaretini anlayamazsanız.”[3]
İnce Memed’i resimleyen Yıldız Cıbıroğlu, “Yaşar Kemal’in romanlarında görsellik çoktur, ayrıca betimlenen her somut öge belgesel denecek kadar gerçeklere bağlıdır” der. Çok doğru, Yaşar Kemal kelimelerle resim çizmiştir adeta. O nedenle belki İnce Memed daha gazetede yayımlanırken hemen filme çekilmek istenmiştir. Yaşar Kemal için mutlu bir olaydır, çünkü Kemal Film (Yönetmen Osman F. Seden) İnceMemed’in film yapma hakkını beş bin liraya satın almıştır ve Yaşar Kemal için çok paradır. Soğuktan donmakta olduğu kötü günlere ‘elveda’ der ve hemen Kurtuluş’ta kaloriferli bir daireye taşınır.
Belki biliyorsunuz, dünyada sinemanın-daha doğrusu ‘düşüncenin’, yani senaryo aşamasında filmin en ağır sansüre uğradığı tek ülke Türkiye olmuştur. 30’lu yıllardan 90’lara, altmış yıla yakın sansür kılıcı başının üzerindeydi… Çünkü önce ‘film’ değil, önce film düşüncesi-düşünceyi görsel/sözel geliştiren ‘senaryo’ Film Denetleme Kurulu onayından geçiyordu. İnce Memed senaryosuna kurul ‘red’ kararı verecektir. Üstelik defalarca… Sonraki yıllarda, film haklarını satın alan 20th Century Fox zaman içinde Bülent Ecevit’in başbakan olduğu yıl dahil üç dört kez başvursa da sansür kurulu her defasında İnce Memed senaryosunu geri çevirir, ki onay alınabilseydi sinemanın büyük yönetmeni Joseph Losey çekecektir…
Son kez İngiliz aktör-yazar Peter Ustinov İnce Memed romanını filme çekmeyi başarır (1984): Memed, My Hawk/Mehmet, Şahinim. Yunan besteci Manos Hacidakis müziklerini yapacaktır… Ama “film nerede çekildi, Çukurova’da mı?” diye sorabilirsiniz. Zaten senaryosu yasaklı İnce Memed’e Türkiye’de çekim izni yoktur, ancak Yugoslavya’da çekilebilir. Londra’da UNICEF yararına yapılan Kraliyet Galasına Türkiye büyükelçisi katılmaz, dönemin hükûmeti de yurt içinde gösterilmesini yasaklar.
Yaşar Kemal yapıtlarından uyarlanan başka filmler de var, ama hiçbiri İnce Memed gibi yasakla boğuşmadı… Diyebilirsiniz ki “peki, ya Güneş/Barbro Karabuda’nın çektiği ‘Bebek’ filmi?” Haklısınız, Güneş Karabuda’ya göre o yıllarda (1973) politik hava, iyice karışık ve pusludur. “Arka planda bazı askerlerin sivil politikacıları Karagöz gibi oynattığı bir gölge oyunu sergileniyor. Bu ortamda Türkiye’de film, hele Yaşar Kemal’in öyküsünden bir film yapmanın olanaksızlığının bilincindeyiz.” diyecektir. Sonuçta Çukurova’yı andıran, sarı sıcağı, dikenli toprağıyla Yaşar Kemal’in çizdiği dünyaya benzeyen Cezayir’de çekmeye karar verilir. Başrol için İsveç’te yaşayan Tuncel Kurtiz seçilmiş, Aliye Rona Türkiye’den çağrılmıştır. Önemli kadın rollerini, İsveç’in ünlü oyuncuları paylaşır. ‘Bebek’ çekildikten 48 yıl sonra Türkiye’de gösterilir…
Sırada sözünü etmek istediğim “İstanbul'un çürüyen yüzünü ‘azat buzat’ kuşları üzerinden anlatan” bir roman daha var: Kuşlar da Gitti’… “Sağlam bir kitap, yoğun bir insan sevgisi ve şiir, tam bir başyapıt (La Croix)”, ayrıca anlatısının esini olan orman benim de çocukluğumun geçtiği çevrede, Menekşe-Basınköy arasındaydı o nedenle de çok severim.
Yaşar Kemal’in romanda anlattığı gibi, orada bir orman vardı ve “Florya’nın o güzelim menekşe dolu koyağına çirkinin çirkini beton apartmanlar yığdılar. İşte kuşlara bu küçücük yer kaldı, denizle orman, Menekşeyle Basınköy arası... “. Sonuçta “bir karışarsa için İstanbul'un bu açgözlü canavarları birbirlerinin gözlerini oyacak, birbirlerinin ırzlarına geçecek, birbirlerini boğazlayacak, kıtır kıtır kesecek” yeni İstanbullular kuşların konacağı bir ağaç/bir karış yer bırakmayacaktır. Yaşar Kemal’in mavi kuşu da ötüşü duyulmaksızın sadece sayfalarda kalacaktır.
”Som mavi, biçimli gagalı, iri kapkara gözlü, lekesiz, yanardöner mavide bir kuştu. Mavisi insanın yüzüne gözüne bulaşır, içine bir aydınlık seli gibi boşanırdı. Dünya aydınlık, güzel, sevinçli bir som mavide balkırdı. Kuşlar geceyi, ay ışığını bile mavilerdi.”
Mavi kuşun yok edilişi gibi, insan elinin-düşünce ve politikasının yok ettiği doğayı, kuşları, hayvanları gün gelecek bu gidişle yarın kimse görmeyecektir. Yaşar Kemal’in şu sözü çok anlamlıdır:
“Gittikçe de onlardan uzaklaşıyor, onlardan uzaklaştıkça da kendimizden uzaklaşıyoruz…”
“Romanda yaratının temelini ya yaşantı ya da tanıklıklar oluşturur.” yine onun sözü. Her zamanki merak duygumla bu kez Yaşar Kemal’in yaşantısında sevdiği yemekleri aradım, İnce Memed’de adı geçtiği için belki tarhana çorbası, ekşi ayran olabilirdi. Karalahana sarması, su böreği keyifli buluşmalarının sofrasında görmek istedikleriydi. Zülfü Livaneli aktarmıştı, hiçbir coğrafyaya sığamadığı için çok da şaşırmamıştım: Çin mutfağını seviyordu, ama tek bir yemeğiyle, bambufilizli tavuk ve yanında pilav… Ama dostlarına yemek yapmayı sevdiği de bir gerçekti: Çukurova köftesi ve sebzeli balık gibi…
Unutmayın, “Bir kuş, bir çalıya sığınır. O çalı da o kuşu saklar…” (İnce Memed).
Sözün özü: Zaten bu yazı çalıların yandığını -her gün içimizin yandığını-, kuşların da gittiğini söylemek için yazıldı.
500 gr. kıyma 2 1/2 su bardağı ince bulgur 2 1/2 su bardağı sıcak su 1 çorba kaşığı salça 4 yemek kaşığı sıvı yağ 1adet soğan (doğranmış) 3 adetpatates(haşlanmış) Kimyon, tuz, karabiber, köfte baharatı
Yapılışı
Tavada soğanı, kıymanın yarısını iki yemek kaşığı yağda kimyon, karabiber, biraz tuz ekleyerek kavurun. Bir başka kapta bulguru sıcak suda on dakika bekletin. Bir kapta ezilmiş patatesleri, kıymanın diğer yarısını, bulgur, salça, tuz ve köfte baharatı ekleyin ve yoğurun. Bulgurlu bu harcı ikiye bölün, yağlanmış orta boy fırın tepsisine hazırlanan harcın bir parçasını yarım santim kalınlığında; üzerine de kavurduğunuz soğanlı kıymayı yayın. Kalan harcı da ince tabaka üzerine serin, servise uygun dilimleyin. Üzerine sıvı yağ gezdirin ve orta ısılı fırında kızarıncaya dek pişirin. (Dilerseniz kıyma harcına dövülmüş ceviz ekleyebilirsiniz.)