Kıvılcım Akay: Türkiye’de belgesel sinema kıymet görmüyor
Kıvılcım Akay, ilk uzun metrajlı belgesel filmi “Amina”da, Senegalli bir göçmen kadının hayalleri ve gerçekliği arasında kalışını anlatıyor. İlk uzun metraj kurgu filmi için çalışırken, bir yandan da iki belgesele yapım konusunda destek veren Akay'la belgesel sinemayı, üretmeye nasıl devam ettiğini ve internet mecralarındaki projeleri konuştuk.
DUVAR - On iki yıl önce üniversiteden mezun olduktan sonra İstanbul’a gelip, “sinema aşkıyla yanıp tutuşan” Kıvılcım Akay, birden kendini reklam sektöründe bulur, ekmeğini o sektörden kazanır. İki yıl çalıştıktan sonra kendi şirketini kurar ve o döneme değin yapılmayan Türkiye'nin ilk moda belgeseli “Modanın 100 Yılı”nı TRT için seri olarak çeker. “Benim için bir vicdan meselesi olan ve savaşa çocukların, annelerin gözünden bakan ‘Dileğim Barış Olsun’u tamamladım” diyen Akay, hemen ardından “Dileğim Barış Olsun” belgeselini çeker.
Son olarak yönetmenliğini yaptığı ilk uzun metrajlı belgesel filmi “Amina”da, Senegalli bir göçmen kadının hayalleri ve gerçekliği arasında kalışını anlatan Akay, ilk uzun metraj kurgu filmi için çalışırken, bir yandan da iki belgesele yapım konusunda destek veriyor. Birinin ortak yapımcısı, diğerinin yapımcısı olarak çalışan Akay’la bir araya geldik ve belgesel sinemanın bugünkü durumunu, finansal krizlerini ve bir görsel sanatçı olarak üretmeye nasıl devam ettiğini konuştuk.
'HİÇBİR HAYAL GERÇEĞİN İÇİNDEKİ SONSUZLUĞU GETİRMİYOR'
Kavramsal olarak bakıldığında belgesel sinema, diğer sanat dallarına nazaran gerçeğe sadık kalmasıyla öne çıkıyor. Zihninizde belirlemeye başlayan bir fikir belgesele varmadan önce, tıpkı bir ağacın dalları gibi kurmacaya, hayali olana uzanıyordur muhakkak. Bu durum bir sanatçıyı kısıtlamaz mı?
Aksine, beni özgürleştiriyor. Bir gün kurmaca bir film çekmeyi hayal ediyor olsam da, belgesel setinde yaşayacağım hiçbir sürprizi ve heyecanı orada bulamayacağımı biliyorum. Gerçek hayat ucu bucağı, sınırları olmayan bir düzlem. Hayal dünyamdan her ne kadar mutlu olsam da, hiçbir hayal gerçeğin içindeki sonsuzluğu getirmiyor. Kurmaca sinema yapamayacağıma inandığım için değil, belgesel sinemanın bana yaşattığı heyecan duygusundan gerçekten çok mutlu olduğum için devam ediyorum.
Türkiye’de belgesel sinema pek önemsenmez. Festivallerde geri planda kalır, TV satışı yapılmaz, kaynak yaratmada sıkıntı yaşanır. Kendinizi “üvey evlat” gibi hissediyor musunuz?
Evet, Türkiye’de belgesel sinema kıymet görmüyor. Ama sinemayı bir sanat dalı olarak ele aldığımızda zaten bir bütün olarak kıymet görmüyor. Bir yandan da son yıllarda üretilen uzun metrajlı belgesel filmlerin anlatım dili ve bir evren yaratabilme kabiliyeti, birçok kurmaca filmden daha çok “film” niteliği taşıyor bana kalırsa. Sansür ve beraberinde getirdiği oto sansürü konuşalım dersek zaten buna ne alan ne de süre yeter. Her şeye rağmen kendimi üvey evlat gibi görmüyorum. İçinde yaşadığım ülkenin gerçekliğinin fazlasıyla farkındayım ve bu da bana odak noktamı, konsantrasyonumu daha verimli kullanabilme mantığı sağlıyor. Birden fazla alanda ürettiğim için, hangi alanda nefes alamasam bir diğerine koşuyorum. Bu yüzden söylenmeye pek vakit kalmıyor.
Bir estetik tercih olarak belgesel için, sinemanın özü, kaynağı diyebiliriz. Zira çekilen ilk filmler belgeseldi. Tarihsel bağlam içinde, belgeselin bugüne ulaşma serüvenini, geçirdiği değişimleri nasıl yorumluyorsunuz? Kendinizi bu gelenek içinde nerede görüyorsunuz?
Dünyada belgesel sinemanın bu kadar çok tüketildiği bir dönem yok. Her şey gibi belgesel sinema da büyük bir değişim geçirdi ve ben bu değişimden son derece mutluyum. Prodüksiyonu güçlü, hikâye anlatımı ve hayal gücü çok yüksek belgesel filmler var artık sahnede. Sosyal medyanın hayatımıza bu denli dâhil oluşu, otomatik olarak insanların gerçek hikâyelere duyduğu merağı geliştirdi. Klasik anlatı yapısına sahip belgesel filmler eskisi kadar dikkatimi çekmiyor. Çok daha yeni arayışlar ve kendine has bir evrenle tanışmak istiyorum her seferinde. Bu nedenle yaratıcı belgesel kendimi daha çok içinde gördüğüm ve geliştirmek istediğim alan. Dikey formatta bir belgesel çekmek şu an en çok deneyimlemek istediklerim arasında.
'BELGESEL SİNEMANIN MESAJ TAŞIMAK GİBİ BİR KAYGISI OLAMAZ'
Özellikle sosyal medyada, hazır bilgi veren birtakım Youtube içerikleri belgesel olarak tanımlana geliyor. Bu noktadan yola çıkarak iki ayrı soru soracağız. İlki, belgesel bilgi taşıma aracı mıdır? İkincisi, bu içerikleri estetik olarak nasıl değerlendiriyorsunuz?
Bahsettiğiniz içerikler, mantığını yanlış bulmadığım, zaman zaman stres atmak için izlediğim şeyler. Ancak belgesel olarak tanımlamak ne kadar doğru emin değilim. Özellikle “içerik” diyorum çünkü o an ihtiyacımız olan bilgiyi, neşeyi ya da tüketme istediğini bize verdikten görevini tamamlayıp sahneden ayrılan videolar. Şekli, şiddeti ne kadar farklı olursa olsun bir duygudan bahsetmiyorsak ortada bir film yoktur. Sırf bilgi taşıma amacıyla çekilmiş bir şey sadece bir “arşiv videosu” olabilir. Belgesel sinemanın mesaj taşımak gibi bir kaygısı olamaz. Türleri doğru ayırmak gerekiyor. Sadece bilgi kaygısı taşıyan bir iş, belgesel film değildir, tek başına belgesel’dir. Bu yüzden kendimi belgeselci olarak tanımlamak yerine film yönetmeni olarak tanımlamayı tercih ettim hep.
Belgesel sinema, gerçekle olan doğrudan ilişkisinden dolayı, sık sık egemenlerin hışmına uğruyor. İdeolojik bağlamda bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Normal değil mi? “Egemen güç” olarak tanımladığımız her şey ya doğrudan ya da dolaylı olarak gerçeğin karşısında durur. Bazı yönetimlerde daha yumuşak ve örtükken, insan haklarının tanınmadığı ülkelerde daha sert ve direkt gerçekleşir. Önemli olan sizin bu durumda nasıl bir aksiyon aldığınızdır. Doğru aksiyonu alabilmeniz için de karşınızda durup sizin sınırlarınızı çizmeye kalkan gücü gerçekten çok iyi tanımanız gerekir. Anlattığım her hikâyede, konuştuğum her kelimede kendimi slalom yapıyor gibi hissediyorum. Rahat bir ortamda üretmenin demek olduğunu bilmiyorum. Anlattıklarımızın bizi daha az tehlikeye soktuğu ancak çok derinden sirayet edecek hikâye anlatımlarına yönelmek gerekiyor. Şimdiki karanlık bir tablo. Ama 10 yıl sonra dönüp baktığımda, o ortamda böyle işler becerebildiğin için seni tebrik ediyorum, diyebilmek istiyorum kendime. Daha iyi günlerin geleceği umudunu taşımadan başka nasıl üretime devam edilir, bilmiyorum.
'TEK TEHLİKE, TEK TİPLEŞME'
Son günlerde, filmler/diziler yayımlayan çeşitli internet mecralarının daha aktif kullanılıyor olması hasebiyle, birkaç sermayedarın “piyasaya” gireceği konuşuluyor. Bu durum sadece dizi sektörü için değil, sinema sektörü için de heyecan yarattı. Peki, belgesel sinemacılar bunun neresinde? İnternet mecralarından destek alarak iş üretebilmek, geçmişteki üretim koşullarına nazaran sizi özgürleştirir mi? Ne düşüyorsunuz?
Birçoğumuz normal televizyon izlemeyi unuttuk. Bu kaçınılmaz bir son. Dijital platformlar belgesel sinemacılar için önemli bir gelir kapısına dönüşüyor. Tek tehlike, tek tipleşme. Piyasayı globalde domine eden 1-2 platformda ne izleniyor ve seviliyorsa onların kötü kopyaları dünyanın birçok yerinde üretilmeye devam ediyor. Tek bölüm bir filmi izlemektense insanlar dizilere yöneldiğinden belgeseller için de platformların talebi daha çok dizi yönünde oluyor. Filmlerin sıradan içeriklere dönüşüyor olması benim açımdan kaygı verici olsa da bu alanda doğru konumlanabilmenin yöntemlerini düşünmek gerek. Özellikle pandemi sonrasında insanların sinemalara uzun bir süre gönül rahatlığıyla gidebileceğini sanmıyorum. Maddi açıdan şimdilik kısmen özgürleştirici bir yanı olduğu gerçek. Önümüzdeki dönemde platform savaşları ayyuka çıktığında bu iş nereye evrilir, ben de merakla bekliyorum.
Hazırladığınız yeni bir proje var mı? Günleriniz nasıl geçiyor?
“Amina”nın festival gösterimleri dünyanın çeşitli ülkelerinde devam ediyor. Ben de bir yandan X Land isimli uzun metraj kurmaca filmimin senaryosuna hazırlanıyorum. Yönetmenliğini Yasemin Akıncı’nın yaptığı ve Aslıhan Altuğ’la beraber yapımcılığını sürdürdüğümüz “Ertil, Master Of Complications” isimli uzun metraj belgesel filminin prodüksiyonundayız. Öte yandan müzisyen Anıl Eraslan’ın “Dream Works” isimli uzun metraj deneysel belgesel filminin yapımcılığını yapıyorum. Her ikisi de heyecanla çalıştığım işler. Aynı zamanda reklam sektöründe strateji danışmanlığı yaptığım için açıkçası bir günümün nasıl geçtiğinin bazen pek farkına varamıyorum. Vakit yaratabildiğim ilk anlarda ya kolaj yapıyorum ya da mutfağa girip yeni bir tarif deniyorum. Ve uyku ilacı niyetine her gece uyumadan önce bir film izliyorum.