Kıyafetin büyüsü

Sihir, büyü gibi olağanüstü özellikler içeren kıyafetler sayesinde bir bakmışsınız ki karaların, denizlerin üzerinden uçarak geçiyoruz; o narin derimize kılıç işlemez olmuş...

Abone ol

Öğr. Gör. Selim Martin*

Antik Çağ toplumlarında, din, sanat ve edebiyat ile iç içe geçmiş̧ mitoloji, aynı zamanda toplumun sosyal yaşantısını da bire bir yansıtır. Bu yaşantı içerisinde sırasıyla; örtünme ihtiyacından süslenmeye varan, giyim kuşam özellikleri ve aksesuarlarını da buluruz.

Kıyafetler, öncelikle doğadan ulaşılabilen hammaddeler ve nesneler kullanılarak, iklim ve doğa koşulları göz önüne alınarak belirlenmiş sonrasında beğeni, işlevsellik ve toplumsal kurallara göre şekillenerek üretilmiştir. Kıyafetler ile paralel gelişen süsleme/süslenme elemanları da aynı şekilde değerlendirilmelidir. Çünkü giyim, korunma amacına olduğu kadar süs amacına da sahiptir. Bu malzemeler bireysel – toplumsal statü göstermesi bakımından da önemlidir.

Resim 2: Üç Ağızlı Mağarası, aşı boyalı deniz kabukları, Üst Paleolitik Dönem.

Mesela bir avcı-toplayıcı kabilede, tüm üyeler deniz kabuklarından kolye yapıp takabilir. Ancak içlerinden birisi kabukları aşı boyası ile kırmızıya boyarsa, kırmızı kolyeye sahip tek kişi olarak diğerlerini nasıl büyülediğini gözümüzde canlandırmak sanırım kolay olacaktır. (Resim 2) Ya da yirmi santimlik domuz dişlerinin onlarcasını bir araya getirip takan bir avcının, üstünlüğünü diğerlerine kahramanca göstermesi bir çeşit büyü değildir de nedir?

Mezopotamya kabartmalarındaki figürlerde; Tanrılar – tanrı oldukları belli olsun diye –boynuz şeklinde bir başlık takarlar. (Resim 1) Sonraları o başlığı; bir kralın, bir rahibin ya da bir kahramanın başına takıp onu tanrılaştırmak, insan evladının bir aksesuarla yapmayı başardığı büyülerin en çarpıcısı değil midir? Çünkü artık tek bir boynuzlu başlık, ölümlüler ile ölümsüzler arasındaki sınırı kaldırabilir.

Tanrıların kişiselleştirilmesi ve aynı zamanda güçlü kişiliklerin de tanrılaştırılması, mitolojik eserlere konu olan tüm karakterlerin benzer biçimde giyinmelerine neden olmuştur. Herhangi bir eser üzerinde gördüğümüz giyim kuşam detayları, döneminde en rağbet gören gerçek giysilerin bire bir tasvir edilmiş hali olmalıdır. Bununla beraber, tanrısal varlıklara ya da hayali kahramanlara özgü, gerçekten deforme edilerek zenginleştirilmiş̧, olağandışı özellikler kazanmış kıyafet ve aksesuarları da biliyoruz.

HEP Mİ İYİLİĞE YARAR GİYİM KUŞAM

Sihir, büyü gibi olağanüstü özellikler içeren kıyafetler sayesinde bir bakmışsınız ki karaların, denizlerin üzerinden uçarak geçiyoruz; o narin derimize kılıç işlemez, aklımız ejderhadan, canavardan korkmaz olmuş. Küçücük bir aksesuar, görünürü görünmez, olmazı olur kılmış, âdemoğlu denilen benliğimizin dışında işler başarıyoruz. Tamam da hep mi iyiliğe yarar bu giyim kuşam? Yok mudur bunun canımızı yakanı, ruhumuzu bedenimizden söküp alanı?

Yunan mitolojisinde, birçok kahramanın yanında, tanrıların hışmına uğramış pek çok suçlu bulunur. Toplumda başa çıkılamayan olayların tümü, söylencelerde kahramanlar tarafından çözülür. İnsanların asla yapmaması gerekenler ise tanrıların gazabını yansıtan, ders niteliğinde olaylarla özetlenmiştir. “İbret almayan kalmasın” diye bas bas bağıran bu zıt yönlü öykülerin her birinde, işte bu olağandışı kıyafet ve aksesuarlar baş köşeyi sürekli olarak işgal eder.

Nereden başlasak? Önce, aileden olduğunu ispatlamaya çalışan bir kahramana çevirelim yüzümüzü. Theseus, hani Atina’nın kralı ve her nasılsa aynı zamanda Atina’nın kahramanı olan güçlü Theseus. Ne zor şeydir hem bir idareci hem de idarenin yarattığı sorunları çözmeye çalışan bir halk kahramanı olmak.

Atina kralı Aigeus, sarhoş olup Troizen prensesi Aithra ile beraber olduğunu ancak ertesi gün kendine geldiğinde anlar. Atina’ya dönmeden yol üzerindeki kudretli bir kayayı kaldırıp kılıcını ve sandaletlerini saklar ve prensese, eğer bu birleşmeden bir erkek çocuk dünyaya getirirse, çocuğun büyüyüp, kayayı kaldıracak duruma gelmedikçe babasının kim olduğunu söylememesini öğütler. Babasını tanımadan geçen on altı koca yıl. Bir kahraman için bile oldukça zor olmalı:

Theseus büyüyor ve gün geçtikçe güçlenip yürekleniyordu. On altı yaşına basınca anası delikanlıyı kayanın önüne götürmüş̧, Theseus da koca kayayı kaldırarak babasının altına sakladığı yadigarları ortaya çıkarmıştı. O zaman kral oğlu olduğunu öğrenmiş ve hemen Atina'ya gitmek üzere yola çıkmıştı.

Theseus gerçek bir kral oğlu olduğunu halkına göstermek için kara yolunu seçmiş ve Atina'ya gelmeden bölgeye korku salan bir sürü dev, azman ve vahşi hayvanları bir bir yere sererek şehre varmış ve babasının karşısına bu ünle çıkmıştı. Ne var ki o sıralarda kral Aigeus büyücü Medeia'nın etkisi altında bulunuyordu. Medeia bu gencin kim olduğunu ve tahtı ona kaptıracağını anlamış, onu şölende öz babasına zehirletmeyi kararlaştırmıştı. Theseus, sofraya oturunca zehirli eti kesmek için Aigeus'un yadigarı kılıcını çıkarmış, böylece büyü bozulmuş babası oğlunu tanımıştı.

Babanın oğlunu kılıç olmadan tanımamasından bu aile saadetinin çok uzun sürmeyeceğini tahmin etmişsinizdir. Ama ileride olacakları bir kenara bırakıp, Atina halkının kahramanına biçtiği sonsuz rolü, yerel bir özdeyiş ile açıklayalım: “Theseus’suz hiçbir şey yoktur”.

Resim 3: Theseus ve Perseus (İllüstrasyon: İrem Karadağ)

Bir babaya oğlunu tanıtan (!) bir kılıçtan daha büyülü bir şey olabilir mi demeyin, Ege söylencelerinin sularında yüzüyoruz, derdimiz de kahramanımız da bitmez.

Büyülü kıyafet ve aksesuarlar ile şekillenmiş öykülerin en ünlüsü, kahraman Perseus’un söylencesidir. (Resim 3) Zeus’un ölümlülerle olan birleşmesinden doğanların hepsinde görülen çileli çocukluk, Perseus öykülerinde zirve yapar. Annesinin kuleye hapsedilmesi mi dersiniz, Zeus’un yağmur damlaları şeklinde kuleye sızıp anneyle birlikte olmasını mı? Tahta bir sandığa konulup denize atılmasını mı konuşalım yoksa annesine göz koyan bir kralın onu ölümcül görevlere yollamasını mı? Neyse ki bir yerde Zeus bu çileye dur der ve Perseus tanrıların desteğiyle ulusal bir kahramana dönüşür.

Perseus’un en tehlikeli görevi, Gorgolar adı verilen üç titan kardeşten tek ölümlü olanını; Medusa’yı ortadan kaldırmaktı. Saçları yılanlarla örülü, alnından yaban domuzu dişleri fışkıran, elleri tunçtan, göz göze geldiği kişiyi taşa çeviren bu korkunç kadını öldürmek kolay olmasa gerek. Kahramanımızın bu görevde ihtiyacı olanları, sahiplerinden tek tek toplayarak başlayalım maceramıza.

Hades; yeraltındaki ölüler ülkesinin tanrısı. "Görünmez" anlamına gelen adı hem tanrının kendisi hem de egemen olduğu yeraltı için kullanılır. Bu özelliği, takanın kendisini görünmez kılan başlığı sayesinde almıştır. Yunan mitlerinde sıklıkla ödünç verilen bu başlığın ünü zaman ve mekanın ötesindedir. Hemen her kültürde kendine yer bulan başlık özellikle kuzey mitolojilerinde ve Alman masallarında "Tarnkappe" adıyla nam salmıştır. Hadesçim, başlığını iki dakikalığına alıyoruz. Ne demek vermem, ölümü gör!

TOPLANIN GİDİYORUZ MEDUSA'YA...

Hermes; diğer adıyla “Messenger”, hırsızların ve habercilerin tanrısı. Her iki mesleğinde en çok ihtiyaç duyduğu şey hızdır ve ayağı tez Hermes’in bunun için kanatlı bir çift sandaleti vardır. Hermesçim hırsızlık değil vallahi ödünç alıyoruz sandaletlerini, bir canavar öldürüp geleceğiz.

Ekipman tamamlandı derken birden çıktı karşımıza Athena; akıl ve mantıkla yürütülen mücadelenin tanrıçası. Strateji önemli dedi, hazırlık önemli. İşte ondan aldığımız elmas orak, içine konulanın şeklini alan büyülü bir çanta ve ayna gibi parlak bir kalkan. Toplanın gidiyoruz Medusa’yı öldürmeye.

Perseus; başlık sayesinde korkutucu kız kardeşlerin yanına gizlice varıp, kalkanın yansıması ise taş kesilmeden Medusa’ya yaklaşabilmiş, elmas orak ile yılanlı başı kesip hemen büyülü çantaya koymuş ve sandaletler sayesinde hızlıca uzaklaşmayı başarmıştır.

Kahramanlık masallarına bir ara verelim de başka bir büyülü kıyafeti ödünç almaya gidelim. Yok, bu sefer öldürmek yok, muhatabımızın aklını başından alsak yeter.

“Sende şu sevgi, şu alım var ya, yani şu ölümsüzleri, ölümlüleri alt ettiğin, işte onları bana ver bugünlük. Aphrodite çözdü göğsünden nakışlı memeliğini, alacalı bulacalı bir kurdeleydi bu, alımlı ne varsa hepsi onun içindeydi, sevgi onun içindeydi, istek onun içinde, cilveleşme, şakalaşma onun içinde, en akıllı insanı ayartan aşk onun içinde…”

Söylencelere göre; aşk ve güzellik tanrıçası Afrodit, sevgiyi ve sevişmeyi, doğar doğmaz peşine takılan Aşk (Eros) ve Arzu (Himeros) gibi tanrısal varlıkların sayesinde yönetir. Bunların yanında bir de babası Zeus’un ona armağan ettiği büyülü memeliği ekleyince; kim karşı koyabilir ki köpüklerden doğan bu güzelliğe? Tabii Zeus bu memeliğin ileride başına öreceği çorapları bilse, düğününde Afrodit’e kesinlikle “beşi bir yerde” takardı.

Hera kocası Zeus’un İda Dağı’ndan Troya savaşını yönettiğini görünce, savaşın kaderini kendi istediği yöne çevirmek için, kocasının aklını başından almaya karar verir. Gider odasında önce bir güzel süslenir, sonra Afrodit'den sevgiyi tutuşturan büyülü memeliğini ister, onu da göğsüne taktıktan sonra “Uyku” tanrıyı baştan çıkarır ve onunla birlikte Zeus’un yanına varır.

Bulutlar devşiren Zeus onu gördü, görür görmez aşk sardı düşünceli kafasını… Ne olur Hera, yatalım gel, sarmaş dolaş olalım yatakta….

Zeus birazdan uyanacak ve savaşın seyrinin değiştiğini görünce karısının ona yaptığı oyunu anlayacaktır. Bir büyülü memelik ile insanlığın değişen kaderi işte karşınızda.

Amma da düzen kurdun, yola gelmez Hera, savaş dışı ettin tanrısal Hektor'u, uğrattın orduyu bozguna.

Bu kadar büyü gün yüzüne çıkmışken yukarıda da adı geçen bir büyücüye çevirelim şimdi ışıkları. İşte karşınızda Medeia; Karadeniz’den Atina’ya kanlı izler bırakan bir seri katil. Öz kardeşi ve öz çocuklarını bile kurban listesine eklemiş bu acımasız hanımefendi, büyülerini sadece kendi iktidarı için çekinmeden kullanmış, Yunan tragedyası için ölümsüz bir figüre dönüşmüştür.

SÜREKLİ YANMAK ANCAK ÖLMEMEK...

Resim 4: İason Krala Altın Postu veriyor, Louvre K127.

Altın postu aramak için Kolkhis (Gürcistan) seferine çıkan Argo Gemicileri’nin lideri İason, kralın kızı Medeia ile iş birliğine gitmiş, onunla evlenmesi karşılığında altın postu oradan kaçırabilmiştir. (Resim 4) Büyücü yol boyunca büyüleri ile bir yandan seferin başarıya ulaşmasını sağlarken bir yandan da sayısız canın yitirilmesine neden olmuştur. Nihayetinde İason korkunç karısından bıkıp, başka birisi ile evlenmek için Medeia’yı boşamaya kalkınca, müstakbel karısına düğünden önce güzeller güzeli bir elbise hediye gelir. Elbiseyi giyen gelin namzedi, yanarak feci şekilde can verir. İlahi İason, büyücüden gelen elbiseye güvenilir mi? Hem de o büyücü, korkunç eski karınsa.

Yanarak ölmek feci bir şey olsa gerek. Ancak daha beteri ile tanıştırayım sizi; sürekli yanmak ancak ölememek.

Herakles’i hepiniz tanırsınız; nam-ı diğer Herkül. Zeus’un oğlu ama Hera’nın da baş düşmanı, ölümsüz yarı tanrı. Helen kültürünün ünü çağları aşan ulusal kahramanı. Herakles, insanın doğaya karşı yenilmez saldırma ve dayanma gücünü simgeler. Yaptığı işler hep iyiye dönüktür, doğanın insanın başına saldığı afet ve musibetleri yok etmekle insanlığa sonsuz iyiliği dokunur. Oysa kendisi trajik bir kişidir: Kahraman olmayı kendi seçmemiştir, tanrı vergisi kuvvetinden de zevk duymaz, tersine onu dizgine vuramadığı için dengeyi bir türlü bulamayıp kendinden geçer. Herakles'e bütün işleri, kahramanlıkları zorla yaptırılır, Herakles köledir, insafsız bir efendinin buyruğunda ömrü boyunca çalışmak onun kara kaderidir.

Herakles’in maceralarını buraya sığdırmak mümkün değil ancak söylencenin sonunu; tam işleri bitirmişken korkunç bir yanlışlık yüzünden cayır cayır yanmasını ama böylece büsbütün arınıp ölümsüzlüğe kavuşmasını anlatmasak olmaz.

Önce önemli görevlerinden birisine götüreyim sizi; Lerna ejderi. Hera, Argos bölgesindeki Lerna bataklığına dokuz kafalı bir yılan olan "hydra" adlı ejderi salmıştı. Herakles, ejderin zehir saçan kafalarını bir bir koparmış ve ölümsüz olan kafasını da kocaman bir kayanın altına gömerek görevi başarmıştı. Ha bir de ejderin ölümcül zehirli kanından, ileride lazım olur diye birazcık almıştı.

Herakles mitlerinin sonlarına doğru kahramanımız gene bir sürgün kararıyla yollara düşer. Karısı Deianeira ile bir ırmağı geçmesi gerekince, yolcuları karşıya geçiren at adam Nessos'a teslim eder karısını, kendisi ise yüzerek geçer. Kıyıya vardığında Nessos'un, karısına tecavüz etmeye yeltendiğini görünce, dokuz başlı ejderin kanına batırılmış okunu fırlatır at adamın üzerine. Nessos, ölürken bile kötüdür. Pişmanlığını dile getiriyormuş gibi yaparak Deianeira’ya kanının sihirli olduğunu ve birazını alıp saklamasını söyler. Olur da ileride Herakles senden uzaklaşırsa, bu kandan sürdüğün bir gömlek giydir ona der; sana daima aşkla sadık kalacaktır.

Gel zaman git zaman Herakles, sözünde durmayan Trakya kralına ceza olarak kızını kaçırır; kıskançlıktan gözü dönen Deianeira, Nessos’un kanı ile suladığı gömleği Herakles’e giydirir. Ejderin zehri kahramanımızın vücuduna yayılır ve yakmaya başlar, ancak Herakles ölümsüzdür. Sürekli zehirden yanan bir beden ne iyileşiyor ne de ölüyor. Acıya dayanamayan Herakles, oğlunun yardımıyla yanan bir odun yığınının içine atar kendini; amaç yangını çoğaltıp, ölmeyi sağlamaktır ama nafile; ölümsüzlük artık bir ödül değil cezadır. Oğlunun ömrü boyunca başına gelen her türlü felaketi görmezden gelen Zeus, bu sefer dayanamayacak, Hz. İsa efsanelerine konu olacak bir adım atacak; Herakles’i yanan odunların içerisinden çıkartıp, Olympos tanrılarının arasına alacaktır.

Sözü son olarak, basit bir balıkçıyken, tanrıların sihrinin bulaştığı çimenleri koklayarak bir deniz tanrısına dönüşen Glaukos’un söylencesine bırakalım. İhtiyar balıkçımız tanrılıktan çok da memnundu. Ta ki bir peri kızı aşkına karşılık vermeyene kadar.

Dayanamadım bu baskıya daha, kal sağlıcakla ey yeryüzü;

Böyle söyledim, bıraktım kendimi sulara birden. Ancak deniz tanrıları korudular varlığımı,

Kurtardılar ölümlü olmaktan beni. Onlardandır kutsallığım.

Arınayım diye büyünün yeni kötülüğünden, uğursuzluğundan, yıkamam gerekmiş göğsümü yüz kez, akar sularda.

Türlü yönlerden akan, dalgalanan çaylar, ırmaklar, kabaran bütün deniz suları vurur geçer başım üstünden.

Bunları söylemek gelir elimden ancak sana, yetmez daha geniş açıklamalara gücüm, budur belleğimde kalan.

Bilinç geri döndüğünde, anımsadığımda kendimi, gövdemi. Değildim artık eskisi gibi.

Önce gök mavisi, yeşil renklere bürünmüş gördüm sakalımı,

Sular üzerinde uzayan, yayılan saçlarımı, daha geniş omuzlarım eskisinden, kollarım mavimsi, kalçalara doğru bükük. Yüzgece benzeyen balık kuyruğu gibi.

Ne işe yarardı bu biçim, dalgaların gücü karşısında. Neydi tanrısal dönüşüm?

(Publius Ovidius Naso – Metamorphoses 13. Kitap)

*Dokuz Eylül Üniversitesi, Edebiyat Fakültesi, Arkeoloji Bölümü