Kızıl Elvis: Ne kapitalisttim ne de kördüm, bu yüzden devrimci oldum
Reed, dinleyicileri şovun bir parçası haline getiren, oldukça interaktif ve eğlenceli bir sahne anlayışına sahiptir. Bir diğer popülarite nedeni, Reed’in şarkılarını dünyanın her köşesinde söylemiş olmasıdır. Amazon ormanlarından Bangladeş’e; Lübnan’dan Şili’ye kadar neredeyse ayak basmadık, gitar çalmadık yer bırakmaz. Reed’in bu dayanışma birikimi müziğine ve kimliğine de yansır.
Bir Hollywood jönü düşünün, rocknroll yıldızı olarak yaptığı çıkış onu Latin Amerika’nın yoksul mahallelerine götürsün. Orada Marksizm ile tanıştıktan sonra hayatının geri kalanını sosyalist ülkelerde geçirsin. Demokratik Almanya Cumhuriyeti -namı diğer Doğu Almanya-, Sovyetler Birliği ya da Çekoslovakya’da şarkıları ve filmleri listelerde hep üst sıralarda yer almış Dean Reed, memleketi ABD’de işte bu yüzden ‘Kızıl Elvis’ olarak anılıyor. Peki ama Reed’in intiharla biten bu sıra dışı yolculuğu hangi dönemeçlerden geçmiş?
Kimileri için ‘Siyaseti basamak olarak kullanan bir kariyerist’, kimileri için ‘Moskova’nın kuklası’, kimileri ‘aidiyet arayışında kaybolmuş bir ruh’ kimileri içinse ‘enternasyonalist bir sanatçı’… Hakkında o kadar farklı açılardan yorumlanmış anlatı var ki, sadece bu bile Reed’in hayatını dikkat çekici kılıyor. Gelin biz de ülkemizde fazla bilinmeyen bu ‘sosyalist rocknroll yıldızını’ daha yakından tanıyalım.
MUHAFAZAKAR BABANIN ‘KOMÜNİST’ OĞLU
ABD’nin Colorado eyaletinde 1938’de doğan Dean, hali vakti yerinde muhafazakâr bir aileden geliyor. Babası bir röportajında “Bizim oralarda on kişiden dokuzu muhafazakardır. Ben o dokuzun içindeyim. Ama o, [Dean] sosyalist olduğunu itiraf etti. Beni de yanına almak için yardım edeceğini söyledi. Ancak ben o tarz ülkelerle hiç ilgilenmiyorum” diyor. Öte yandan oğlunun başarılarından da mahcup bir gurur duyan babası, Dean’ın siyasi görüşüne bir kılıf ararcasına “Yalnız sosyalist diyorum, komünist demiyorum. İkisi farklı şeyler. Bana sormayın farkı nedir diye ama farklı. Bir keresinde Dean anlatmıştı bana, 10-15 dakika. Ama şimdi hatırlamıyorum. İsterseniz ona sorun” ifadelerini kullanıyor.
Dean küçük yaşlarında müzikle tanışır. Bir yılbaşında ailesi ona gitar alır. O günden sonra müziğe tutkuyla bağlanır. Çocuk yaşına rağmen yaşadığı yerde hastanelerde kanser hastaları için müzik yapmaya başlar, böylece yerel medyanın ilgisini çeker.
HOLLYWOOD’A KÜSMEK
Üniversitede para kazanmak için sahne almaya başlar. İşleri biraz daha resmileştirerek rocknroll, country ve pop tarzlarda amatör kayıtlar yapar. Bu sırada yetenek avcısı Roy Eberhart’ın gözü üzerindedir. Hikayenin kalanı biraz şans eseri gelişir. Bir gün yolda arabasına bir otostopçuyu alır. Bir süre Reed ile sohbet eden otostopçu aslında Capitol Records’un bir temsilcisidir ve nihayet kimliğini açık eder ve Reed’e kayıt imkanı sunar. Böylece Hollywood yolu açılan Reed, 7 yıl boyunca Capitol ile çalışacaktır.
Fakat Reed daha sonra bu dönemi hiç de iyi anmıyor. 1980’lerde verdiği bir röportajda “Hollywood korku dolu bir yerdi. Çünkü orası emek sömürüsü demek, fuhuş kampı demek. Elbette Hollywood’da bozulmadan varolmaya devam eden insanlar var ve ben de bu insanlara saygı duyuyorum” ifadelerini kullanıyor ve ‘kendisi eğer bozulmadıysa bunu böylesi insanların varlığına borçlu olduğunu’ dile getiriyor.
NE KÖR, NE KAPİTALİST
Belki onu otostopla bindiği arabadan çok daha radikal bir yöne götürmüş olan olay da aslında bir ‘tesadüf’ sayılabilir. Bazı kayıtların ardından 1950’lerde ABD’de özellikle ‘Our Summer Romance’ şarkısıyla çıkış yapar. Fakat şarkı özellikle Latin Amerika ülkelerinde büyük bir yankı uyandırır. Reed’in yolu da bu sebeple ABD dışına çıkar.
Kendisi için çığır açıcı bir seyahattir bu. Çünkü kapitalizmin yarattığı yıkımı en çıplak haliyle gözlemleme fırsatı bulur. Küçük bir azınlığın devasa bir çoğunluk üzerinde maske kullanmaksızın kurduğu iktidar ve zenginliğin adaletsiz dağılımı, Reed’in siyasi karakteri üzerinde büyük etki yaratır.
Yıllar sonra kendi dönüşümünü şu sözlerle açıklayacaktır: “Güney Amerika’da üç insan tipi vardır: Gerçeği görmek istemeyen körler, kapitalistler ve devrimciler. Ben ne kapitalisttim ne de kördüm. Ve böylece devrimci oldum. Çünkü Güney Amerika’da bir tavra sahip olmalısın. Ya tüm güce ve zenginliğe sahip yüzde 20lik bir kesimce temsil edilen statükodan yana olursun; ya da daha iyi bir gelecek isteyen aç ve eğitimsiz yüzde 80’nin yanında yer alırsın”.
ABD BAYRAĞINI YIKAYINCA
Böylece Reed, kendine çizilen hayatı bir kenara atıp daha farklı bir yol seçer ve yüzünü dünyanın ‘öteki’ tarafına çevirir. Artık şarkılarını Güney Amerika’da sendikalar için söyler, cezaevlerindeki devrimci tutsaklar için söyler… Hatta sadece şarkı söylemekle de kalmaz; ABD’nin dış politikasını eleştiren eylemler düzenler.
Örneğin 1970 yılında Şili’nin başkenti Santiago’da bulunan ABD Konsolosluğu önünde bir kova içinde ABD bayrağını yıkamaya başlar. ‘Bayrağa Vietnamlıların, Güney Amerikalıların kanı bulaştığı için artık ABD Bayrağının kirli bir bayrak olduğunu ve iyi bir Amerikalı olarak yıkaması gerektiğini’ söyler. Ardından gözaltına alınır. Kısa bir süre sonra Salvador Allende Şili’ye başkan seçilecektir.
SOSYALİST ÜLKELERDE POPÜLERLİK
Uzun yıllar Arjantin’de yaşayan Reed, burada ‘komünist propaganda yapma’ suçlamasıyla karşılaşır ve nihayet ülkeyi terk etmek zorunda kalır. Bir süre İtalya’da yaşar, o dönem İtalya’da popüler olan Western tarzda filmlerde oyuncu olarak boy gösterir. Fakat aynı zamanda İtalya’daki toplumsal muhalefetin içerisinde yer alır. ABD’nin Vietnam işgalinin şiddetlendiği yıllarda Reed de İtalya’da ABD’nin emperyalist politikasına karşı tavır alır.
Fakat burada da kalıcı olmaz. Uzun yıllardır sahne aldığı sosyalist ülkelerde Reed’in popülerliği inanılmaz seviyelere ulaşır. Gerek oyuncu olarak gerekse o dönem son derece popüler olan rocknroll ve country müzisyeni olarak Reed’in ismi Doğu Avrupa başta olmak üzere pek çok ülkede bilinir. Nihayet 1973 yılında temelli olarak Demokratik Almanya Cumhuriyeti’ne taşınır. Burada pek çok izleyiciye ulaşan çeşitli filmlerde oynamaya başlar.
NASIL OLDU?
Peki ama Reed’in sosyalist ülkelerdeki hızlı yükselişi nasıl oldu? Kimileri Reed’in popülaritesinin arkasında birincil olarak sosyalist hükümet politikasını buluyor: Onlara göre Reed, ‘Batı’dan gelen apolitik hippiliğe karşı örnek gösterilebilecek bir alternatif inşası çabasından’ ibarettir. Belki bir dolaylı sonuç olarak değerlendirebileceğimiz bu yorumu tek başına geçerli kılmayan nokta Reed’in sahnesidir. Öyle ki Reed, dinleyicileri şovun bir parçası haline getiren, oldukça interaktif ve eğlenceli bir sahne anlayışına sahiptir. Tek başına bu üslup özgün sayılmasa da daha stabil, tertipli bir sahne kültürü olan ülkelerde fark yarattığı aşikardır.
Bir diğer popülarite nedeni, Reed’in şarkılarını dünyanın her köşesinde söylemiş olmasıdır. Amazon ormanlarından Bangladeş’e; Lübnan’dan Şili’ye kadar neredeyse ayak basmadık, gitar çalmadık yer bırakmaz. Haliyle Reed’in bu dayanışma birikimi müziğine ve kimliğine de yansır.
RENKLİ HAYATIN KARANLIK YAKASI
Heyecan ve hareket dolu hayatı 1986 yılında trajik bir sonla biter. Doğu Berlin’deki evine yakın bir gölde Reed’in cansız bedenine ulaşılır. Aslında bir de intihar notu vardır ancak bu not bir süre Demokratik Almanya Cumhuriyeti tarafından saklanır. 14 sayfalık notlardan da anlaşıldığı üzere intiharın duygusal ilişkileriyle ilgisi vardır, hatta mektupta Demokratik Almanya Cumhuriyeti’nin sosyalist liderliğinden dilenen ‘özür’ bile vardır. Bir dönemin gençlik idolünün hikayesi acıyla biterken ardında pek çok soru kalır. Bunlardan bazıları Reed’in CIA, KGB ya da Stasi gibi istihbarat teşkilatları ile ilişkileridir ancak hiçbiri üzerinde durmanın fayda getireceği türden sorular değildir; aksi takdirde Amerikalı sanatçının bu istihbarat servisleriyle ilişkisi olduğuna dair şüphe uyandırıcı bir veri olmadığı halde kendisini zorla ilişkilendirmeye çalışacağız.
Bunun haricinde gerek o dönem sosyalist dünyada gerekse memleketi ABD’de Reed hakkında farklı yorumlar yapılır: Siyaseti kariyer basamağı olarak kullanan biri midir? Yoksa sadece ‘kaybolup’ savrulmuş biri midir? Aslında bakarsanız her ikisi de değildir. Siyaseti bir kariyer basamağı olarak görmüştür dersek eğer yine kanıtlamanın neredeyse imkansız olduğu bir niyet okuma süreci içerisine gireceğiz. ‘Savrulmuş’ dersek de sadece kuru bir ithamda bulunmuş olmayacağız; aynı zamanda kendine alışılmışın dışında bir yol seçen herkesin hikayesine ‘kayıp’ diyeceğiz. O nedenle Reed’in seçtiği yolları izlerken bu tip sorulara odaklanmanın bir manası yok. Öyle ya da böyle, Reed içine doğduğu hayatın sınırlarını aşmış, gitarını alıp tüm dünyada ezilenlere, yoksullara, devrimcilere şarkılar söylemiştir. Belki tek önemli olan da toplumsal mücadeleler tarihine böyle bir iz bırakmaktır.