Gold Yapım ile Faruk Turgut, Şükrü Necati Şahin’in senaryosunu
yazdığı 'Kızıl Goncalar' dizisiyle televizyon gündemine bir bomba
bıraktı. Henüz ilk bölümü yayınlandı ama Ankara’da RTÜK’ün kapısına
protesto etmeye gidenlerden, şikayetlerini ileten izleyicilerden
sonra RTÜK Başkanı’nın inceleyeceğiz açıklaması gecikmedi. Peki ne
oldu da 'Kızıl Goncalar' bazı izleyicileri rahatsız etti?
Geçtiğimiz bir yılda televizyonda muhafazakar-seküler çatışması
izlemeye alıştık. Bu çatışmalara kimi zaman gülüyoruz, üzülüyoruz,
kimi zaman kızıyoruz ama çoğunlukla merak ediyoruz ve hikayeleri
izlemeye devam ediyoruz. Bu hikayelerde birbirine empatiyle bakmaya
başlayan iki kutup izlediğimiz gibi, bazen de birbirini anlamayan,
daha da uzaklaşan bir kesim görüyoruz. Ama 'Kızıl Goncalar'
dizisindeki kadar keskin bir ayrımı sanırım televizyonda hiç
izlemedik.

KUTUPLAŞMANIN EN KESKİN KÖŞELERİ
'Kızıl Goncalar'ın tanıtım videoları yayınlanmaya başlayınca
yeni bir muhafazakar-seküler çatışması geliyor diye tahmin
etmiştik. Ama daha ilk bölümden bu kutuplaşmanın en keskin
köşelerinin ortaya döküleceğini tahmin edemezdik. Sivil Toplum
Örgütü tarikatlarla protokol imzalayan Milli Eğitim Bakanı’nı da
tahmin edemezdik gerçi. Dizinin ilk bölümünde yakaladığım unsurları
sıralıyorum: Çocuk gelin, çocuk kaçırma, kız çocuklarının okula
gönderilmemesi, Kuran kursları, tarikatlar, deprem, zorunlu göç,
taciz, istismar, 28 Şubat, referandum (‘yetmez ama evetçiler’),
kadınların çalıştırılmaması, kişisel gelişimciler, ülkeden giden
doktorlar, sağlık sistemi, eğitim sistemi içinde yarış atına dönen
öğrenciler... Evet, bunların hepsi ilk bölümde önümüze boca edildi.
Ama durun önce bir sindirelim değil mi? Çünkü hemen verilen
tepkiler dizinin bir kurmaca olduğunu unuttuğumuzu gösteriyor.
Mesela bir kadın doktor, sahiplendiği çocuğunu bırakıp Almanya’ya
çalışmak için başvuruyor hem sevgisiz bir anne hem de yalancı bir
eş rolünde. Ben buna itiraz eden, bu yanlış bir 'temsiliyet' diyen
bir doktor duymadım. Siz tarikatlar hayırdır? Ekrandaki sahiden siz
misiniz? Değilseniz neden bu da bir çeşit kurmaca hikaye diye
izlememize izin vermiyorsunuz?
Ülkenin gerilim hatlarından biri artık 'Kızılcık Şerbeti’ndeki
çatışmalar değil, tam da 'Kızıl Goncalar'da anlatılan kutuplaşma.
'Kızıl Goncalar’ın gösterdiği bu kutuplaşma aslında her iki ucun da
memnun olmadığı bir temsiliyet içeriyor. Dindar "Bu ben değilim"
diyor, Atatürkçü "Bu ben değilim" diyor. Ekranın her şeyi siyah ve
beyaz olarak gösterme, aradaki her rengi ortadan kaldırma gibi bir
özelliği var. İyi çok iyi, kötü çok kötü olabilir ekranda. Oysa her
ikisi de birbirini dışlamıyor. Aynı son derece dürüst, dindar bir
esnafın tam tersine seküler ama üç kağıtçı bir esnaf olabilmesi
gibi. Televizyon ekranı içinde kurulan tüm anlatılarda temsiliyet
problemi varken 'Kızıl Goncalar' dizisinde kurulan dünyadaki
dindarların sizi temsil ettiğini düşünüyorsunuz yani, öyle mi?

HİKAYEDEN DEĞİL, GERÇEKLERDEN UTANMALIYIZ
Elbette 'Kızılcık Şerbeti' ile bir karşılaştırma yapınca birinin
hayat tarzlarıyla ilgili olduğu, 'Kızıl Goncalar’ın ise politik
olduğu söylenebilir. Türkiye’de çocuk olmak, kadın olmak, öğrenci
olmak, doktor olmak, akademisyen olmak, işçi olmak bile politik
olmuşken bu alanda kurulan bir hikayeden rahatsız olanlara
sormazlar mı hayırdır diye! 'Kızıl Goncalar', çocuk yaşta
evlendirilen kız çocuklarının, okula gönderilmeyen kız
çocuklarının, istismara uğrayan kız ve erkek çocukların
hikayelerini anlatmaya devam edecekse, Meryem’in ve çocuklarının
hikayelerini anlatmaya devam edecekse dindarı, seküleri nasıl
gösterdiğiyle değil, ülkenin politik atmosferinde bunlara neden
engel olunamadığını tartışmamız lazım. Bunun yolunun tarikatlarla
protokol imzalamaktan geçmediği açık. Her kesimin sesini duymakla
sorumlu politik aktörlere duyurulur. Çünkü bu hikaye bu topraklara
aitse hikayeden değil gerçeklerden utanmalıyız.