Kızılcık Şerbeti izleyicisinde hem hayranlık uyandırıyor hem dehşet hissi yaratıyor. İzleyicisini hem toplumsal normların çöküşüyle yüzleştiriyor hem birbirine yaklaştırıyor. İzleyicisini zorlayarak haz duymasını sağlıyor.
Tam yetmiş yedi bölümdür Kızılcık Şerbeti izliyorum. Cuma akşamları televizyon karşısında olan izleyicilerin çoğu ve tüm hafta yayınlanan dizileri takip eden izleyicilerin çoğu Kızılcık Şerbeti izliyor. Dizi üçüncü sezonunda yayınlanıyor ve bu sezon ondan daha yüksek reyting oranına ulaşan bir dizi olmadı. Televizyondan değil de diziyi kendi istediği zamanda YouTube’dan takip eden milyonlar da var. Bu reklam kıtlığında kanalını ve yapımcısını onun kadar mutlu eden bir dizi daha yoktur. Ama biz izleyiciler bu sezon hep bir ağızdan Şerbo çok bozdu diyoruz ve yine izlemeye devam ediyoruz. Bugün biraz vazgeçemediğimiz bu ‘Şerbo hazzı’ üzerine düşünelim istiyorum.
En klişe cümleyi en başta yazayım: “kadın kadının kurdu değil, yurdudur.” Bu cümlenin senaryodaki gerçekliğine ilk sezonda Nursema için bir araya geldiğimizde ne kadar da inanmıştık. Birbirinin ötekisi iki mahallenin insanları ekranda nasıl güzel dayanışıyor, izleyici de gerçek hayatta birbirine yaklaşıyor diyorduk. Televizyon ekranı için seküler-muhafazakar çatışması diye tanımladığımız bir kategori yarattı Kızılcık Şerbeti. Farklı mahallelerden iki ailenin fertleri bir araya geldikçe ortaya çıkan çatışmadan ve çözülmeden haz aldık. Haz kelimesini Türkçe’de sık kullanmayız ancak Fransızca’da başka dillere çok kolay çevrilemeyen bir karşılığı var; jouissance-taşkın haz, izleyicinin ekrana verdiği dikkatin karşılıklarından biridir. Aslında izleyici çalışmalarında değil psikanalizde kullanılan bu kavram, hazzın ötesine geçen, sosyal normların, yasaların sınırlarının zorlanmasından alınan tatmindir. Bizde haz kelimesinin erotik bir çağrışımı var. Bu yüzden bu kelimeyi bir dondurma markası ile bir prezervatif markası sahiplenmiş. Oysa Kızılcık Şerbeti izlerken karşımıza çıkan haz daha karmaşık bir anlam içeriyor. Ancak bu haz sadece izleyiciye ait değil, senaristlerin de hazzını izliyoruz.
Kızılcık Şerbeti’nin ‘Yasak Elmalaşma’ sürecinde bu haz meselesini senaristlerin gözünden sezon başından beri anlamaya çalışıyorum. Kadınlar ne oldu da Kızılcık Şerbeti’nde birer ‘abject’ haline geldi diye sormak isterim. Abject kelimesini sözlükler şöyle çeviriyor: kendini küçük düşüren, perişan, gururdan yoksun, düşük, aşağılık... Liste uzayabilir. Erkeklerin tamamen edilgen olduğu bu senaryoda ne oldu da kadınlar kadınlara düşman oldu, senaryo kadın düşmanı oldu? Kullandığım kelimeleri ağır, abartılı bulanlarınız olabilir. Bunu daha iyi açıklamak için son bölümün son sahnesini tarif edeyim. Fatih’in kendisini aldattığını öğrenen Görkem, kocasına karşı bir plan yapıp aldattığı şarkıcı Cansu’yu bebeklerinin cinsiyet açıklama partisine davet eder. Cansu sahneye çıktığında Görkem kendisini iteklerken bileğinden tutup diz çöktürtür. Cansu dizlerinin üzerinde, bir bileği Görkem’in elinde ve havada dururken Görkem gerçekleri konuklara yani ailelerine haykırır. Sahneyi izlemeyenler de gözünde canlandırdıysa o anın aslında bir Yunan trajedisi Medea’dan kaynağını aldığını söyleyebilirim. Euripides’in eserinde kocasının intikamını almak için kendi çocuklarını öldüren Medea, hem güçlü, açık sözlü bir figür hem de eylemleri dehşet ve tiksinti uyandıran biri olarak sunulur ve bir nevi kadınlık ve anneliğe ilişkin toplumsal normlara meydan okur. Hem günah işleyen, kötülük yapan bir kadın, hem de haksızlığa uğramış bir kadındır. Mağduriyet ve kötülük arasındaki çizgiler o kadar bulanıklaşır ki, Medea bir iğrençlik figürü haline gelir.
Bu sahnenin en güçlü yanı Görkem’in gururdan yoksun, alçalmış ve alçaltıcı (abject) tutumunun bir performans olarak sahnelenmesi. Böylelikle kendini içine düşürdüğü çamuru özünde kendinden çok da farklı olmayan haziruna sıçratarak, hatta avuç avuç fırlatarak bir şekilde kendini aklıyor. Şöyle diyor: Beni aşağıladınız mı, dışladınız mı, yok mu saydınız, diz çöktürdüğünüzü mü düşündünüz? Ben kendime öyle bir şey yaparım ki yaptıklarınız bunun yanında çocuk oyuncağı kalır. Aşağılanmanın panzehiri ancak aynı zehirden üretilebilir. Görkem övgüye değer bir cesaret sergiliyor, tıpkı çocuklarını katleden Medea gibi. Ama bu cesareti onu sevmemizi sağlamıyor, tam tersine bizi ittiği alacakaranlık alanda şaşkına dönüyoruz, midemiz bulanıyor, kimseye hak veremiyoruz.
Kızılcık Şerbeti izleyicisinde hem hayranlık uyandırıyor hem dehşet hissi yaratıyor. İzleyicisini hem toplumsal normların çöküşüyle yüzleştiriyor hem birbirine yaklaştırıyor. İzleyicisini zorlayarak haz duymasını sağlıyor. Buradaki ideoloji şöyle çalışıyor: Görkem’i öyle yüksek bir nefret objesi yapayım ki, o artık nefret edilesi değil rahatsızlık veren bir hoşlanma, bir taşkın haz yaratan figüre dönüşsün. İzleyici bu şekilde aslında gizli bir beğenme deneyimliyor Görkem’e karşı. Görkem’in ‘erkektir yapar, ben affettim’ cümlesi veya senin gururun yok mu diyen kocasına ‘annen gibiyim’ cevabı Medea’nın intikamı aslında. Geçen sezon Pembe Hanımın Alev’le ilişki yaşayan kocasına ‘madem gönlün kaydı, hevesini alsaydın’ cümlesi gibi.
Kadınların bu hikayelerine gerek var mıydı bilemem ama yazanların da izleyenlerin de rahatsız edici bir haz duydukları aşikar. Bu yüzden Şerbo bozdu desek de izlemeye devam ediyoruz. İyi seyirler dilerim.