Kobanê Davası: Yargılama hukuki ve kanuni değil

Kobanê Davası'nın ikinci duruşması bitti. Ancak geriye birçok soru işareti kaldı. Avukat Cahit Kırkazak duruşmalarda yaşananları ve neden reddi hakim talebinde bulunduklarını anlattı.

Abone ol

DUVAR - Eski HDP eş genel başkanları Selahattin Demirtaş ve Figen Yüksekdağ’ın da aralarında bulunduğu 28’i tutuklu 108 kişi hakkında açılan Kobanê Davası’nın ikinci duruşması Sincan Cezaevi kampüsündeki 22. Ağır Ceza Mahkemesi'nde görüldü. Ertelenen duruşma sonrası birçok soru işareti de gündemdeki yerini korudu. Peki Kobanê davasında öne çıkan bölümler ne oldu, savunma makamı neden reddi hakim talebinde bulunuyor, AİHM kararına rağmen Demirtaş'ın serbest bırakılmaması ne anlama geliyor, hukukçular dava sonucunda nasıl bir karar bekliyor?

Davanın avukatlarından Cahit Kırkazak'la konuştuk...

'MAHKEME HEYETİ BU DAVA İÇİN ÖZEL OLARAK YETKİLENDİRİLDİ'

Kobanê davasının başladığı ilk duruşmadan beri avukatlar olarak reddi hakim talebinde bulunuyorsunuz. İlk duruşmada mahkeme başkanının savunma makamının taleplerini dinlemediği gerekçesiyle protesto hakkını kullandınız. Avukatlar olarak reddi hakim talebinde bulunmanızın gerekçesi nedir?

Bir yargılamanın adil bir yargılama olarak yürütülebilmesi için öncelikle yargılamayı yapan mahkeme veya hakimliğin tarafsız ve bağımsız olması gerektir. Tarafsızlık için de objektif bir yargılamanın yürütülmesi lazım. Esasen tarafsızlığa ilişkin güvencenin mahkeme heyeti tarafından sağlanması ve taraflara yargılama faaliyetindeki tutumlarıyla güven vermesi gerekli ve önemlidir. Ancak yargılama heyeti daha dosyanın kendilerine ulaştığı ilk andan itibaren bir ajandayı veya görevi yerine getirmeye çalışan bir motivasyonla hareket etmiştir. Örneğin avukatların önemli bir kısmı salona alınmamış, avukat sıralarında polis kolluk gücü oturtulmuş, onların da yanına iki sıra jandarma gücü yerleştirilmiştir.

Yine kimlik tespiti huzurumuzda yapılmamış, ardından alelacele iddianamenin özeti 28 sayfa olarak okunmuş ve tutukluluk yönünden inceleme yapılmadan duruşma sonlandırılmıştır. Yine 3 bin 530 sayfalık iddianamenin okunabilmesi teknik ve rasyonel olarak bir yetişkinin normal okuma hızıyla 218 saatte ancak gerçekleşebilmekte. Heyet bu iddianameyi kendi dava dosyaları ve yargılamaları olmasına rağmen 3 gün içinde kabul etmiş ve yargılamaya başlamıştır. Biz bu heyetin önüne gelen iddianameyi okumadan kabul ettiğini düşünüyoruz.

Sizi böyle düşündüren nedenler nedir?

Çünkü yeni heyet okuma işlemine sabah başlasa yemeden, içmeden, uyumadan 24 saatlik süre boyunca kesintisiz olarak iddianameyi okusa bu okuma işlemi 9 gün 2 saat sürer. Ki bu süre sadece iddianame için olup 325 klasör ekten söz etmiyoruz bile. Üstelik mahkeme bu 3 günlük süre zarfında gündüz duruşma yapmış, mesai saatleri içerisinde iddianame ve eklerini okumuş olsa bu süreç 38 gün sürerdi. Mahkeme 217 sayfalık tensip duruşma tutanağında 325 klasör ek inceleme yaptığını yazmış ve bütün bunların 3 günlük süreç içerisinde gerçekleştiğini iddia etmiştir. Buradan açık ve net bir şekilde çıkarılan gerçek şudur: mahkeme heyeti yargılama sürecine ya iddianamenin hazırlık aşamasında müdahil olmuş ya da önlerine hazırlanmış bir tensip tutanağı getirilmiştir. Reddi hakim gerekçelerimizden biri de tutukluluğun devamına ilişkin kararların gerekçesidir. Çünkü mahkeme önünde AİHM Demirtaş-Türkiye Büyük Daire kararının kendilerinin ilgilendirmediği iddiasını AİHM kararının 63'ncü paragrafını alıntılayarak yapmıştır. Paragraf içeriğinde bile tahrifat yaparak tutukluluk devam gerekçesi yaratmaya çalışmıştır. 

'HEYETE GÜVENMEMİZ MÜMKÜN DEĞİLDİR'

Siz net olarak AİHM-Demirtaş kararının çevirisinin bilerek değiştirildiğini mi söylüyorsunuz?

Bu durumun fahiş bir hatanın olmasının ötesinde kasti olduğunu düşünüyoruz. Mahkeme kendisine bu kararın bakanlık aracılığıyla geldiğini söylüyor. Oysa ki o tarihe kadar bakanlığın çevirisi dosyaya girmemiştir. O halde mahkeme kimin elindeki veri ve bilgiye dayanarak bu çeviriden hareketle bir değerlendirme yapmıştır. Bizce cevap çok açık. Çünkü çevirinin yorumlama şekli siyasi iktidarın yorumları ve değerlendirmeleri ile paralel değerlendirmelerdir. Mahkeme kendisi veya bakanlıkça tahrifat yaparak, deyimi yerindeyse sahte belge düzenleyerek bir çeviriden hareketle tutukluluk değerlendirmesi yapmış ve bu kararın kendisini bağlamadığını sahte ifadelerle gerekçelendirmeye çalışmıştır. Hepimizin ve bütün kamuoyunun gözü önünde AİHM kararında tahrifat yapan bir heyetin tarafsız olacağı söylenemeyeceği gibi yargılama öznesi olan arkadaşlarımızın da bu heyete güvenmesi mümkün değildir.

'ADİL YARGILAMAYI ETKİLEME SUÇUNU İŞLEDİLER'

Ayrıca bu mahkeme doğal yargıç ilkesine de uygun hareket etmemişlerdir. Şayet iddia edilen eylem ve olaylar Kobanê olayları ise soruşturma yerinin Ankara olarak belirlenmesi mümkün değildir. Şayet Ankara yetkili ise neden özel bir heyet bu yargılama için belirlenmiştir. İktidarın 'Karşı hamleyi yaparız işi bitiririz, Demirtaş’ın varsa bir hakkı bunu biz koruyacak değiliz, eminim mahkemelerimiz de bu konuda gerekeni yapacaktır, biz bunları serbest bırakamayız’' söylemleri ve duruşmanın başladığı günlerde İçişleri Bakanı Süleyman Soylu’nun, Cumhurbaşkanlığı memuru Fahrettin Altun’un açıkça Adil Yargılamayı Etkileme Suçu’nu işlemeleri davaya müdahalelerin olduğunu göstermekte. Kaldı ki AİHM Demirtaş-Türkiye kararında yargılamanın siyasi amaçlarla yapıldığı neredeyse oybirliğiyle Türkiye aleyhine söylenmiştir.

'BEN YAPTIM OLDU YARGILAMALARINI SÜRDÜRECEKLER'

Bir hukukçu olarak Kobanê davasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

AİHM, yaptığı tespitler ile bu davanın siyasi bir dava olduğunu ifşa etmiştir. Siyasi yargılamaların birçoğunda kanuna uydurulmaya çalışılan yargılama pratikleri vardır ve bunların çoğu da gizli bir şekilde yürütülüp mevcut bir kurala bir şekilde bağlanmaya çalışılır. Oysaki siyasal iktidar, devletin bütün kurum ve kuruluşlarını davaya müdahil ederek yargılamayı siyasi yargılamanın ötesine götürerek kaba güç ile zorba yargılama pratiğine dönüştürmüştür.

Hakimlerin seçilme yeterliliği ve seçilme usulleri bütün üyeleri siyasi iktidar tarafından belirlenen Hakimler Savcılar Kurulu'nca yapılmakta. Hukuki karar alamayacak kadar siyasi bir müdahaleye açık olan bu kurulca belirlenen hakim ve savcıların yargılamayı yürüten bir rolden ziyade belirlenen bir programı yerine getirme motivasyonu ile hareket ettiklerini anlamak çok zor değil. Mahkeme, savunma makamı olan avukatlara söz vermemiş iletişime kendisini kapatmış ve en önemlisi de yargılama öznesi olan siyasetçileri konuşturmama yönünde temel bir yaklaşım ortaya koymuştur. Bunun sonuçları elbet partili cumhurbaşkanı olarak ifade edilen rejim değişikliğinden yani aslında kurumsallaştırılmaya çalışılan ‘tek adam’ anlayışının mahkeme salonlarına da yansıyan pratiklerinde kendini ifşa etmektedir. Yani bundan sonra mahkeme heyetleri hukuka bağlı kalmaktan ziyade bu rejime yaranarak, sadakatini göstererek ben yaptım, oldu’ yargılamalarını sürdürecektir.

'İDDİANAMENİN DÖKÜMÜ SİYASETÇİLERE TESLİM EDİLMEDİ'

Demirtaş, SEGBİS'le yaptığı savunmada iddianamenin tarafına ulaşmadığını söyledi. Yani mahkemede hakkındaki iddiaları bilmeyen bir sanık mı var?

Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesinin Adil Yargılanma Hakkını düzenleyen 6'ncı maddesi 'Herkesin, kendisine yöneltilen suçlamadan en kısa zamanda, anladığı bir dille ve ayrıntılı olarak haberdar edilmesi, savunmasını hazırlamak için gerekli zamana ve kolaylıklara sahip olması' gerektiğini belirtilmiştir. Cezaevi yönetimleri yargılanan siyasetçilere CD ortamında gönderilen iddianameleri teslim etmemiştir. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi'nde belirtildiği gibi savunmanın hazırlanması için gerekli kolaylıklar da sağlanmamıştır. Bu durum adil yargılama hakkı kapsamında olan savunma hakkının açıkça ihlalini oluşturmaktadır.

Sizce ikinci duruşmada öne çıkan ne oldu?

Bu duruşmada pek çok husus öne çıktı. Ancak gerek yargılama öznesi olan siyasetçilerin gerekse de avukatların ilk defa savunma yapmaları önemliydi. Ancak bu duruşmada bazı müvekkillerin tercümansız nasılsa SEGBİS kaydı var diye Kürtçe savunmaları da alındı. Mahkeme heyetinin her söylemlerimize ve beyanlarımıza cevap verme ihtiyacını hissetmesi, yargılamaların silahların gölgesinde yapılıyor olması ve üç gün süren beyanlara karşılık mahkeme heyetinin 30 dakikalık değerlendirmesi ile siyasetçilerin tutukluluklarının devamına karar vermesi hayata geçirilmek istenen ajandaya ne kadar çok kitlendiklerinin görülmesi açısından aslında dikkat çekicidir.

'BU YARGILAMA HUKUKİ VE KANUNİ DEĞİL'

Bu davanın sonucunda nasıl bir karar çıkmasını bekliyorsunuz?

Bu dava esas alarak HDP projesinin yargılanması davasıdır. Bu davanın kendisi siyasi bir davadır çünkü yargılananların tamamı siyasetçidir. Aslında bu yargılamanın, başarılı olan bir projenin iktidar açısından bir tehdit olarak görülmesi ve devletin cebir yetkisini tüm kurumları da dahil ederek siyasetçilerden öç alma davası olduğunu iyi ortaya koymak gerekir. Bakın esas olarak bu davada yürütülen soruşturma sayın Selahattin Demirtaş'ın cumhurbaşkanı adayı olması sonrasında yoğunlaşmıştır. Ayrıca bu davanın bir yönü de çözüm süreci olarak kabul edilen ve Türkiye'de ciddi bir çatışmasızlık ortamının oluşmasını sağlayan 2013-2015 yılları arasıdır. Çünkü iktidarını 2015 7 Haziran ile kaybeden hükümet, çatışmaların, bombaların patladığı bir süreç sonrası seçimleri yenileyerek iktidar olabilmiştir. İktidar, kaybetme travmasını yaşamamak için yani kendi bekasını devletin bekası gibi göstererek uluslararası sözleşmeleri, uluslararası yargı kararını, AYM kararını ve hukukun en asgari ilkelerini hiçe sayarak tiran bir rejim ile bu düşmanlığı sürdürmüştür.

Bu nedenle bu tür yargılamalar salt kanun maddeleriyle veya mevzuatla yapılacak yargılamalar değildir. Bu tür politik yargılamalar için toplumun sosyolojik, siyasal, tarihsel ve demografik gelişim, değişim süreçlerine de hakim olunması gerekmekte. Çözüm sürecinde yapılan çalışmaların güvence altına alınması için Toplumsal Bütünleşmenin Güçlendirilmesine dair 6551 Sayılı Kanun çıkartılmıştı. Bu kanuna rağmen yargılamaların yapılması hukuki ve kanuni değildir. Bu yargılamalar derhal sonlanmazsa -ki elimizde AİHM Büyük Daire Demirtaş/Türkiye kararı var- yargılanan dönemin diğer özneleri de yarın ülkenin siyasal iklimi değiştiğinde yargılama konusu olacaktır. Sonuç olarak tutuklu olan 28 kişi siyasi nedenlerle tutuklanarak özgürlüğünden kasti bir şekilde alıkonulmakta. Dolayısıyla yargılama bir kişi özelinde değil aslında kollektif bir cezalandırma pratiği üzerinden Nazi Almanya'sında olduğu gibi yürümektedir.