'Köklerin yakanı kolay bırakmaz'
Çağıl Nurhak Aydoğdu öncesi ve sonrasıyla ilk filmi Yarım'ı Duvar'a anlattı. Aydoğdu, "Yönetmen bir hissin peşindedir. Hatta neredeyse her filminde aynı hissin" diye konuştu.
DUVAR - Çağıl Nurhak Aydoğdu, okullu bir yönetmen… Dokuz Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi Film Tasarımı Bölümü mezunu… Sektörde uzun yıllar asistanlık yaptıktan sonra, senaryosuna ortak olduğu, yönetmenliğini yaptığı ‘Yarım’ filmi ile izleyici ile buluştu. Aydoğdu'yla bağımsız film yapımından sanat sinemasına, erken evliliklerden kadın meselesine kadar birçok şey konuştuk.
Yarım’ filmi, aklınızda ilk belirdiği zaman senaryosunu yazarken sanatsal, siyasal, kültürel ve ekonomik kaygılarınız ne oldu? Bugünden filminize baktığınızda, eksik ya da fazla olduğunu düşündüğünüz ya da hissettiğiniz bir bölüm var mı?
Evet, Yarım da benim için kıymetli. Ama sebebi yaşam boyu ilk filmimle anılacağımı düşündüğüm için değil. Bu uzun süredir beklediğin bir yolculuğa, yeni tanışıklıklara yöneliyor olmanın verdiği heyecandan kaynaklı. Özellikle de çok insan gönüllü destek veriyor ve bu gönüllü kolektif enerji de yönetmenler için ilk filmlerine değer katıyor bence. Ekonomik kaygı dışında diğer alanlarda çok kaygı hissetmedim; sanatsal, kültürel açılar direk bize, insiyatiflerimize, cesaretimize bağlı; bilgi ve birikimlerimize, düşünce yapımıza ve hislerimize yaslayarak ölçüp kontrol edebileceğimiz kavramlar. Bu konularda daha çok hassasiyetlerimiz oldu. Yarım’ın hikayesini oluşturmaya başlarken samimi ve sade bir dili olmalı hassasiyetimiz vardı. Bu da önümüze koyduğumuz bir model değil, içimizden gelen bir seçimdi. Bu çerçeve içinde de içimizden geçenleri anlatacağımız kişilere yani izleyicilere doğru ve dürüst bir şekilde ifade etmeye çabaladık. Kaygıyı somut bir şekilde hissettiren ekonomik sorunlardı, “bitirebilecek miyim?” sorusu. Çünkü Bakanlık’tan aldığım destek dışında başka bir kaynağım olmadı; kendi imkanlarımla tamamladım filmi; birçok arkadaşım gibi…
İnsanın duygu, düşünce ve hisleri sabit değildir. Bir filmi her izlediğinde farklı bir yer için farklı şeyler düşünebilirsin. Benim de farklı hissettiğim bazı yerler oldu ancak bunlarla ilgili kendime verdiğim sağlam hesaplarım da oldu; özellikle ekonomik temelli; bazıları da duygusal nedenlerle; gönüllü çalışan insanları çok yıpratmama çabası nedenli ki aslında bu da ekonomik olanaklara birebir bağlı. Yani başa dönsem de çok değiştiremeyeceğim; yalnızca benim tercihlerime bağlı olmayan sebepler. Ama söylediğim gibi kendime verebildiğim çok geçerli cevaplarım var, o nedenle rahatım.
Yaptığınız filmleri kategorize eder misiniz? Türk Sineması, Kürt Sineması, Türkiye Sineması, Anadolu Sineması v.s. Ulusal veya bölgesel bir sinema yaptığınızı, bu uluslara ya da bölgelere ait görsel kodlar kullandığınızı düşündüğünüz olur mu? Türkiye sineması tanımlamasının kavramsal olarak sizde nasıl bir karşılığı var?
Henüz bir film yaptım; sayıları artarsa kategorize edebilirim belki (gülüyor). Öngörüm gerçekçi anlatım dilini, hikayeleri sevmemden kaynaklı ‘tanışık olduğum, kavradığımdan emin olduğum’ meselelere odaklanacağım yönünde. Hayat şartları beni başka bir ülkenin kültürel bir parçası haline getirmezse buralarda yalnızca içinde yaşadığım coğrafyanın dertlerini dert edinmeye devam edeceğim gibi görünüyor. Günün birinde çok uzak olduğum bir coğrafyaya ait bir hikayeyi anlatmak isteyecek kadar istekli olursam, kendimi o hikayeyi anlamış, çok iyi kavramış, içselleştirebilmiş bulursam, onun da peşinden gidebilirim. Sanat evrenseldir, insan da öyle.. Ama köklerinle bağlı olduğun yer yakanı kolay bırakmaz, beni bırakmaz yani tanıyorum (gülüyor). “Türkiye sineması” tanımlaması evrensel bütünün içinde bir bölgeyi renkleri, çeşitliliği ile işaretliyor. Ulusal anlamda farklı değerleri, kültürleri, dilleri birlikte kucaklayan bir ifade... Filmlerin hikayelerinin ya da yönetmenlerinin etnik aidiyetlerinin altının çizilmesine gerek kalmadan ‘dert edileni’ ortaklık içinde kabul eden bir ifade. Sinemanın; özellikle bağımsız filmlerimizin ülkemizde istisnai bir izleyici kitlesi hariç pek ilgi görmediğini düşünürsek, Türkiye Sineması uluslararası açıdan da kendisine yer edinebilmiş değerli başarılara sahip, ne güzel!
Politik sinema yaptığınızı söyleyebilir miyiz?
Şimdilik ilk filmim üzerinden konuşursak direk politik amaca yönelik bir tutum yok! Hikayenin dramatik yapısına uygun olduğuna karar verdiğimiz ölçüde dâhil edilmiş bir kullanım var. Sistemi var eden; sonra onun bir eşyası haline getirilen sosyolojik, kültürel, ekonomik hatta psikolojik alanlarda ne diyorsan, denkleme bir eleştiri getiriyorsan ya da önermede bulunuyorsan, tespit yapıyorsan politik niyetini de takdim etmiş oluyorsun zaten. Bu seçmiş olduğun hikayeyi taşıyan kalın çizgilerle de anlatılabilir, hikayenin taşıdığı ince çizgilerle de. Her filmin için, her hikaye için ayrı işleyebilir bir şey. İdeolojik hassasiyetlerini paylaşmak isteyecek biriyim. Ama bunu hikayenin dramatik estetiğine uygun şekilde yapmayı tercih ederim. Ken Loach’ın söylediği gibi filmlerin politik açıdan yapabilecekleri konusunda çok beklentiye girmemek gerekir, onlar yalnızca hikayelerdir ama insanlara cesaret verirler. Birbirini düşünme yoksunluğu ile gaza getirebilen insanlara karşı cesarete ihtiyacımız var. İyi ki buna güçlü bir şekilde ilham olabilen sanat var.
Güçlü bir dağıtım ağından uzakta kalarak sinema yapan bir yönetmen olarak, bir sonraki filminizi finanse etmenin ne gibi zorluklarıyla karşılaşıyorsunuz?
Sinemamızın dağıtım konusunda ciddi bir eşitsizlik sorunu var. Filmlerimizi izleyici ile buluşturabilmek filmi çekmekten daha zor. Ülkemizde bir sinema endüstrisi varlığı için ticari anlamda planlı, programlı bir işleyişe ihtiyaç var elbette ama bu güçlü olanı var edip ona kazandırıp küçük olanı yok saymak, ezmek üzerine çalışıyor. Bu konuda çözüme yönelik bağımsız film yapımcı ve yönetmenlerinin ortak bir çabası oldu ancak neredeyse mafyalaşmış ve eşitliğin olmadığı, hukukun bağımsız çalışmadığı bir düzen içinde az kişi ile bir şeyleri değiştirmek çok zor. Bakanlıktan gelen destekler bizler için önemli ve değerli. Ancak bu desteklerin hakkaniyetli bir işleyiş içinde karşılık bulması için bazı düzenlemeler şart.
Bir hikâye aklınıza geldiğinde, o hikâyenin senaryolaştırması aşamasına nasıl karar veriyorsunuz? Senaryolarınız, ne tür çalışmalarla ortaya çıkıyor?
Ben bir senarist değilim. O nedenle yazmak üzerine değil, düşlemek üzerine ilerliyorum önce. Notlar alıyorum. O notlar genişliyor, aklımdaki hikaye gelişiyor. Sonrası giderek büyüyen damlalar zinciri gibi.
Festival filmi ya da gişe filmi ayrımı yapmak ne kadar doğru? Filmlerinizin, senaryolarını kaleme alırken bu ayrım sizin için bir anlam ifade ediyor mu?
Bu ayrımı biz değil, izleyicinin talebi ve algısı, para yatıranın gücü ve siparişi yapıyor. Burada ayrıma neden olan tarzları belirleyen niyetler. Niyetleri farklıysa ayrılmalarında problem yok. Ancak bizi ilgilendiren kısım şu; filmleri kalıplaştırıp sadece o kalıpla birebir örtüşmediği için ‘sen buraya, sen oraya’ ayrımı yapılması; bu çok sığ bir yaklaşım. Ben bir ayrıma takılarak filmimi tasarlasaydım iki taraftan birinden çok daha doymuş tepkiler alırdım. Benim için bir anlam ifade etmiyor yani.
Ele aldığınız konularda çeşitli toplumsal meseleleri işlemenizin temel sebebi sanatsal tercihlerden öte siyasal dürtüler mi? Bir yönetmen için siyasi koşullanma ve vicdan, bir sinema filminin tam olarak neresinde yer alır? Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır mı?
Yönetmen bir hissin peşindedir. Hatta neredeyse her filminde aynı hissin. Hisleri his yapan da düşünceler, duygular, mantık, vicdan, dürtüler; kısaca insanı canlı bir varlık yapan her şeydir. Ben hislerimin peşindeyim. Beni ben yapan özelliklerim içinde sahip olduğum ve ait olduğum her şey elbette filmimin içinde olacaktır. Sinema toplumsal duyarlılıkları gündeme getirme açısından işlevsellik taşır ama bu gündemi belirleyenlerin insiyatifindedir ve harcanmaya çok açıktır.
Şu an bağımsız sinemanın durumunu gerek ekonomik gerek sosyal olarak nasıl tarif edersiniz? Bağımsız sinema yapmak isteyen genç sinemacılar nasıl bir yol izlemeli?
Ben bu soruyu ancak kendi deneyimlerimden yola çıkarak cevaplayabilirim ama kendi özel deneyimim üzerinden bağımsız sinemanın durumu hakkında tarifte bulunmam çok doğru olmaz. Çünkü adı üstünde hepsi birbirinden bağımsız aslında... Genel bir yapı, genel ekonomik zorluklar var ama bu yapmak istediğiniz projeye göre değişir. Film yapmak isteyen herkes projesine inandığı için yola koyuluyor. Bu çabanızın ve sabrınızın istikrarı çok önemli bir kere... Ama başkalarını da inandırabilecek misin? Asıl soru bu! İnananların ne kadar güçlü olduğu ise yolculuğu ve sonucu birebir etkiler.
Etkilendiğiniz yönetmenler var mı? En beğendiğiniz yönetmen kimdir? En beğendiğiniz film nedir? Bir filmin tek bir sahnesi çekmek isteseydiniz bu sahne hangi filmin hangi sahnesi olurdu?
Ben İran sinemasını ilgi ile takip ediyorum. Abbas Kiyarüstemi, Asgar Ferhadi filmlerinden başlayabilirim. Dünya sinema tarihi içinden geçersek; Bunuel filmlerini severim. Bela Tarr, Haneke, Bergman… İlk aklıma gelenler. Yakın dönemde ise Zvyagintsev’in Leviathan filmi beni en etkileyen filmlerden oldu. Biraz ilginç olacak ama en sevdiğim film hala Pan’ın Labirenti. Del Toro’nun filmi. Çekmek istediğim bir sahne aklıma gelmedi; sevdiğim filmlerin sahnelerinden çok bende bıraktıkları hisleri hatırlıyorum.
Sinema-edebiyat ilişkisinin güçlü bir bağa sahip olduğunu düşünüyor musunuz? Sizce yönetmen ya da senarist olmak isteyen biri kimleri okumalı?
İkisi de okunmalıktır. Edebiyattaki kelimelerin karşılığı sinemada fotoğraflardır. Edebiyat sanatın her dalının ilhamı olmalı bence. Yönetmen ve senarist olmak için bir yazar önermek çok kişisel bir yönlendirme olur.
Sinema okullarında verilen sinema eğitimini yeterli buluyor musunuz?
Başka okulları bilmiyorum; ben 9 Eylül Üniversitesi Güzel Sanatlar Fakültesi mezunuyum ve okulumu kuramsal anlamda çok yeterli buluyorum. 2004 yılında mezun oldum; çok değerli hocalarımız vardı; şanslı hissediyorum. Pratik konusunda okulların donanımlarını bilmiyorum ama öğrenmeyi talep edenlerin daha çok film çekmesinin çok faydalı olacağını düşünüyorum. Okullar bu konuda teşvik edici olmalı; yalnızca film yapılması konusunda değil setteki işleyişin daha somut ve gerçekçi şekilde anlaşılması sağlanmalı.
Bir yönetmenin gözünden yapımcı kime nedir? Yapımcı, set öncesinde, sette, set sonrasında ne iş yapar? Yönetmene karşı sorumluluğu nedir? İyi bir yönetmen- yapımcı ilişkisi nasıl olmalı?
Bu ilişkinin nasıl başladığı ile bağlantılı bir durum pratikte. Projesini gerçekleştirmek isteyen bir yönetmen bazen yapımcı arar, bazen bir yapımcı projesini gerçekleştirebilmek için bir yönetmen arar. İkisinde de değişmeyen şey ortadaki projedir. İkisinin önce ortaya çıkacak filmi benzer şekilde görmeleri çok önemlidir. Sonra da birbirlerini çok iyi anlamış olmaları. Projenin vizyonuna aynı derecede hakim olmalılar.
Sinema sektöründe uzun yıllar asistanlık yaptınız. Medya sektörünün kadına bakış açısı belliyken, kadınların, sinema ve dizi sektöründeki varoluşu konusunda ne düşünüyorsunuz? Bu süreçte ‘kadın’ kimliğinizden dolayı ayrımcılığa maruz kaldığınız oldu mu?
Kadının toplumsal yapı içindeki yeri eşitlikten yoksun bir halde olunca yankıları her yerde olduğu gibi sektörümüzde de var elbette. Sanatsal bir faaliyet içinde olan, sosyal duyarlılıkları yüksek görünen sektör çalışanlarının mesleğini icra konusunda kadınlara yönelik ayrımcı tutumunu görmedim. Yani sadece kadın olduğu için yönetmenliğine, yapımcılığına, yazarlığına, işine şüpheyle bakılan, güvensiz yaklaşımlarla karşılaşmadım. Sektörde hemen her branşta birçok kadın sinema emekçisi kendisini ispatlamayı başarmıştır. Statüsel anlamda başarılı olmuş kadınların arkadan gelen kadınlara verdiği cesaret ve ilgi de çok değerli. Kadınlar üretmek ve çalışmak konusunda daha cesur ve aktif olmalılar. Erkeklerin mesleki alan dışında kadınlara yönelik cinsiyetçi yaklaşımı ise her yerde olduğu gibi güçleri/statüleri ile doğru orantılı olacak şekilde maalesef sektör içinde de var. Kadınların yalnızca kendi cesaretleri ile çözülebilecek bir konu değil bu. Kadınların erkeklerle eşit şekilde sahip olduğu sosyal, ekonomik, siyasi ve yasal hakların güvence altına alınması gerekir. Sektörde en önemli sorunumuz ortak mücadele alanımız olan insani şartlarda örgütlü çalışma standartlarına ulaşmamızdır. Setlerde sınıfsal ayrımcılığa maruz bırakılmış, hayati tehlikeler göz ardı edilerek, her gün 16-18 saat çalıştırılıp ücreti zamanında ödenmeyen set işçileri için kadın-erkek ayrılmaksızın ortak mücadele de buluşulması gerekmektedir. Bu mücadele yasal zeminde karşılığını bulmalıdır.
Bildiğim kadarıyla filminizin Amerika’daki gösterimlerinden sağlanan gelir ile BTF (Bridge to Türkiye Fund) aracılığı ve ÇYDD işbirliği ile 50 kız öğrenciye burs veriyor. Erken evlilik konusuna da değinen filminizin, ana karakterinin de bu burstan faydalandığını duyduk. Sizin için ayrı bir övünç kaynağı olmalı… Nasıl ortaya çıktı bu durum?
BTF Chicago temsilcisi Şule Hanım beni aradı, buldu; filmi Amerika’da göstermek istediklerini ve amaçlarını anlattı. BTF’nin daha önce Türkiye’de ihtiyacı olan çocuklara önemli yardımları olduğunu araştırdım ve hemen kabul ettim.İlk gösterim yapıldı; sonra film izlendikçe farklı şehirlerden de talep oldu. Böylece Chicago'dan Seattle'a, Washington'dan New York'a Amerika'nın önemli şehirlerinde 12 Bölgede gösterilmiş oldu ve elde edilen tüm gelir Türkiye’de kız çocuklarına burs oldu. Güzel şeyler için çabalayan insanlara eşlik edip kız çocuklarının eğitimine katkıda bulunabilmiş olduğum için şanslı hissediyorum.
Son yıllarda özellikle festivallerde baş gösteren sansür meselesine dair, sinemacıların alması gereken tavır sizce nedir?
Kararlı, tavizsiz ortak duruş.. Biz özgürlük alanlarımızın yasalarla korunmasını isterken sansür özel hükümlerle tüzüklerle korunma altına alınmaktadır. Sinema, siyasal otoritelerin değer yargılarına bağımlı halden çıkarılarak bağımsız olmalıdır.