Kaz Dağları'ndaki altın madeni ve onun yarattığı ağaç katliamı büyük tepki uyandırdı. Özellikle sosyal medyada çok etkili kampanyalar yürütüldü. Daha önce bazı örnek olaylarda görüldüğü gibi, dalga dalga yayılan gündem, çember çember genişleyen bir ilgi oluştu. Üstelik bu sefer, binlerce insan sadece klavye başında tepki göstermekle kalmayıp yürüyerek Kaz Dağları'na çıktı, ağaç katliamı alanına kadar gitti. Çok uzun süredir sessiz olan isimlerin seslerini duyduk. Yüksek bir çevre duyarlılığının, güçlü bir tartışmanın örgütlenebildiğini gördük. Vakanın özelliğinden dolayı, milliyetçisinden liberaline, solcusundan dindarına kadar herkes bir başka tarafından tutup tepkisini ortaya koydu. Kimi altını arayan şirketin Kanadalı olmasını öne çıkarttı, kimi memleketin akciğerlerini. Kimi AKP’nin talancılığını, kimi vahşi kapitalizmi suçladı. İktidar da hep yaptığını yaparak, önce inkar, sonra da karşı suçlama ile savunma kurmaya çalıştı: Olay abartılmakta ve siyasi olarak kullanılmaktaydı, yine ağaç bahane edilmekteydi. Fakat daha önceki vakalarla kıyaslandığında, iktidarın savunmasının sertlik dozunun henüz fazla yükseldiği söylenemez. Olay fazla da üstlenilmeden atlatılmaya çalışılıyor, suçlamalarda da biraz daha ölçülü bir duruş görülüyor. Tabir yerindeyse, muhalefet cesaretine biraz alan bırakılıyor.
“Siz hâlâ anlamadınız, olay birkaç ağaç değil” lafı, Gezi protestoları sırasında çevre sorunları ve keyfi yönetim tercihlerine itirazın derin politik içeriğini işaret etmek için kullanılmıştı. İktidara yakın çevreler, sonradan bu sözü gizli bir amacın itirafı gibi kullandılar: “Bakın gördünüz mü, dertleri başka” demeye başladılar. Şimdi de Kaz Dağları meselesini, “olayı siyasi düşmanlık için kullanıyorlar” şeklinde yorumluyorlar. Çevre ile ilgili itirazlar için “siyasileştirme” suçlaması yapmak, en hafif tabiriyle hem çevre hem de siyaset konusunda derin bir cahillik. Çevre meseleleri ve onunla ilgili bütün karar süreçleri, tamamen siyasi ve doğal olarak onlara ilişkin itirazların hepsi de öyle olmak zorunda. Derdi ağaç olanın veya birkaç ağacı dert edenin siyasi bir amacı olması tuhaflık değil, kaçınılmaz bir gereklilik. Tıpkı ağaç kesenin derdinin de son derece siyasi olması gibi. Ama bu çarpıtma, sadece cahillikten kaynaklanmıyor, siyasete kazandırılmak istenen içerikle, onun yeni mimarisi ile yakından ilgili. Bir zamanlar -ideolojiler öldü dönemi- bir hakaret ve itibarsızlaşma ifadesi olarak kullanılan “ideolojik yaklaşım” lafı, şimdi “siyasi amaç” biçiminde genişletiliyor. Muhalefet için “iktidarı düşürmek” gizli amaç gibi sunulurken, iktidarı zayıflatmak için protesto -siyaset- yapma suçlamasıyla yargılamalar yapılıyor.
Uzunca bir süredir uygulamada olan siyasetsizleştirme, sadece siyaset yapma imkanlarını ve siyasi alanı daraltmayla sınırlı değil. Doğrudan siyaset kavramı ve komşu kavramlar, içeriksizleştiriliyor ve kriminalize ediliyor. Trafikteki “bekleme yapma” anonsu gibi, “siyaset yapma” sözü negatif bir çağrışımla sık sık duyuluyor: “Ama efendim siz de siyaset yapıyorsunuz” cümlesi, bir kınama ifadesi olarak kullanılıyor. Siyasi alanın daralması dilden başlıyor, orada sağlamlaşıyor. Türkiye’deki iktidarın ve bütün dünyada gelişen sağ popülist dilin, bu konudaki sistemli ve örgütlü çabası gayet açık. Neoliberal siyasi tasarımın, siyasi direnci erken bastırma yolu olarak başlattığı siyaseti itibarsızlaştırma, şimdi daha saldırgan bir üslupla yenileniyor. Yükseltilen siyasi figürler önce siyasi denetimin (hesap vermenin) dışına, sonra da siyaset üstü bir konuma yerleştirilerek korunuyor. Siyaset ise, sonuç alamayacak, bir çözüm (alternatif) üretmeyen, verimsiz (hayatın zevklerinin uzağında), marjinallerin (radikallerin) uğraştığı, her şeye muhalefet eden bozgunculuk sınırına doğru itiliyor. Fakat bu konuda iktidarların kendi çevrelerinden daha geniş bir destek ve katkıyla yürüdüklerini de görmek lazım. Bu anlamda, “Gezi’nin ilk üç günü iyiydi de sonrası..” diyenler, çadırları yakma talimatı verenlerden daha az zararlı değil. Şimdi de pek çok konuda “benimki sadece duyarlılık, siyasi bir tarafı yok” diyenlerin hiç az olmadığı görülüyor.
Çoğunlukla çevre meselelerinde, bazen cinsel saldırı içeren kadın cinayetlerinde ve kısmen aşırı fütursuz israf ve kayırma haberlerinde ortaya çıkan yüksek duyarlılık, yoğun tepki potansiyeli, zaman zaman fazlasıyla kalabalıklaşıyor. Bu kalabalık, “ortak tepki” parantezine alınamayacak, sahici bir duyarlılık patlaması olarak açıklanmayacak kadar genişleyebiliyor. Tepki verilen şeyin aynı olması dışında, yan yana getirilmesi çok zor yaklaşımlardan oluşan bir yığın ortaya çıkıyor. Herkes kendi meşrebince tepkisini gösteriyor denilemeyecek biçimsizlikler, tereddüt yaratacak kadar etkili trendler oluşabiliyor. Örneğin, kadın cinayetleri politiktir önermesi, idam cezası geri gelsin kampanyasıyla aynı başlığın altına giriveriyor. Suriyeliler ekmeğimizi çalıyor iddiası, emperyalizmin işgal politikasını eleştirmek diye sunulabiliyor. Oysa, bir olay karşısında “ortak tepkiden” bahsedebilmek için, asıl neden ve onu harekete geçiren hassasiyetler itibariyle asgari benzerlik ve talepler açısından da minimum uyuşma olması beklenir. Yukarıdaki örnekler fazla uç sayılabilir. Ancak sadece “zararsız” olduğu için veya yaratılan kalabalığın güvencesiyle dahil oldukları dalgalardan, ilk uyarı geldiğinde “duyarlılık iyiydi de siyasi olunca iş değişti” diyerek sıvışanları çıkartınca bile tablo çok değişiyor. İyiliği rasyonelliğin dışına itmek gibi, duyarlılığı siyasetin dışına taşımak da çok sorunlu. İyiliği önüne koymayan bir rasyonelliğin, siyasi derdi olmayan duyarlılığın sahici olması da, kalıcı olması da zor.
Kaz Dağları'nda yapılanlara tepki verilmesinin, itirazın genişlemesinin, daha önce başka konularda sessiz kalanların ses vermesinin, ses verenlerin ve vermenin çeşitliliğinin, bunun kolektif bir özgüven, tazelenen bir dayanışma potansiyeli havası yaratmasının hiç kötü bir tarafı yok. Ayrıca, ne zaman ve ne için olursa olsun, tepki vermeye başlamanın karşılaşması gereken ilk soru, “daha önce neredeydiniz?” olmamalı. Kimsenin verdiği tepkiye, daha önceki siciline, fişleme kayıtlarına bakarak değer biçilmemeli. Herkesin, her kesimin kendi hassasiyetlerine göre ve meşrebine uygun bir dille konuya yaklaşmasının da fazla eleştirilecek bir yanı olmadığı, hatta bazen güzel bir şey olduğu söylenebilir. Ama ortaya çıkan şeyin, çok kuvvetli bir ortak tepki ve çok sağlam bir muhalefet potansiyeli olduğu çıkarımı için, fazla aceleci olmamak gerekir. “Birkaç ağaç” dışında, “çatlasanız da, patlasanız da yapacağız” keyfiliğine itiraz olan Gezi’den sonra, yapılan keyfilikler ile verilen tepkilerin listesi arasındaki dramatik fark, bize bunu söylüyor. İçişleri Bakanlığı’nın 3,5 milyon kişinin katıldığını söylediği altı yıl önceki bir protesto için, Osman Kavala’nın 648 gündür hapiste oluşu veya yargı kararlarına uymama konusundaki yapılan açık çağrılara ilişkin sessizlik de bunu gösteriyor. Kolektif tepki ve muhalefet potansiyelindeki yükselme, durum elverişli -veya tehlikesiz- olduğunda katılanların çokluğu ve çeşitliliğiyle değil, onları ortak bir zemine taşıyacak siyasi müdahale ile oluyor. Veya olamıyor ve geriye rezervli övünmeler kalıyor.