Yeni yılın eşiğindeyiz.
Ne getireceği bilinmeyen bir yıla, -John Steinbeck’in son romanını anarak söyleyelim- Kaygılarımızın Kışı’na hazırlanıyoruz.
Salgın tüm hızıyla sürerken, yarattığı yıkımlar adeta “kader” gibi sineye çekilirken, şimdi kimlerin, hangi aşıdan nasiplenip nasiplenemeyeceği konuşuluyor. Doğrudan doğruya hayatlarımızla ilgili bu süreçte ne insan var, ne toplum, ne de kurumlar… Her şey, işbilir profesyoneller arasında cereyan ediyor.
Kim o profesyoneller?
En başta elbette ki karar verip icra edenler; uygulayıcılar, yani yöneticiler.
İlk ve görünür profesyoneller politikacılar. Aslına bakılırsa, kıdemleri ve maharetlerinden dolayı vitrinde onlar görünüyor. İstenen yasaları hazırlayıp uygulamaya koyma, gidişatı istenen doğrultuda düzenlemek, yönlendirip gözetmekle yükümlüler, tarihin kadim profesyonelleri, politikacılar.
Onlar, asıl karar vericilerin, gerçek profesyonellerin; iş ve doğal olarak güç sahiplerinin kükremelerini yasalara ve herkesin, hepimizin anlayacağa, uyacağı dile çevirirler. Hepsi bu. Özet, cümlenin malumu: Para konuşur.
Profesyonellik, her daim söylendiği üzere, krizi fırsata çevirmektir. En büyük kriz, en büyük fırsat demektir. Salgın, bunu bir kez daha gösterdi: 75 milyon 500 bin insanın virüse yakalandığı, bunlardan 1 milyon 670 bininin hayatını kaybettiği salgın, aynı zamanda dünya ölçeğinde servet artışının yeni zirvesini de getirdi.
İsviçre Bankası USB’nin ekim başında yayımladığı rapora göre, Nisan-Temmuz 2020 arasında dolar milyarderlerinin serveti, dört aylık dönemde dörtte birin üstünde; yüzde 27,5 artmış. Ve bu tarihin en yüksek artışında teknoloji, sağlık ve sanayi başı çekiyor. Anılan sektörlerde milyarderlerin serveti yüzde 36-44 arasında seyrediyor.
Öte yandaysa, Birleşmiş Milletler’in izleyip her yılsonu yayınladığı İnsani Gelişim Endeksi var. Aralık 2020’de yayınlanan rapora bakarsanız, kelimenin gerçek anlamıyla ölüm-kalım durumuyla karşı karşıyayız. Sadece salgından dolayı değil, profesyonellerin, karar vericilerin, iş ve güç sahiplerinin iradeleri, tasarrufları ve her türden tasallutlarıyla insanlar ve dünya, ölüme sürükleniyor.
DOĞA VE İNSANIN SAHİPLERİ, EFENDİLERİ
Önümüzdeki Sınır başlığını taşıyan 2020 İnsani Gelişme Raporu, birçok cepheden “İnsanlık tarihi ve gezegen tarihinde eşi benzeri görülmemiş bir noktadayız” vurgusu yapıyor.
Tüm cepheler, raporun alt başlığına da taşınan temel karşıtlığa dayanıyor: İnsani Gelişim ve Antroposen.
İnsanın dünyayı – doğayı fütursuzca kullanımı sonucu ortaya çıkan yıkıcı değişimler “antroposen çağı” olarak anılıyor 2000 başından beri. Ancak burada, “insan”, profesyoneller demek. Birleşmiş Milletler İnsani Gelişme Raporu Ofisi Yöneticisi ve raporun başyazarı Pedro Conceiçâo, “Toplumların kusurlu düzeni insanları ve gezegenimizi karşı karşıya getiriyor” veciz ifadesiyle belirtiyor bunu.
İnsanla, insanca hayatla karar verici ve uygulayıcılarla; profesyoneller arasındaki karşıtlık raporuna, Önümüzdeki Sınır’a dönersek:
Toplumlarımız ve gezegenimiz için kırmızı uyarı ışıkları yanıyor. Hepimizin iyi bildiği gibi, uzun süredir de böyle. Covid-19 küresel salgını da apaçık dengesizliklerin üzücü sonuçlarından en yenisi. Bilim insanları uzun zamandır şu uyarıyı yapıyorlardı:
İnsanlar, evcil hayvanlar ve yaban hayatı arasındaki etkileşimler sonucunda daha önce hiç görülmemiş patojenler ortaya çıkacak; ölçek ve yoğunluğu sürekli artan bu etkileşimler yerel ekosistemleri aşırı baskılayarak er ya da geç ölümcül virüsler yaratacaktır. Yeni koronavirüs bunların en yenisi olabilir ancak, doğanın üzerinden elimizi çekmezsek sonuncu olmayacaktır.
Profesyonellerin saldırgan, yıkıcı kullanımı, doğa ve insan ayırt etmiyor. Aristoteles’in köleliği tanımlarken kurduğu alet-insan ilişkisi, küresel kölelik düzeninde de yürürlükte. “Aletler cansız köle, köleler canlı aletlerdir” denklemi, canlı olduğu göz ardı edilen doğa, dünyanın “alet” olarak kullanımı “antroposen”in açılımı olarak okunabilir. Biz faniler için de durum aynı: Canlı aletleriz neticede.
Raporda da görüleceği üzere; ülkelerin kendi içinde ve ülkeler arasında var olan sömürü düzeninin getirdiği eşitsizlik, “sınıfsal – ekonomik ırkçılık”, siyasal-ideolojik ırkçılığa da temel oluşturuyor. Daha varlıklı – daha sanayileşmiş olanların doğadan daha çok yararlanması, bedelini başkalarına yüklemesi anlamına geliyor. Bu da, ülke içinde ve devletler liginde yoksul olanları yokluğa, yok oluşa sürüklüyor.
Pedro Conceiçâo, “İnsani gelişmenin önündeki sınır, insanlar ile doğa arasında seçim yapmakla ilgili değil; eşitsiz ve karbon-yoğun büyümenin sürüklediği insani gelişmenin artık sonuna geldiğimizi kabul etmekle ilgilidir” diyor.
***
Memleketimizin “yüksek insani gelişim” gösterdiğini belirten profesyonel yöneticilerimiz, sayın bakanlarımız Önümüzdeki Sınır’dan haberdar mı acaba?
Onlar hangi raporları okuyor, yazıyor?