Kolektif yağma düzeni!

İstanbul Film Festivali’nin online gösterimleri kapsamında izlediğimiz Alexander Nanau imzalı “Colectiv”, Romanya’da sağlık sisteminin siyaset, bürokrasi ve sermaye eliyle nasıl da çürütüldüğünün çarpıcı bir fotoğrafı. Film aynı zamanda iyi gazetecilerin varlığının neleri değiştirebileceğinin de kanıtı gibi.

Şenay Aydemir sinesenay@gmail.com

Şimdilerde pek adı anılmayan “Yeni Dünya Düzeni”nin ilanıyla birlikte medya-sermaye arasındaki sıkıntılı ilişkinin aslında bir ‘çıkar ilişkisi’ olduğunun ayan beyan ortaya çıkması, haberi de dönüştüren bir sürecin kapısını araladı. Sermaye ile ‘ana akım’ medya arasındaki bağlar güçlendikçe, emek hareketinden çevre sorunlarına, iktidarların politikalarından patronların ilişkide olduğu başka sermaye gruplarına kadar çeşitli alanlar ‘kırmızı çizgi’ haline geldi. Patronlar çoğu zaman gazete yöneticilerine hangi konular hakkında yazmamaları gerektiğini söylemese de, onlar ne yapmaları gerektiğini biliyordu.

Medyanın bu dönüşümünün, etkilerinden birisi de belgesel sinema üzerinde oldu. Ana akımda yer bulamayan birçok önemli hak ihlali, yolsuzluk hadisesi belgesellerin içeriklerini oluşturmaya başladı. Özellikle 2000’li yılların başından itibaren belgesellerin aynı zamanda ‘habercilik’ yaptığı örneklerine çokça rastladık. Bugün ise gazetecilik ile belgeselin iç içe geçtiği çok özel bir yapımdan bahsetmek istiyorum.

İstanbul Film Festivali’nin pandemi koşullarında online olarak sürdürdüğü gösterimlerinin ocak seçkisinde yer alan “Colectiv” belgeseli, Romanya’nın sağlık sisteminin mafya olmayan ama mafyalaşmış bir kast tarafından nasıl esir alındığını gösteriyor. Geçen yılın çok konuşulan filmlerinden birisi olan Alexander Nanau imzalı “Colectiv”, bu büyük skandalın gelişimini eş zamanlı takip ediyor. 2015 yılında Colectiv adlı bir gece kulübünde çıkan yangın sırasında 27 genç hayatını kaybediyor. 180’i de yaralanıyor. Çünkü mekanın yangın çıkışı yok, gerekli önlemlerse alınmamış. Trajedi bununla da bitmiyor. Yaralanan gençlerden birçoğu da daha ilerleyen günlerde hastanelerde hayatını kaybediyor. Belgesel bir gazetenin haber merkezinde başlıyor yolculuğuna. Gazeteciler Catalin, Mirela ve Razvan, bir ihbar üzerine bu ölümleri araştırmaya başlıyor. Kaynaklar buluyorlar, belgeler topluyorlar ve hastanelerdeki ölümlerin bakteriden kaynaklandığını tespit ediyorlar. Üstelik yalnızca bu hastanede değil, ülkenin bütün hastanelerinde önlenebilir sebeplerle, bakteri yüzünden binlerce hastanın hayatını kaybettiğini tespit ediyorlar.

Skandal bununla da bitmiyor. Bütün bu hastanelerin hemen tamamı dezenfektan maddeyi tek bir fabrikadan alıyorlar. Eski bir doktor olan bu fabrikanın patronunun, sektördeki birçok müdüre rüşvet verdiği bilgilerine ulaşıyorlar. Fabrika çalışanlarının verdiği bilgiler ve yapılan testler sonucunda dezenfektanların olması gereken etkiden çok uzak olduğu ortaya çıkıyor. Bu gelişmeler, hastane müdürlerini, bakanlık bürokratlarını ve siyasileri de kapsayan mafyatik bir yapının milyarlarca euro dönen sağlık sistemini yolsuzluk batağına ittiğini ortaya koymalarına vesile oluyor gazetecilerin. Alexander Nanau’nun kamerası belgeselin üçte ikilik bölümünde gazetecilerin bu haberleri ortaya çıkarma süreçlerini eş zamanlı olarak takip ediyor. Bu da gelişmelerin yarattığı belirsizliğin seyirciye de geçmesini sağlayan önemli etmenlerden. Gazetecilere paralel olarak da, yangından sağ olarak kurtulan ama bedeninde ağır hasarlar bulunan Tedy Ursuleanu’nun kendisini yeniden inşa etme sürecini takip ediyor kamera.

Skandal boyutlanıp siyasileri de içine almaya başladıkça belgeselin odağı da o tarafa doğru kaymaya başlıyor. Bu skandallara karşı yürütülen mücadelenin içinde aktif olarak bulunan Vlad Voiculescu’nun sağlık bakanı olmasıyla kamera daha çok onun yanında konuşlanıyor. Bu durum ülkedeki sağlık sisteminin siyasiler, bürokratlar ve sermayedarlar tarafından nasıl bir bataklığın içine düştüğünü daha da net görmemizi sağlıyor. Sağlık bakanının bile müdahale etmekte zorlandığı, ucu siyasilere dokunduğu için meselenin hızla hamasileştirildiği ve sulandırıldığı bir sürece tanıklık ediyoruz. Bu arada ülkeyi seçime götürecek ‘teknokrat’ hükümetin kabinesinde yer alıyor Vlad. Siyasi bir bağı olmadığı için belki eli daha rahat hareket ediyor. Ama seçimler yapıldığında bütün kurumlar yine siyasilerin karar vereceği bir alan olarak onlara devrediliyor.

“Colectiv”, bir yanıyla böylesine önemli bir alanın ranta açılmasının yarattığı halk sağlığı sorunlarının dehşetini gözler önüne sererken diğer yandan ‘sosyalizm’ sonrası Romanya’da ortaya çıkan yağma kapitalizminin vardığı boyutları göstermesi açısından da ibret verici. Alexander Nanau’nun belgeseli, gazeteciliğin siyasallaşmasının değil, gazetecinin kamu yararına siyasal bir tutum takınmasının öneminin de altını çiziyor bir kez daha.

Bitirirken, İstanbul Film Festivali’nin online gösterimlerinin devam ettiğini hatırlatalım. Şubat seçkisine ve gösterim programına şuradan ulaşabilirsiniz.

 
Tüm yazılarını göster