Kölenin özgürlük korkusu ve 'Cesur Yürek'ler!
Aydın gerçekten halklaşmak, halkı aydınlatmak, halkı doğruya seferber etmek istiyorsa cesaret, kararlılık, onur timsali bir eylemci; kahramanlara ihtiyaç olmayacak bir toplumsal özgürleşme için bedel ödemeyi göze alan baş eğmez bir "kahraman" olabilmelidir.
Mahmut Üstün
Platon'un mağara alegorisini bilenlerimiz çoktur... Bize çok boyutlu mesajlar iletir bu alegori... Bu mesajlardan biri de insan evladının kendi köleliğini bile zihninde anlamlı ve değerli kılabileceği ve köleliğini sevebileceğidir.
Platon, mağara alegorisinde bir mağara içinde zincirlenmiş insanların giderek o mağaradaki tutsaklıklarını zihinlerinde nasıl güzel ve kutsal kıldıklarını aktarıyordu. Mağaradaki tutsaklar içinde dışarıdaki yaşamı bilen, dolayısıyla mağaradaki yaşamın güzel ve kutsal değil, tam aksine ilkel bir kölelik olduğunun farkında olan birisi de bulunmaktadır. Bu kişi (ki aydını simgeler) hem bu gerçeği hem de mağaradakilerin tanrısal bir anlam atfettikleri mağara duvarlarındaki şekil ve hareketlerin, dışarıdan sızan ışık nedeniyle kendi gölgelerinin duvara yansımasından ibaret basit bir olay olduğunu anlattıkça ve mağaradakilere (kitleler) özgürlük çağrısı yaptıkça, mağaradakiler bu kişiyi düşmanlaştırmakta ve şeytanlaştırmaktadır. Burada da ünlü alegorinin aydın/kitle diyalektiğine dikkat çeken boyutunu görmekteyiz.
Nitekim Cemil Meriç aydınlarla ve aydın/halk ilişkisiyle ilgili makalelerinin yer aldığı kitaba bu nedenle "Mağaradakiler" adını vermiş ve kitabın başına da Platon'un bu alegorisini anlatan bir giriş bölümü eklemişti.
Gerçekten de Platon'un mağaradakilerde anlattığı türden bir diyalektiği vardır kölelik/ özgürlük, aydın/kitle ilişkisinin.
İnsan evladı kölelik zincirlerini kırıp özgür bir yaşamı inşa etme olanağını ne kadar yabancı, uzak ve imkansız görüyorsa, zihinsel enerjisini de bir o kadar içinde bulunduğu durumun "yaşanabilir", "iyi", ve hatta "en iyi" olduğu konusunda kendini inandırmaya harcar.
Yakın ve gerçekçi gözükmeyen özgürleşme çağrılarıyla birleşen "mevcut durum kötü", "hiçbirimiz özgür değiliz" sözleri, bu nedenle insanların çoğunluğu için kaos, huzursuzluk ve mutsuzluk kaynağı şeytani bir çağrıdır. Değiştiremeyeceğine kuvvetle inandığı bir gerçeğin kötü olduğuna inanmak istemez insan. Mevcut durumunun kötü olduğunu inandırıcı biçimde anlatan, kafasını en fazla karıştıran kişi(ler)den özellikle uzak durur, hayranlık ve nefret karışımı bir duyguyla o kişi(leri) şeytanlaştırır. Eğer değiştirebileceğinize ilişkin tarihsel ve güncel bilince/inanca sahip değilseniz salt başına mevcut halinizin kötü olduğu bilincine sahip olmak derin bir keder/mutsuzluk kaynağıdır zira.
Özgürleşemeyen insan için irrasyonele inanmak tek mümkün yaşama biçimidir. Ve zaman içinde bu irrasyonel inançlar sayesinde ne kadar özgürlük kaygısından kurtulur, köleliğini ne kadar unutur ve ne kadar kutsal ve değerli kılarsa, o kadar"mutlu" yaşar.
Bu tavır çoğu zaman yalın anlamda bir bilinçsizlikten de kaynaklanmaz. Her ne pahasına olursa olsun fiziksel yaşamı idame ettirmeyi, an'dakinden ve el'dekinden azami haz çıktısı elde etmeyi kendi başına "en kutsal/akıllıca/faydalı tutum" sayan bireyci yaklaşımla da ilgilidir. Ki bugün bu yaklaşım bir hayli de yaygındır. Onurluluk, vicdanlılık, özgürlük çağrısı bu "kutsallarını" kaybetme riski taşıdığı için bir "hayalcilik", "içi boş laf salatası"dır onlar için. Bu "küçük hazsal oyuncaklarını" ve sistemin önlerine attığı "kırıntı ayrıcalıklarını" riske ettiği için özgürlük ve vicdan çağrılarına icabet etmezler. En fazla uzaktan uzağa ve gizli gizli saygı duyarlar. Yine de şu kaydı eklemeyi de ihmal etmezler: "Tamam, güzel ama fazla da abartmamak lazım. İnsan canından kıymetli ve an'dan daha gerçek olamaz ki hiçbir şey...".
SADECE RİSK SEVMEZ/KONFORMİST ÖZSEL STATÜKOCULUĞUMUZ DEĞİLDİR SORUN
Ve hatta asıl sorun da değildir bu. Bu kadardan ibaret olsa bu zihinsel prangayı aşmak nispeten kolay olurdu. Dışarıda bir iktidar da vardır. Bu iktidarın özü şiddettir. Bu iktidar kendi belirlediği "makulün" dışına çıkanları işkenceden geçirir, aç bırakır, hapse atar, öldürür. Bu korku yaşanan köleliğin kutsallaştırmasına sevk eder insanları... Yaşanan köleliğin kutsallaştırılması da, devlet şiddetinin meşrulaştırılmasına...
"Köleleştirici sistemin sıradan insanları" bu nedenle gerçekle yüzleşmeyi sevmezler. Kendilerine vicdani ve fiziki köleliklerini hatırlatan aydınlardan da, kendilerine riske edici özgürlük ve vicdan çağrıları yapan aktivistlerden de hoşlanmazlar. Modern kölelerle aydınlar ve kölelik karşıtları arasındaki kopukluk ve gerilimli ilişki "mağara"daki ilişkinin çağdaş bir versiyonudur sadece. Bu kopukluk ve gerilim bütün kölelik sistemlerinin temel bir kuralıdır aslında.
O ZAMAN NE OLACAK? NASIL OLACAK?
Bu kölelik sistemi değişmeyecek mi? İnsanlar kendi özgürlük olanaklarına düşman ve kölelik statükolarına hayran bu sahte yaşama mı mahkum olacak ilelebet?
Bu kopukluk ve çelişki ancak verili kölelik sisteminin içsel ve dışsal kriz öğeleriyle iyice zayıfladığı, devletin şiddet aygıtlarının paralize olduğu ve ideolojik aygıtlarının kitleleri kuşatma kabiliyetini yitirdiği koşullarda minimuma inmektedir.
Devlet aygıtı bu kriz nedeniyle kendi içinde ortak davranma kabiliyetini yitirmekte, bu sistemsel yarılmalar devletin kitleler üzerindeki kontrolünü de zayıflatmaktadır. Kitlelerin verili kölelik sisteminin baki olmadığını, tersten ifadesiyle yeni ve daha özgürlükçü bir toplumun gerçekleştirilebilir bir hedef olduğunu görmelerini kolaylaştırmaktadır.
Ve işte ancak o zaman "bu sistem kötü ve yenisi ve iyisi mümkün" argümanının inandırıcılığı ve harekete geçiriciliği kitlesel bir nitelik kazanabilmektedir. Bu nesnel ve temel belirleyici koşuldur.
"CESUR YÜREK" ETKİSİ...
Ama kitlelerdeki bu zihinsel sıçrama tümüyle içsel, evrimsel, kendiliğinden bir süreçle gerçekleşmez. Dışsal bir bilinçli müdahale de gerekmektedir. Bu müdahale yalnızca doğruyu söylemekten ibaretse cılız kalacaktır. Yalçın Küçük'ün eskilerde kullandığı bir tabirle "eylemli bilinç taşıma" gerekmektedir.
Aydın gerçekten halklaşmak, halkı aydınlatmak, halkı doğruya seferber etmek istiyorsa cesaret, kararlılık, onur timsali bir eylemci; kahramanlara ihtiyaç olmayacak bir toplumsal özgürleşme için bedel ödemeyi göze alan baş eğmez bir "kahraman" olabilmelidir.
Tayfun Atay Cumhuriyet'te Ahmet Şık'ın savunması üzerine "Cesur Yürek" başlıklı çok güzel bir yazı yazdı. Bu yazıdan feyizle söyleyecek olursak kitlelerin korku ve umutsuzluk duvarlarını aşmaları için onlara güven, umut ve kararlılık aşılayan bu türden "Cesur Yürek" aydın müdahalelerine ihtiyaç vardır.
Böylesi bir "Cesur Yürek" tutumu kritik bazı anlarda ibrenin yönünü sonucu tayin edici biçimde değiştirebilecektir. Bu ise öznel ve konjonktürel belirleyici koşuldur.
Elbette bütün aydınlardan böyle "Cesur Yürek" müdahaleleri bekliyor değiliz. Ama böylesi bir aydın tavrının görünür ölçekte varlığı çok önemlidir.
Nuriye, Semih, Veli, Ahmet böylesi "Cesur Yürek"lerdir işte...
Bu yazıyı Tayfun Atay'ın o güzel yazısının çarpıcı bir bölümüyle bitirmeliyim...
SONUÇ YERİNE...
"Özgürlük mücadelesinin lideri William Wallace (Mel Gibson) tuzağa düşürülüp tutsak alınmış, sonuçta da işkence yapılarak korkunç acılar içinde can verme ya da nedamet getirerek işkence ve acıdan uzak 'huzurlu ölüm' seçenekleri arasında sıkışmıştır... Nihayet tüm seyircilerin ve işkencecilerin dikkatini çekecek şekilde, bedeni lime lime olmuş adamın son bir gayretle dudaklarını kıpırdatarak bir şeyler söylemeye çalıştığı fark edilir. İşkenceci, 'Mahkûm bize bir şeyler söylemek istiyor' diyerek yüzünde tiksinti verici, haz dolu bir ifadeyle seyredenleri susturur.'Cesur Yürek' William Wallace, karnını, kasıklarını, bağırsaklarını ve solunum sistemini de taramış bıçakların yarattığı tahribatla son bir söz söyleyebilmek için nefesini toplamaya uğraşır, uğraşır, uğraşır...
Ve “Özgürlüüük” diye çığlık atarak noktayı koyar!..
Yenilen, özgürlük uğruna savaşan “Cesur Yürek” olmamıştır. Yenilenler, koskoca bir krallık, onun işbirlikçisi lordlar, bir “Asi”nin nedamet getirmesini sağlamaya çalışan görevliler, işkenceciler ve böyle bir “af dileme” ile kendi ebedi tutsaklık ve ezilmişliklerine mazeret üretmeyi arzu eden insancıklardır."