24 Haziran seçimlerinin iktidar değişimine kapı açmayışı, yerleşik siyasetçileri rahatlatmış görünüyor. Alıştıkları sahaya dönüp bildikleri oyunu oynamaya hazırlanıyorlar. Sadece CHP’nin, ne kadar bildik, alışıldık, hattâ kelimenin mümkün en olumsuz anlamıyla “kurumlaşmış” olsa da her seferinde kendine özgü tuhaf bir zavallılık olarak ortaya çıkan vaziyetinden söz etmiyorum. Edemem zaten. O partiyi izlemek, üzerine düşünüp taşınmak, yargılara varmak… sahiden çelik gibi sinirler, tükenmeyen nefesler gerektiriyor. “Millet İttifakı” partilerinin oluşturduğu toplu manzara pek içler acısı.
İYİ Parti Sözcüsü Aytun Çıray, âdetâ müjde verir havada konuştu: “Seçimlerin sona ermesiyle birlikte bu seçim işbirliği ittifakına bir ihtiyaç kalmamıştır” (vurgu benim -ük). Çıray, “Bizim yaptığımız, bir koalisyon değil seçim işbirliğiydi,” diye izah etti. “Seçim hilelerine karşı oyların yabana gitmemesi için bir seçim işbirliği ittifakı kurmuştuk…” Sözcünün sonraki sözleri, sadece o esnada canlandırmakta olduğu karakterin değil bütün senaryonun tutarsızlığına hükmetmemize yol açabilecek nitelikteydi: “…ve esasen de diğer prensip noktamız, çok partili güçlendirilmiş parlamenter sistem konusunda bir prensip mutabakatımız vardı” (vurgular benim -ük).
Akıl-mantık gibi şeylerin varolduğu yerde yaşasaydık şu hükme varırdık: Böyle bir “prensip mutabakatı” varsa, olay seçim ittifakından ibaret değil demektir. Fakat siz daha demin, “seçimler sona erdi, bu seçim ittifakına ihtiyaç kalmadı” demediniz mi? Ne oldu, “çok partili güçlendirilmiş parlamenter sistem” nereye uçtu? “Prensip”?
Seçim öncesinde Zamane Ruhu’nu kavrayan, olgun, vizyon sahibi siyasetçiyi canlandıran Temel Karamollaoğlu da, şaşkın bakışlarımız altında, İYİ Parti sözcüsünün neşesine katıldı. Halinden ve söylediğinden pek memnun ifadeyle, “İttifak, genel seçimlerle ilgili bir konuydu,” dedi. “İttifak ömrünü o noktada tamamladı” (vurgu benim -ük). E, “şu anda öldürüyoruz” diyecek hali yoktu tabiî! “Neden?” diye sorup cevabın peşini ısrarla kovalayacak kimsenin çıkmayacağından emindi. “O noktada”! Tam “o noktada” tamamlamış… Aman sakın üç milim beş milim ileri gitmiş olmasın! Kararlı lider!
Yine de “yaşandı bitti” korosunda ilk sırayı CHP dolduruyor. Partinin genel sekreteri Akif Hamzaçebi’ye göre, “Millet İttifakı sadece milletvekili genel seçimine yönelik olarak kurulmuştu”. Genel sekreter, “İttifak protokolünde bu açıkça yazılıdır,” diye vurguladı; olay her adımın yasaya, hukuka göre atıldığı bir masal ülkesinde geçtiği için ve, “Protokolü siz yapmadınız mı? Pekâlâ başka türlü de yazabilirdiniz,” diyecek kimsenin çıkmayacağından emin olarak. Kaldı ki, parlamenter demokrasi ve kuvvetler ayrılığının yeniden geçerli kılınmasına dair bir “prensip mutabakatı” yok muydu? Yine nereye uçtu o?
YA ŞUURSUZLUK YA SORUMSUZLUK YA DA RİYAKÂRLIK
Öyle görünüyor ki, söz konusu üç parti, esas meseleye dair ya şuursuzluk ya sorumsuzluk ya riyakârlık içindeler ve peşinde oldukları hedef, memleketle değil kendileriyle ilgili.
Hamzaçebi’nin rahatlığına bakın: “Yeni dönemde,” demiş, “özellikle kuvvetler ayrılığına sahip demokratik bir sistemin oluşturulması yönünde yapılacak çalışmalarda seçimler öncesinde ittifak yaptığımız partilerle farklı bir anlayışta olacağımızı sanmıyorum.” Sanmıyormuş! Olsa da olur, sanki, olmasa da!
Yukarıda sorduğumuz soru günün hem en doğal hem zorunlu sorusu. Bildikleri için, aynı şahıs buna cevap sayılmasını beklediği, içinde ne olduğu belirsiz naylon poşeti ortaya itiyor ayağının ucuyla: “Yeni döneme, ittifakların siyasete hâkim olacağı bir dönem anlayışıyla başlamak doğru olmaz.” Neden? Kurultay kavgasıyla başlamak bile oluyorken? Üstelik karşınızda tam da şu tarif ettiğiniz şey, bir ittifak yok mu? İlaveten: ittifaksız parlamenter demokrasi ve kuvvetler ayrılığı rejimine dönülmesi ihtimali, ufacık da olsa, var mı? Siz kendi başınıza mı başaracaksınız, şimdiye kadar zerresini başaramadığınız cinsten bir işi?
Şöyle diyor Hamzaçebi: “Demokrasi, kuvvetler ayrılığı, özgürlük, kutuplaşma, terör gibi bireysel ve toplumsal hayatımızı çok yakından ilgilendiren konularda Meclis’te siyasî parti bağlarının ötesinde bir buluşmayı gerçekleştirmek zorundayız. Böyle yaptığımız zaman güçlü Meclis oluşturmuş oluruz.” (vurgu benim -ük).
Hangi “güçlü Meclis”? Adı var kendi yok olsun diye uğraşılan turuncu koltuklu mekân mı? Başkana tanınan muazzam tek adam yetkilerine rağmen o meclisin işe yarayabilmesi için bir siyasî hedef etrafında birleşmiş, kendi güçlerinin toplamından fazla güç oluşturabilmiş bir “parlamenter demokrasi bloku”nun varlığı, yani “siyasî parti bağlarının ötesinde bir buluşma” şart. Sizse, hazır seçim vesilesiyle kurulmuş, ayrı ayrı partilerin seçmenlerinin kulağı alıştırılmış bir ittifak girişimi varken, bundan bir an önce kurtulmaya bakıyorsunuz. “Siyasî parti bağlarının ötesinde buluşma”nın seçim ittifakı kısmının bitişi ilan edilebilir, prosedür icabı. Ama bu, “kendi dalgamıza bakacağız” sorumsuzluğu içerisinde, muhtemel yakın gelecek felaketlerini takmayan tutumla, “oh kurtulduk!” havasında yapılmamalıydı. Aksine, seçim ittifakı bitti, şimdi sıra esas köklü işbirliğine geldi, diyebilmeliydiniz. Bunu herkese, açıkça, kararlılıkla söylemeliydiniz. Hepinizi sadece kuklalar, biblolar haline getirecek bir rejim değişikliği yürürlüğe girerken esas derdiniz nedir sizin?
BİTİRİYOR MUSUNUZ, ARIYOR MUSUNUZ?
Bakın CHP Sözcüsü Bülent Tezcan ne diyor: “Özellikle, yeni dönemde etkisizleştirilmeye çalışılan Meclis'in buna karşı yetkilerini koruma ve kullanma konusunda kararlı bir tutum bekliyoruz tüm milletvekillerinden.” Bakar mısınız: “Tüm”ünden bekliyormuş. Hangi tümü? Demeç şöyle sürmeliydi: “Türkiye’yi çok sevdim, şiş kebap, deniz, Topkapi, ilk fırsatta tekrar geleceğim.”
Kudretli sözcü herkesi uyarıyor: “Tek adam rejimi altındayız, kuvvetlerin bir yerde toplandığı, millet iradesinin yok edilmeye çalışıldığı bir tabloyla karşı karşıyayız.” İsabetli bir uyarı; çoğumuzun haberi yoktu muhtemelen! Peki o ve partisi ne yapacakmış: “Meclis’in iradesini savunma kararlılığımız devam edecek. Bu çerçevede adım atacak herkesle birlikte yürümeye hazırız. Geniş bir mutabakat arayışının olması gerektiği düşüncesindeyiz.” (vurgular benim -ük).
Neyi arıyorsunuz? Mutabakat vardı, genişleteceğiniz yerde, ‘bitti!’ diye karşımızda sevinç çığlıkları atıyorsunuz. Seçim ittifakı pekâlâ seçim ittifakıyla kısıtlı kalmayabilirdi. Kaldı. Şimdi de bitiyor. Neden?
Madem “geniş mutabakat” aranacak, dolayısıyla vaziyeti idrak edemiyor değilsiniz, ittifakı parlamenter demokrasi ve kuvvetler ayrılığı için güçbirliğine sıçratmamanızın, bunu gürültüyle, özgüvenle ilan etmemenizin, bunun yerine CNN Türk’e “dağılıyorlar” haberi yapma imkânı yaratmanızın sebebi nedir? Alışageldiğiniz için yeni şartlar altında da kolaylıkla kendinizi uyarlayabileceğiniz Ankara hayatına dair nostaljik hayaller kurmakla mı meşgûldünüz?
KİM ÇIKAR DA DOĞRU CEVAP VERİR...
Bu sorular elbette sadece CHP’ye sorulmuyor. İYİ Parti Sözcüsünün “ittifak bitti” açıklaması yaparkenki neredeyse neşeli hali nasıl bir münasebetsizliktir? Esasında “neyin peşindesiniz?” sorusunun ilk -olağan şüpheli- muhatabıyken bu neyin rahatlığıdır?
Saadet Partisi de, seçime gidiş sürecinde sergilediği dinamizm ve ufuk genişliğinin gençler tarafından gençlere yönelik hazırlanan seçim kampanyasıyla sınırlı olduğu şüphesini yarattı, yine telaş ve mecburiyet hissi içerisinde yapıldığı izlenimini veren “ittifak bitti!” duyurusuyla. “O noktada ömrünü tamamladı” nasıl bir ifadedir? İttifakın ruhunu teslim edişinde onca gülümseyecek ne var, Temel Bey?
Hepsi bundan kurtulduklarına neden bu kadar seviniyorlar? Israrla sormalı değil miyiz bunu?
Tabiî doğru cevabı alamayacağımızı baştan varsayarak. Kim çıkar da açıkça söyler, “Elbet günümüzün seçimli otokrasisinin bir muhalefete ihtiyacı olacak, biz de işte buna talibiz,” der? CHP’nin gözden çıkardığı partililerin niteliği, onları ayıklayarak ulaşılmak istenen parti ortamına dair yeterince fikir veriyor. Öbür partilerin böyle bir “sivriler temizliği” yapması da gerekmez muhtemelen.
Kravat ceket dosya klasör kürsü koridor oda… Sabah arabaya biner, Meclis’e gelirsin. Azıcık sohbet azıcık muhalefet. Çay kahve, gelen giden… Meclis’ten partiye. Toplantı toplantı toplantı. Parti binası da bir alt-evren. Orada da klasör çay kahve gelen giden, orada da oda; ve iktidar.
İYİ Parti Sözcüsü diyor ki: “İyi Parti kendi hükmî şahsiyeti altında kendi özel siyasetini üreterek Türk milletiyle paylaşacaktır.” Vay! Biz de artık anahtarları Kılıçdaroğlu’nun şöförüne teslim ettiklerini, parti politikasını CHP Şişli ilçe başkanıyla Saadet Partisi genel sekreter yardımcısının belirleyeceğini sanmıştık, ittifak deyince!
Gelin görün ki, CHP Genel Sekreteri Akif Hamzaçebi de partinin bağımsız kişiliğini ittifak gölgesinden kurtarma hususunda pek titiz: “Seçimler sonrasında TBMM’de hangi siyasi partinin hangi politikayı izleyeceği tamamen kendi takdirlerindedir.” Vay vay! Oysa ittifak sürseydi CHP Meclis grubunu SP genel sekreteri yönetecek, kadın kolları Meral Akşener’in sözünden çıkmayacaktı.
Bunlar ne tuhaf sözler!..
Üçü de, “ittifak bitti!” nârâlarıyla, partili ve seçmen önyargılarına “valla onlarla değiliz” cilası çekiyor. Ve koltuklarına, odalarına yerleşiyorlar.
Hayır, gözümüz yok. Siz rahatınızı sürdürün, emekliliğinizde de “tecrübeli siyasetçi” kimliğiyle yapacak işiniz, size danışacak insanlar olur. Üç partinin elemanları, hep birlikte, tecrübeli siyasetçilere ahkâm kestirilen programlara katılırsınız, yayın akışları sabah birörnek zarfla merkezlerine gönderilecek televizyonlarda. Okunmayan tek tip gazetelerde görüşleriniz alınır. Tıpkı bugün sizin yaptıklarınızı yapacak müstakbel saray muhalefetlerine yol gösterir, onları bazen pasif bazen sorumsuz bulur, eleştiri ve tavsiyelerinizi anlatırsınız.