Komplo kıvılcımını yangına çeviren sosyal medya ve sorumsuzlar

İddiaya dair şüphe duymayan bir arkadaşınız iddiayı paylaşıyor. Siz de şahsen güvendiğiniz bir insanın doğruluğundan emin olmasa böyle bir paylaşım yapmayacağını düşünüp küçük bir parmak hareketiyle paylaşıyorsunuz. Aynı mantıkla iş ilerliyor ve paylaştığınız içeriğin etki alanı sadece birkaç paylaşımla üstel şekilde artarak 100 kişiden 700 bin kişiye ulaşıyor. İyi niyetli olsanız da üzgünüm ama kıvılcımı alev topuna dönüştürmeye yardım edenlerden oluyorsunuz…

Abone ol

Geçtiğimiz günlerde büyük oyunun görüldüğü yepyeni bir komplo teorisi tüm dünyada yine milyonlarca zihni zehirledi. ABD’de faaliyet gösterilen pazaryeri uygulaması Wayfair’de çocuk kaçakçılığı yapan alıcılar ve satıcıların buluştuğu iddia edildi. Bu iddiaya delil olarak gösterilen fiyatlar, isim benzerlikleri ve şirketin konuya dair açıklamasını detaylı olarak Teyit’in analizinde kaynaklarıyla birlikte görebilirsiniz. İddianın bir komplo teorisi olduğu kısa zamanda tespit edilmiş olsa da milyonlarca insanın zihninde gerçekmiş gibi kodlandı. Her zamanki gibi dezenformasyon, gerçekten daha hızlı yayıldı.

Bu komplo teorisinin Türkiye’de yayılması, Trendyol’a sıçraması, sosyal ağ kullanıcıları ve medyanın rolüne biraz daha yakından bakalım.

KOMPLO TEORİSİ TÜRKİYESİZ OLUR MU HİÇ?

Wayfair iddiası ışık hızında yayılırken Türkiye’nin bu işin dışında kalması düşünülemezdi. Öyle de oldu. Sosyal medyada, Wayfair’deki insan kaçakçılığı tezgahına benzer bir konunun Türkiye’de de Trendyol üzerinden yapıldığı iddia edildi. Ekran görüntüleri paylaşıldı, boykot çağrıları yapıldı. Binlerce insan bu sefer yerel bir pazaryeri sitesinin de bu global yasadışı işlerin parçası olduğuna dair iddialara maruz kaldı. Bu komplo teorisinin açıklanmasından kısa süre sonra Trendyol, iddiayı yalanlayan bir açıklama yaptıysa da en çok konuşulanlar listesine girmekten kendini kurtaramadı. İddiaların yayılma hızını, kullanıcılar üzerindeki tahmini etkisini Google Trends üzerinden iki şirketin adıyla yapılan arama hacmi grafiğinde de görebiliyoruz.

KIVILCIM ALEV TOPUNA DÖNÜŞÜYOR

Wayfair’e dair komplo teorisi henüz basit bir kıvılcımken “ABD bu iddiayla sarsılıyor, lütfen yayalım” benzeri tweet’lerle bir anda bu iddia gerçekmişçesine sosyal ağlarda paylaşılmaya başlandı. Instagram’dan LinkedIn’e kadar birçok platformda birkaç saat içinde etkileşim çılgınlığına dönüştü. Buradaki asıl sorun ise teyit edilmemiş bu iddianın iyi niyetle, çevresini bu tip bir durumdan haberdar etme isteğindeki iyi niyetli kullanıcılardı. Genelde olduğu gibi bu örnekte de dezenformasyon yayımında film tam olarak burada koptu. İddiaya dair şüphe duymayan bir arkadaşınız bu iddiayı paylaşıyor. Siz de şahsen güvendiğiniz bir insanın doğruluğundan emin olmasa böyle bir paylaşım yapmayacağını düşünüp küçük bir parmak hareketiyle paylaşıyorsunuz. Aynı mantıkla iş ilerliyor ve paylaştığınız içeriğin etki alanı sadece birkaç paylaşımla üstel şekilde artarak 100 kişiden 700 bin kişiye ulaşıyor. İyi niyetli olsanız da üzgünüm ama kıvılcımı alev topuna dönüştürmeye yardım edenlerden oluyorsunuz…

ALEV TOPU YANGINA DÖNÜŞÜYOR

Birçok haber sitesi paylaşım ve arama hacmi artmaya başlayan Wayfair iddiasına dair peş peşe SEO içerikleri yayına almaya başladılar. Bu içerikler, şu an güncellenmiş haliyle az çok detaylı bilgiler verse de ilk yayına alındıklarında konuya dair neredeyse hiçbir bilgi vermeyen, daha doğrusu komplo teorisini olduğu gibi “iddia ediliyor” kalıbıyla okurlarına sunan bütünlüksüz metinlerden oluşuyordu. Haber siteleri bu içeriklerini servis ederken ABD’deki doğruluk kontrolü merkezleri çoktan bu konuyu açıklığa kavuşturmuştu ama kimin umurunda? Önemli olan paylaşılan içeriğin doğruluğu değil, saman alevi gibi parlayan kullanıcı aramalarına cevap vererek kendi site trafiklerini artırmak. Böylece yeterli ve doğru bilgi edinebilmek adına bu iddiaya dair arama yapan kullanıcılar yine aynı komplo teorisini güvendikleri haber sitelerinden alarak tam anlamıyla zehirlenmiş oldular.

Hatta daha sonra en çok izlenen gündüz kuşağı programlarının birinde sunucu, ekran başındakileri çocuk kaçakçılığına dair uyarmak/korkutmak amacıyla bu komplo teorisini gerçekliği ispatlanmış bir vaka gibi anlatarak internet üzerinden bu iddiaya bulaşmamış geri kalan birkaç on milyon insanı da yalan-yanlış bir hikayeye ulaştırmakta hiçbir beis görmedi.

Medyanın teyit mekanizmasını çalıştırmadan kolayca meydana saçtığı bu komplo teorisi sırasında başka bir konu daha dikkatimi çekti: Kullanılan dil. Televizyon programında sunucu “çocuk pornosu” kelime grubunu kullandı ki böyle bir kullanım söz konusu olamaz. Kast edilen aslında çocukların ağır istismara uğraması olabilir. Haber sitelerinin bu iddiaya dair hazırladıkları haber benzeri ancak ne olduğu çok da belli olmayan sayfaların başlıkları ise “çocuk ticareti” kelime grubunu taşıyor. Elbette çocuk ticareti gibi bir kullanım da söz konusu olamaz. Kast edilen durum çocuk/insan kaçakçılığıdır ve yasadışıdır. Ticaret terimi, yasal alışveriş faaliyetine referans verir. Yani siz “çocuk ticareti” dediğinizde aslında bu kaçakçılık faaliyetini bir noktada da normalleştirmiş olursunuz.

İnsanların güvenerek bilgi aldığı veya eğlendiği yayıncıların dile ve kavramlara hakim olmamaları; onların mesleki vasatlıklarının yanı sıra toplumu yanlış bilgilendirmeleri, bazı suçları normalleştirmeleri, hafifleştirmeleri gibi yan etkiler de doğuruyor.

DÖNÜP DOLAŞIP GELDİĞİMİZ YER AYNI

Dönüş dolaşıp geldiğimiz yer aynı: İnsanların muhakeme kabiliyeti ve medya okuryazarlığı problemi. Karşılaştıkları iddialara dair şüphe duymayan, paylaşmaktan çekinmeyen insanlar dezenformasyon döngüsünün en büyük halkasını oluşturuyor. Bu döngüyü kırmak da sihirli bir değnekle mümkün değil. Bu işin tek çözümü okullarda öğrencilerin, halk eğitim merkezlerinde de yetişkin ve yaşlıların medya okuryazarlığı eğitimine tabi tutulmasıyla olur. Bir günde hiçbir şey çözülemese de atılan adımlar illa ki makul bir zaman sonra meyvesini verecektir.

İnternetin yaygınlaşmasıyla birlikte insanların doğru bilgiye daha kısa sürede ulaşıp erdemli hayatlara sahip olacakları düşünülürken geldiğimiz noktada en hızlı yayılan içerikler komplo teorileri, dezenformasyon ve nefret söylemlerinden oluşuyor. Aslında insanlar sandığımız kadar bilgiye aç, şüpheci, araştırmacı değillermiş, öyle değil mi?