'Komşu Kızı' İstanbul sahnesinde!
Komşu Kızı, çok kültürlü türküleriyle sahne almaya hazırlanıyor. 7 Nisan'da Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi'nde sahne alacak olan grupla, Hasret Gültekin'in daha önce Türkiye'de yayımlanmamış olan türküsünü, çok dilli sanatın yarattığı zenginliği ve grubun bundan sonraki projelerini konuştuk.
Bir Kürt, bir Alevi, bir Gürcü müzisyenin yanyana gelmesiyle oluşan bir ekip barış ve kardeşlik türküleri söylüyor. Vokalde Lana Budagova, bağlamada Orhan Gürsoy ve gitarda Şeyhmus Fidan'dan oluşan ekibe başka müzsiyenler de eşlik ediyor. Hasret Gültekin'in daha önce Türkiye'de yayımlanmamış 'Geri Kalan Ömrüm Nerede?' şarkısını yorumlayan grup 7 Nisan'da saat 20:00'da Bakırköy Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi'nde ilk konserlerini verecek.
Komşu Kızı ile çok kültürlü müziği ve sanatçıların yaşadıkları zorlukları konuştuk. Grup, "Kendine ait yüz yıllarca geçmişi olan türküsünü dizilerden, yarışmalardan öğrenip 'Aaa ne güzelmiş' diyen bir halk var. 'Aaa bu türkü yeni miymiş?' diye şaşırıyorlar, yani 300 yıldır var ama... Durum maalesef ki hoş değil... Fakat bunlar dönem dönem yaşanıyor. O an memlekette popüler olan müziğe bakınca, ülkenin sosyo-kültürel durumunu görüyorsunuz zaten. Bunlar gelip geçici tabii, klasikler kalıyor. Biz de mümkün olduğu kadar bu klasiklere hizmet etmeye çalışıyoruz" diyor.
Sizi birer birer tanıyabilir miyiz?
Lana Budagova: Ben Lana. Gürcistan'da yaşıyorum, piyano çalıyorum. İstanbul'da piyano dersleri veriyorum. Her zaman müzikle uğraştım. Türkü söylemeyi çok seviyorum.
Orhan Gürsoy: Sivas Divriği'liyim. Klasiktir, çocukluktan beri bağlama çalıyorum. Bizim oralarda çalmayanı dövüyorlar... Neticede aşinaydık ve böyle öğrendim. Türkülere merakımdan dolayı Hacettepe Üniversitesi Halk Bilimleri bölümünü tercih ettim, orada okudum.
Şeyhmus Fidan: Diyarbakır doğumluyum. Yaklaşık 20-25 yıldır müzikle uğraşıyorum. Gitar çalıyorum, halk müziği üzerine yoğunlaştım. Orhan'la 15 yıl önce bir projede bir araya gelmiştik. Daha sonra Lana'yla tanıştık ve "birlikte bir şeyler yapalım" düşüncesiyle yola çıktık.
"Komşu Kızı" projesini anlatır mısınız?
Orhan Gürsoy: Bizim Antalya geçmişimiz var. Lana ile tanışmamız ile başlıyor hikâyemiz. Lana da müzisyendi fakat türkülere çok hakim değildi. İlk türküyü benden dinledi. Beraber bir şeyler çaldık, söyledik. Sonra "daha profesyonel anlamda yapalım" dedik bu işi. Maalesef Antalya'da yapamıyorsunuz böyle işleri... Süreç bizi İstanbul'a getirdi. İstanbul'da Şeyhmus hocama başvurduk, desteğini istedik. O da sağ olsun bizi kırmadı. Repertuvar aşamasında, Türkçe olduğu kadar Gürcüce, Ermenice ve Rusça da söylemeye karar verdik. Bunlar Lana'nın bildiği diller ve yaşamış olduğu coğrafyalar. Projenin isminin "Komşu Kızı" olmasının nedeni ise, Lana'nın komşu ülkenin kızı olması... Gürcü vatandaşı kendisi.
'HALKLAR HER ZAMAN KARDEŞ YAŞADI'
Çok dilli müzik yapmak nasıl bir duygu?
O.G.: Neticede bu halklar her zaman kardeşçe yaşadılar. Kız aldılar, kız verdiler, yıllarca beraber yaşadılar. Fakat yönetim hiçbir zaman bu insanların çok fazla birlikte düşünmesini istemedi. Ama bu kültürler, şarkılar, türküler iç içeydi. Çaldıkları enstrümanlar, yaptıkları müzikler, duyguları aynıydı zaten insanların. Beraber ağladılar, beraber güldüler, bu yüzden de hiç yabancılık çekmiyoruz.
Mesela Lana'dan Ermeni türkülerini dinlediğimde, sözlerini anlamasam da tanıdık geliyor. Aynı melodiler, aynı hisler var. Neyi anlattığını anlayabiliyorum şarkının. Her dilden bir şeyler çalıp söyleyebilmek çok güzel, heyecanlı.
Ş.F.: Aslında birçok işi bir arada yapıyoruz. Örnek vermek gerekirse roman arkadaşlarımız var, çok iyi müzisyenler... Karadenizli müzisyen arkadaşlarımız var. Aslında hep iç içeyiz; şu an tabii müzik paydasında buluşmuş olduk. Birçok şeyi bahsettiğim gibi değişik etnik kökenlerden unsurlarla beraber yapıyoruz. Belki de güzelliği buradadır.
L. B.: Türkçe türküler bana yakın geliyor. Ezgiler, şarkılar hep tanıdık gibi.
'SIKINTILAR YAŞAYAN HALKLARDAN GELİYORUZ'
Ekibiniz bir Kürt, bir Alevi ve bir Gürcü müzisyenden oluşuyor. Sanki hep 'öteki'ler... Nasıl bir araya geldiniz?
O.G.: Özellikle değil, ama herkes birbirini çok iyi anlıyordu. Zaten sıkıntılar yaşayan halklardan geliyoruz. Sıkıntılar altında insanlar çok daha yaratıcı oluyorlar. Örneğin, ben hep Alevi deyişlerinin farkında olan biriyim ve işin bu kısmını da hep önemsiyorum. Yola anlatmak için çıkılmış ve bu sözlere olağanüstü müzikler yapılmış. Yani "Müzik yapalım da üzerine söz yazalım, söyleyelim" gibi bir anlayış yok. "Önce sözleri yazalım" demişler. İşin didaktik kısmı var çünkü, bir şey anlatıyor. Altta da farkında olmadan olağanüstü güzel bir müzik yapılmış, özellikle Alevi deyişlerinde. Ben işin bu kısmıyla uğraşmayı çok seviyorum.
Repertuvarı hazırlarken nelere dikkat ettiniz?
O. G.: Benim vazgeçemeyeceğim birkaç eser vardı. Bir tanesi Hasret Gültekin'in. Bir de Almanya'da yaşamak zorunda kalan Ozan Emekçi'yi çok severim. 30 yıldır yurduna dönemeyen, hem edebi dili hem de müzik kalitesi çok yüksek olan değerli bir sanatçı kendisi. Benim onlara ait vazgeçemediğim birkaç eser vardı, onları tavsiye ettim. Arkadaşlar da beğendiler. Onun dışında "Anadolu'nun çeşitli yerleri olsun" diye düşündük. Her yöreden değil de, daha çok içimize sinen, bizim de severek söyleyebileceğimiz eserleri seçmek istedik ki 'yapabildik' diyebilelim.
Ş. F.: Repertuvarın yüzde 80'ini okuyan Lana olduğu için, Lana'ya göre şekillendiriyoruz.
Müzik piyasasıyla ilgili ne düşünüyorsunuz? Yaptığınız müziğin karşılığını alabiliyor musunuz?
O. G.: Kendine ait yüz yıllarca geçmişi olan türküsünü dizilerden, yarışmalardan öğrenip "Aaa ne güzelmiş" diyen bir halk var... "Aaa bu türkü yeni miymiş?" diye şaşırıyorlar, yani 300 yıldır var ama... Durum maalesef ki hoş değil... Fakat bunlar dönem dönem yaşanıyor. O an memlekette popüler olan müziğe bakınca, ülkenin sosyo-kültürel durumunu görüyorsunuz zaten. Bunlar gelip geçici tabii, klasikler kalıyor. Biz de mümkün olduğu kadar bu klasiklere hizmet etmeye çalışıyoruz.
'TÜRKÜLERİN ORİJİNALLERİNE SADIK KALMAYA ÇALIŞIYORUZ'
Türküleri yorumlarken nelere dikkat ettiniz? Örneğin 300 yıllık bir türküyü piyano ve gitar eşliğinde, diğer Batı enstrümanlarını da kullanarak yorumluyorsunuz. Bu süreç nasıl gelişti?
Şeyhmus Fidan: Biz halkların müziğini yapıyoruz. Önce tabii ki eserlerin orijinal hallerini dinliyoruz. Parçaların orijinal hallerini gitar, piyano ezgileriyle biraz daha modernleştirerek ortak bir paydada sunmaya çalışıyoruz.
O. G.: Etnik müziklerde, bizim "koma" diye adlandırdığımız ara sesler var ve bunlar piyano ve gitarda yok. Bunları daha öncelerde Batı sazlarıyla çalmaya yeni başladıkları zamanlarda maalesef ki komaları yok sayarak, piyanodaki gerekli tuşun eksikliğinden kaynaklanarak farklı yorumladılar. Ama biz mümkün olduğu kadar orijinaline sadık kalmaya çalışıyoruz. Örneğin piyanoda uygun tuş yoksa, o türküde piyano çalmıyoruz. Hangi enstrüman gerekli sesi çıkarıyorsa, o çalınmalı diye düşünüyorum.
7 Nisan Bakırköy konseri sonrası ne yapacaksınız? Yeni projeler nelerdir?
O. G.: Biz aslında bu çalışmayı bir albüme taşımak istiyoruz. Repertuvarımızda olanlara eklemeler yaparak, ustalarla beraber çalıp oluşturmak istiyoruz bu albümü. Bu eserlerin hakkını verecek bir çalışma ortaya çıkarmak istiyoruz.
L. B.: Tabii konserlere devam etmeye de çalışacağız.
Ş. F.: Biraz da süreç gösterecek tabii.
Peki Hasret Gültekin'in türküsü ilk defa mı ortaya çıktı? Kayıp bir türkü müydü?
O. G.: Hasret Gültekin ilk kasedini 1987 yılında yaptı. Her eserin şaheser boyutunda olduğu bir kaset... Henüz 17 yaşındayken yapıyor hem de bu parçaları. Bu eserin bir yurt dışı versiyonu bir de Türkiye'de çıkan versiyonu var. Bu eser yurt dışındaki versiyonunda vardı fakat Türkiye'dekinde yoktu. O yüzden çok fazla duyulmadı, bilinmedi.
Bu eser, adından da belli, "Geri Kalan Ömrüm Nerede?" olarak Hasret'i çok iyi anlatıyor. Ben de hep düşünmüşümdür "Hasret'in geri kalan ömrü nerede?" diye...
Hasret Gültekin olağanüstü bir yetenekti. Bu nedenle bizim için bu eser çok kıymetlidir.
7 Nisan'da yapılacak olan konserin biletlerine Biletix ve Leyla Gencer Opera ve Sanat Merkezi gişelerinden ulaşabilirsiniz.