Teması, İskandinav sanatçı, Elmgreen ve Dragset tarafından "İyi Bir Komşu" olarak belirlenen 15'nci İstanbul Bienali, yapacağı 'sınırötesi' tanıtım kampanyasıyla ele aldığı meseleleri dünya gündemine de taşıyacak. Sanatçı - küratör ikili, gelecek yıl 16 Eylül'den 12 Kasım'a dek yer alacak bienalde izleyici, iletişim ve kamusallık odaklı, insancıl bir bienalin ipuçlarını verirken, AB'yi de Türkiye'ye yönelik dışlayıcı komşuluk ilişkisinden ötürü topa tutuyor.
DUVAR - İstanbul Kültür Sanat Vakfı'nca (İKSV)
gelecek yıl 30'ncu yıldönümü kutlanacak Uluslararası İstanbul
Bienali'nin 15'ncisi, 20 yılı aşkın süredir birlikte çalışan, sanad
dünyasında (Michael) Elmgreen ve (Ingar) Dragset olarak tanınan,
biri Danimarka, diğeri Norveçli iki Avrupalı sanatçının küratörlüğü
ile 'iyi bir komşu' başlığı altında belirlendi.
Etkinliğin danışma kurulunda bu yıl, Adriano Pedrosa, Başak
Şenova, İnci Eviner, Iwona Blazwick ve Ute Meta Bauer gibi isimler
yer alarak, bu tercihlerde pay sahibi oldu. Sanatçı-küratör
ikilinin çalışmaları, heykelden performansa, yerleştirmeden
tiyatroya, pek çok sanat türüne uzanıyor.
2026'ya dek Koç Holding sponsorluğunda yapılan etkinliğin basın
ve kamuoyuna tanıtımı ise, 7 Aralık sabahı İKSV binasında yaşları
sekiz ile 84 arasında çeşitlilik gösteren ve İKSV'ye 'komşu'luk
edegelen 40 kişinin bienal teması hakkında sorduğu sorulara
yaslanan bir performans ve sanatçı Ali Taptık'ın İstanbul'da
ürettiği farklı fotoğraf serilerinden bir seçkiyle zenginleşti.
BİLBOARDLARDA SINIR ÖTESİ KAMPANYASI
.
Bienal direktörlüğünü Bige Örer'in üstlendiği İKSV'nin tanıtım
etkinliğine, kentin kültür sanat hayatına üretim ve emeğiyle
katkısı olan bir çok sanatçı, galerici ve basın çalışanı ile
küratör ve akademisyen ile yabancı konuklar ilgi gösterdi.
16 Eylül ve 12 Kasım 2017 arasında düzenlenecek Bienalin bu
yılki kamuoyu oluşturma girişimi, Türkiye sınırlarını da aşarak
'billboard'lar üzerinden dünyanın bir çok noktasına da uzanacak.
İngiltere, Brezilya, ABD ve Almanya'ya uzanması öngörülen çalışmada
üretim, grafik tasarımcı Rupert Smyth'in pek çok sanatçıyla
hazırladığı görsel yapıtlarla beslenecek, çeşitlenecek. Bienal
gelecek yıl ayrıca, İKSV Film Festivali ile de bağ kurarak, 'iyi
bir komşu' teması çerçevesinde kimi filmleri izleyiciyle
buluşturacak.
Biz de, bu vesileyle küratörler ve bienal direktörü Bige Örer
ile 'iyi bir komşu' olmak bahanesiyle çaylarımızı yudumladık.
Geçmiş dönem yapıtlarınızı temel alarak soralım, ne
kadar ciddisiniz ?
Elmgreen - Dragset: Hayatı çok ciddiye
alıyoruz. Asla ironiye başvurmuyoruz, ama bazen mizah duygusu
olabiliyor. Çünkü bazen neredeyse bir saçmalık / absürditeye maruz
kalabiliyorsunuz. Bazen ise hakikat öyle bir biçimde karşınıza
çıkıyor ki, kendinizi bir Beckett tiyatro oyununda gibi
hissedebiliyorsunuz. Asla ironi veya alaycılık yok, olsa olsa mizah
duygusundan söz edebiliriz. Çünkü böyle olduğunda sizinle o şey
aranıza bir mesafe duygusu giriyor ve bu bizim ilgilendiğimiz bir
şey değil. Ayrıca burada insanlık durumu, Beckett'in vurguladığı
bir unsur olarak da kaydedilmeli. Bu da kendisini oldukça gerçekçi
kılıyor.
İstanbul sizin için nerede, peki bu şehri ne kadar
ciddiye alabiliriz, geçmişte mi, gelecekte mi duruyor
?
E - D: 2000'den beri, İstanbul'a gelip,
gidiyoruz. Kentle ilişkimiz yıllar içinde değişkenlik gösterdi
diyebiliriz. Başlangıçta kentin tarihselliği karşısında büyülenmiş
gibiydik. Kentin tarihsel çok katmanlılığı, özellikle bizim gibi
sakin, küçük Kuzeyli ülkelerden gelenler karşısında kentin
barındırdığı etkileyici kaos, bunun yanında yıllar boyunca
geliştirdiğiniz dostluklar üzerinden kentin size yansıttığı farklı
katmanlar cabası. Doğrusu zaman içinde İstanbul çok değişti ve biz
daha çok kültür sanat katmanında varlık gösteriyor da olsak,
uluslararası bir ağ içinde buraya dahiliz.
Sözgelimi bir çok müze açıldı İstanbul'da. Büyük bir değişim bu.
Ama aynı zamanda burası sürekli değişmesine karşın, bitmek bilmeyen
bir geleneği de barındırmaya devam ediyor. Çok kuvvetli tarih ve
geleneğe sahipsiniz. Dünyada en çok değişen kentlerden biri olarak
sürekli yeni durumlara maruz kalıyor İstanbul. Yeni dinamikler
mevzubahis olabiliyor. Üç bienale katılmış sanatçılar olarak, her
seferinde şehirdeki yeni tartışmalar ve durumlar içinde bulunduk.
Bu elbette bir avantaj olarak alınabilir. Bunun getirdiği bir
samimiyetle bize bu teklif yapıldı.
Bige Örer: Bence 15 yıllık bir dostluğun ve
tanışıklığın olması, farklı durumlarda birlikte çalışmış olmanın
verdiği karşılıklı bir güven duygusu ve birbirini bilme, neyle
ilgilendiğini, neye bakacağını aşağı yukarı önceden kestirebilme
duygusu var, o anlamda bu bienalde bizim için sanatçı küratörlerle
çalışmanın daha yeni bir dil yaratmak için çok doğru ya da önemli,
uygun olduğunu düşündük. Özellikle içinden geçtiğimiz durumu da
dikkate alarak, 25 yıldır birlikte çalışan bir sanatçı ikilisini
tercih etmemizin, tek bir kişinin duruma hakim olduğu değil, kendi
pratiklerinde de o tartışma ve etraflıca değerlendirme geleneğini
de bienale taşıyacağını düşünüyorum.
Basın toplantısında da kıdemli ve tarihsel figürlere
olduğu kadar, yeni sanatçılara da aynı anda yer verebilecek
olduğunuzu ilan ettiniz, bundan beklentiniz neydi ?
E - D: Yakın zaman içinde başarılı veya daha az
başarılı biçimde olsun, 'zamanın ruhu'nu (Zeitgeist) yansıtmaya
yönelik kimi bienal deneyimleri görüldü. Ne mutlu ki bizler bu
çabayı güden bir çok bienali gezme imkânını bulduk. Vardığımız
sonuç ise yaklaşık olarak şu oldu: Görece daha tarihsel ve güncel
perspektifi gözeterek, daha kişisel bir bakış açısı sunmak mümkün.
Çünkü bir 'Zeitgeist' / zamanın ruhu içerikli bienal yapmak
isterseniz, iki yıllık hazırlık sürecinde zaten genellikle o
zamanın ruhu denilen mefhumun çoktan değişmiş olduğunu tecrübe
etmektesiniz. Bu meyanda zaten üzerinde konuştuğunuz şey de çoktan
dün halini alır. Bu yönüyle biz, 'tam da şu an'a daha az
odaklanmaktan yana olacağız. Buna karşın geleceğin umudu ile
ilişkili, tarihsel bakış açısı da bulunan bir eğilim güdeceğiz.
Bu da bir nevî gelecek tasarımı gibi anlaşılmıyor mu
?
E - D: Hayır, ama biz elimizden geldiği kadar,
beraber çalıştığımız sanatçılar eşliğinde, o geleceğin yaratımına
katkıda bulunabiliriz. Çünkü bugün yaptığımız, bir bakıma yarın
için umut inşa etmek.
Ayrıca yeni sanatçıların sadece yeni isimler olduğu için de
bienale davet ediliyor olmalarından söz edemeyiz, çünkü bir yanıyla
bu kuşağın isimleri, yapıtlarında da görebileceğimiz üzere,
teknolojiyle bizden bambaşka ilişkiler kurup, gerek bunun yanında
gerekse buna tepkisel bir davranış geliştirebiliyorlar.
Bunun da dışında, basın toplantısında sunulan performansta
izlediğiniz gibi, farklı kuşakların seslerini işitmeye de
ihtiyacımız bulunuyor. Bu açıdan yapmayı hedeflediğimiz 'muhit' /
'mahalle'de olabildiğince farklı sanatçı ve sanat üretim
pratiklerini bir araya getirmeyi düşünüyoruz.
Bu bienalin en acil avantaj ve dezavantajı nedir size
göre ?
Fotoğraf: Muhsin Akgün
E - D: İstanbul'un, Türkiye'nin geçen yazdan bu
yana maruz kaldığı bunun gibi 'politik türbülans' süreçlerinde
yapılacak bir bienal, bize göre çok daha önem arz ediyor. Öyle ki,
gittiğimiz yerlerde mevcut hakikatten konuştuğumuz esnada, başka
şeylerin de konu edildiğini işitiyoruz. Bir çok Türkiyeli
meslektaşımız, kendileriyle röportaj yapan dış basın mensuplarının
onlara "Türkiye'de neler olup bitiyor?" diye sorduğunu aktarıyor.
Basın mensupları konuyu sürekli olarak Türkiye ve dünyada gelinen
bu son duruma kendi kimlikleri ve ilgi alanları üzerinden politik
hakikat ve küresel meselelere getirmeye gayret ediyor tamam, ama bu
zamanlar aynı biçimde birbirimiz hakkında düşünmek, birlikte
olduğumuz hissini geri kazanmak ve hatırlamak için de son derece
önemli diye düşünüyoruz. Dünyada olup bitenlere dair her zaman
karşıt eylemler içinde olmayabiliriz de.
Basılı, işitsel, sosyal medya ifade özgürlüğü adına size
ne fayda getirecek peki ?
E - D: Billboardları birer kamusal alan olarak
kullanmakla bunu bir nebze yapmaya kalkıştığımız söylenebilir.
Normal ticari reklam tecrübesine güzel bir müdahale biçimi bu.
İstanbul bienalinin en önemli avantaj ve güzellikleri arasında,
katılımcı - izleyicilerin çok büyük kısmının kentlilerden oluşması
geliyor. Yüzbinlerce kişi bienale geliyor ve bunlar sadece sanat
profesyonellerinden ibaret de değiller. Onlar neyin trend olup
olmadığını tayin eden insanlar değil, sahiden o şehirde yaşayan
bireyler. Sözgelimi Venedik'e baktığımızda, orada düzenlenen
bienali izleyenlerin pek azının Venedik'ten olduğunu görebiliriz.
Geri kalan bir çok kişi sanat profesyonellerinden oluşmaktadır. Bu
yönüyle Sao Paolo Bienali ve İstanbul Bienali'nin, içerdiği
iletişim imkânları ve izleyici profilindeki 'küyerel' (küresel ve
yerel) tipolojiyle birbirine çok benzediğini düşünüyoruz.
'KENDİMİZİ GÜVENDE HİSSETTİK'
Küratörlüğü niye kabul ettiniz ?
E - D: (Kahkahalar) Biz de zaman zaman bunu
kendimize sormuyor değiliz. İşin aslı ikili olarak üretimimizdeki
küratöryel pratik ile sanat pratiği 1990'lar Kopenhag sürecimize
değin uzanıyordu ve daha yerel / iç içe bir durumun neticesiydi.
Katıldığımız görece küçük etkinlikler, festivaller ve öteki
sanatçılarla İskandinav ülkelerinde yarattığımız iletişim ağı,
bizlere sanat üretimi hakkında büyük bilgi ve tecrübe sağladı. Bunu
Münih'teki kamusal alanda sanat pratiği gibi örnekler de izledi.
Hepsinin üzerine bir kurum olarak İstanbul Bienali'ni de tecrübe
etmişliğimizi katınca, Fulya Erdemci, Emre Baykal ve Bige Örer gibi
kişiliklerle olan tanışıklığımız, dostluğumuz da buna dahil oldu ve
bugüne geldik. Bu yönüyle İstanbul Bienali bize birdenbire içine
düştüğümüz bir sanat tecrübesi olarak görünmedi. Kendimizi bir
bakıma güvende hissettik.
Temayı ele aldığımızda, bunu Avrupa Birliği'ne
uyarladığınızda ne görüyorsunuz ?
E - D: Umudumuz, bu bienalle birlikte
gelebilecek düşünce katmanlarının birinin de bu yönde
ilerleyebilmesi doğrultusunda aslına bakılırsa. Niçin bu kavramsal
çerçeveyi seçtiğimizin belirtilerinden biri de, sorduğunuz bu
unsurda yatıyor. Komşuluk kavramını daha büyük bir anlayış
çerçevesinde değerlendirmek aşamasındayız artık. Bu da ister
istemez aklımıza 'komşu ülkeler' mefhumunu ve Türkiye'nin AB ile
karşılıklı konumunu getiriyor. Bize göre, bienaldeki performansa
gönderme ile söyleyecek olursak, "İyi bir komşu, ziyaret için size
vize vermek zorunda kalmayandır." Neticede sanatın bugün için ele
aldığı farklı ilgi alanlarını da bu etkinliğe katmayı ve bir çok
farklı sesi bu bünyede buluşturmayı umuyoruz.
İNTERNET BÜYÜK BİR TEHDİT
'Komşuluk' kavramını yeniden düşündürdüğünüz bu bienal
ekseninde, günümüz rekabetçi, kapitalist dünyasında yeni bir
'topluluk' ortaya koyabilmek ne kadar mümkün ?
E - D: Günümüzde eski tip yerel toplulukların
maruz kaldığı en önemli tehdit, bugünkü insanın zamanının büyük
bölümünü İnternet başında geçiriyor oluşu. Böyle olunca yanımızda
kimin yaşadığını, yerel düzlemde neyin veya kimin desteğe ihtiyaç
duyduğunu unutabiliyoruz. Aynı zamanda bunun gibi zamanlarda yeni
ağlar ve yeni topluluklar da peydahlanabiliyor. Adı konmamış
organizasyonlar beliriyor. Bir nevî dayanışma duygusu
oluşabiliyor.
Bunun yanı sıra, çok, çok zor zamanların da yeniden
başlayabileceği bir dönemden geçmekteyiz. Sanat dünyası da, 2016'da
bir çok alanda olduğu gibi bu "Kalk borusu"nu kendince çoktan
işitti. Bu gidişle yeni ağlar ve toplulukların da belirmesi
mevzubahis. Bizlerin de 'büyük kararlar'ın boyunduruğunu
hissetmeden, yeni kendi sistem ve destek mekanizmalarımızı
sınırları aşar biçimde ortaya koymamız mümkün. Sözgelimi New
York'taki sanat ortamında çoktan, yepyeni yerel ağlar belirdi ve
eyleme geçmeye başladılar. Bu bizlerin yıllardır görmediği bir
şeydi. Bir çok protesto eylemi, ABD ve Brexit gibi unsurların da
etkisiyle, sanat dünyasını da kapsamına alarak, "Alo, bir saniye?
Neler oluyor ? Galiba izleyiciyi de biraz daha düşünmemiz
gerekiyor.
Dışarı çıkıp, kendi hava geçirmez balonlarımızdan sıyrılıp,
dışlayıcı olmaktan ziyade kapsayıcı olan bir yaklaşımla, daha geniş
bir izleyiciye erişmeliyiz. Bu minvalde yapılacak kimi sanat
etkinliklerinin daha iletişime odaklı, kapsayıcı olması
düşünülebilir.
Sanatın sadece sanat profesyonelleri veya VIP kartlarını
taşıyanlara hitap etmemelerini sağlamamız mümkün olabilir. Sanatın
geniş kitlelere ücretsiz olarak sunulmasının, küratörler açısından
da belli bir meydan okuyucu yanı olduğunu düşünüyoruz. Kendimiz
gibi düşünebilen kimselerin yanında, bizim gibi düşünüp
yaşamayanlara da açık olmamız gerekiyor. Bu yanıyla öteki
bienallerden çok daha az karmaşık bir bienal olmasını, bunun işlere
de yansımasını umuyoruz. Herkese açık olan işlerle, bir tür
arabuluculuk sağlamasını temenni ediyoruz.
Bu bienalde ayrıca, yapıtların yanı sıra sanatçıların da
kendi aralarında birbirleriyle iletişim ve üretime geçmelerinin
yolları aranacak diyebilir miyiz ?
Fotoğraf: Muhsin Akgün
Bige Örer: Tabii ki. Şu anda isimlerini
paylaşmıyoruz ama araştırma gezisi için İstanbul'da bulunan bazı
sanatçılarımız var. Ve özellikle genç sanatçılar ve sanat
öğrencileri ile bienal sanatçılarının şimdiden buluşup düşünce ve
işlerini paylaşmaları ve yerel sanat alanı ile sanat öğrencilerinin
nelerle ilgilendiklerini, nerede durduklarını tartışabilecekleri
bir platform yaratmaya çalışıyoruz. Bunda da Zeyno Pekünlü'nün
katkısı olduğunu söyleyebiliriz.
E - D: Sergi süresince katılımcıların
kendilerini mevcut diyaloğa katabilecekleri farklı programlar
geliştirmenin yollarını araştırmaya başladık. Umarız ki, azalan
turistik ilgiyi de bu vesile ile biraz artırabilir ve insanları
İstanbul'a çekebiliriz. Elbette öteki kurumlar ve sanatçılar da
bundan fayda elde edebilirler. Biz sanat yapmaya başladığımızda,
İskandinavya uluslararası güncel sanat haritasında bile yerini
almış değildi. Ne zaman ki dışarıdan kimi insanlar geldi, o vakit
işlerin gidişi değişti.
Bienalin tanıtımındaki performans, bir çok kimliğe vurgu
yaptı. Bu bienalin kendisine hangi seviyede tesir edecek peki
?
E - D: Bir çok farklı ülkeden çok sayıda
sanatçının geleceğini söyleyebilirim. Çünkü biçim gereği, bienal
harika bir yan etki üretiyor: Dünyanın farklı yörelerinden
sanatçılar bir araya geliyor ve arkadaş oluyorlar, bu ortaya yeni
iletişim ağları da çıkarıyor.
Günümüz sanat dünyasının en önemli zaferi ve yenilgisi
size göre nedir ?
E - D: Aynı: Güncel sanatın popülerliği. Güncel
sanat bugünün en büyük kumarı ve kaybı artık. En büyük kumar, çünkü
güncel sanatla daha önce hiç ilgilenmemiş bir çok medya kurumu
birden yapılanlarla ilgilenmeye başlıyor; gazeteler, TV'ler,
dergiler ve radyolarıyla. Sanat üzerine bir çok haber yayımlanıyor
ve arabuluculuk yapıldıktan sonra daha geniş bir kitle güncel
sanatı tecrübe etmek üzere müzelere ve bienallere gitmeye başlıyor.
Bu da aynı zamanda bir tehlike arzediyor.
Çünkü sanat dünyası, günümüzde çok fazla 'harikulade' olma
iddiasını güdüyor. Aşırı, adeta hormonal bir dengesizlik içine
girebiliyor. Müzelerin yaptığı büyük bütçeli saraysı sergiler,
belki kaderimiz olmayabilir de. Sanat sırf hangi sanatçının
'gözde', hangisinin gözden düşme olduğu veya hangisinin harikulade
veya en pahalı sanatçı olması ile tarif edilecekse eğer, bunun ne
sanata, ne de sanat üzerine yapılan tartışmalara bir faydası
dokunur.
KİMİ SANAT ESERLERİ POLİTİKAYI BİR ESTETİK MALZEME
OLARAK KULLANABİLİYOR
Bu riskli listeye aşırı politize edilmiş sanatı da
katalım mı ?
E - D: Kimi sanat eserleri, politikayı bir
estetik malzeme olarak kullanabiliyor. Eğer salt estetik
gerekçelerle ise, bunda bir mahsur olabilir. Çünkü çok önemli
politik meseleleri gündeme alırken, buna sadece sanat, sadece
eğlence deyip de geçemezsiniz. Bu hoş olmaz. Ama bunun yanı sıra
çok sayıda politik sanat ürünü ile de karşılaşmaktayız. Bu çok
önemli, çünkü bazen sergilere bizzat politikacılar da gelebiliyor.
Bunun da güçlü neticeleri olabiliyor. Önümüzde bu uğurda üretilmiş
kötü ve iyi örnekler duruyor en sonunda.
Bugünün sanat dünyasında gerçek 'değer'i kim üretiyor
size göre ?
E - D: Ruhsal değerleri baz alırsak, bugün bir
çok sanatçının, kendi kimlikleri üzerinden hayatlarını
sürdürebilmenin farklı yönlerini ortaya koymaları açısından politik
seviyede de büyük önem ve değer taşıdıklarına inanıyoruz. Ticari
değer ? Bunu bilemiyoruz ve umurumuzda da değil zaten.
Yakın zaman önce çok endişeli bir çok eleştirmenin buluştuğu ve
sanat dünyasının nasıl bu kadar ticarileştiği ve
'harikuladeleştiği'nden yakındığı bir panele katıldık. Orada biraz
çıkıntılık ettik sanırım, zira eleştirmenlere şunu sorduk: En son
ne zaman kendi sırça sarayınızdan çıkarak, bir sanatçı atölyesine
gittiniz ? Hiçbiri gitmemişti.
İşte, onların kendi sanat dünyası perspektiflerinden
çıkışlarıdır ki, bakış açılarını değiştirecek olan yegâne şey de
bu. Çünkü hatırlamamız gereken asıl sanat dünyası, salt bienaller,
büyük müzeler, fuarlar, dev açılışlardan ibaret değildir.
Sanat dünyasında sanatçılar tarafından örgütlenip idare edilen
bağımsız mekânlara gittiğimizde, onların kendine özgü izleyici ve
ilişki trafiklerinin olduğunu biliyoruz, çünkü oraları ziyaret
ediyoruz. Çok da iyi işlediklerini biliyoruz.
Bu sebeple konuların ilelebet gündeme kalmayacağını biliyoruz,
çünkü böylesi yerlerde 'küratör oyunu'ndan bir çok kişi bahseder
durumda bugün. Sergiler bambaşka bir hal almış durumda. Belki
sanatçılar daha fazla inisiyatif kullanıyor ve farklı sesler
çıkarabiliyor. Yeni nesil ortaya çıkıyor ve gücü kendi talihinden
yana, umutlu bir dengeyle ele alıyor.
İstanbul gibi 24 saatlik bir şantiyede, 'iyi bir
komşu'luğu ele almak isteyen iki küratöre bu kent nasıl yanıt
verebilecek ?
Bige Örer: Bienalin mekân kullanımı olarak, bu
bienalde özellikle yürüme mesafesindeki mekânlar tercih edildi.
Tıpkı sanatçı sayısında olduğu gibi, nasıl ki 50 - 60 sanatçının
her biriyle yeterince ilgilenilebilecek zaman ve kaynak olsun diye
düşünüldüyse, mekânların sayısı ve dağılımı da, belki hem
mekânların, hem sanatçıların komşuluğu açısından ve hem de
izleyicinin kolaylıkla hareket edebilmesi açısından bir kolaylık
sağlayacak.
Diğer farklı mahallelere yayılma durumu ise sanırım bu
'Billboard' projesi ile olacak. Bir de tabii ki, düzenleyeceğimiz
çeşitli konuşmalar, hepimizin yıllardır buluştuğumuz mekânlarda
yapılacak daha küçük ölçekli buluşmalarda gerçekleşecek.
Bienal takvimi bittiğinde, belli bir hedef gözettiniz mi
? Etkinlik sonu üretilen kitaplardan farklı olarak daha alternatif
bir ürün ortaya koyacak mısınız ?
B. Ö.: Bienalin sergileri ve sözünü ettiğim
programlar dışında, önümüzde komşuluk üzerine yakın dönemde
yapılmış birtakım araştırmalar bulunuyor. Yılmaz Esmer'in değerler
üzerine yaptığı araştırma bir örnek; her beş yılda bir yapılan bu
araştırmada komşulukla ilgili dört, beş sayfalık bir bölüm yer
alıyor. Türkiye genelindeki bu araştırmada yer alan katılımcılara,
"Kimi komşunuz olarak görmüyorsunuz?" sorusu da yöneltiliyor.
2017'de bu araştırmanın tekrarlanma ihtimali var. Hem bu araştırma,
hem de farklı disiplinlerin komşuluk ve ev üzerine yapmış oldukları
veya üzerinde çalıştıkları araştırmalara bakıyoruz.
Bunun dışında, bu bienalin çok kişisel olan bir tarafı var. 40
kişinin sorduğu 40 soruyla, kendimize de biraz bakmamızı sağlıyor
sanıyorum. Sınırlarımız var mı, başka birini olduğu gibi kabul
edebiliyor muyuz ? Bir arada, kendi farklı kimliklerimizle beraber
yaşamayı, onları gizlemeye yok etmeye çalışmadan, bu tecrübeyi
yeniden düşünebilir miyiz ? Bu soruları sanatçılarla birlikte
düşünmeye teşvik eden bir bienal bu.
Sanatçı listesini küratörler neye göre belirliyor
?
B. Ö. : Halen üzerinde çalışıyoruz. Önümüzdeki
aylarda da stüdyo ziyaretlerine İstanbul ve İstanbul dışında devam
edeceğiz. Küratörlerin izlediği sergiler veya sanatçı atölyesi
ziyaretleri, taranan yayınlar gibi farklı kaynaklar söz konusu
diyebilirim.
İYİ BİR KOMŞUYA
İHTİYACIMIZ VAR
Bienal neden bir dünya kampanyasına başvuruyor
?
B. Ö. : Bienalin 30'ncu senesi olması ve
içinden geçtiğimiz politik buhran buna örnek verilebilir.
İşbirliklerini daha fazla güçlendirmeye ve yan yana durmaya
ihtiyacımız var. Hem Türkiye'de, hem de uluslararası alanda bu
işbirliklerini geliştirmek adına, birbirimizin sesini duyurabilmek
adına billboard kampanyasının çok pratik olarak da
gerçekleşebileceğini düşündük. Şimdi kültür kurumları ile iletişim
halindeyiz. Billboard'ların, her gerçekleşecek şehirde, orasının
diliyle yer almasını istiyoruz. İyi bir komşu, hem yerelde bize çok
dokunan bir tema, aynı zamanda da dünyaya baktığımızda benzer
tartışmaların yer aldığını görebiliyoruz.
İngiltere'de Brexit ile birlikte bu tartışmalar gerçekten
hararetli bir hal aldı. Ya da ABD'de son seçimlerle birlikte
komşuların ülkeye girişlerinin engellenmesi için yapılması
planlanan duvarlarla, aslında sınırlara neden ihtiyaç duyduğumuz,
neden bir arada durmanın, yaşamanın yolunu bulmaya çalışmadığımız
ve üç milyon Suriyelinin neden o kalın sınır çizgileriyle
karşılaştığı gibi sorular gündeme gelebiliyor. Birbirimizi ezmeden,
birbirimizin kimliklerini yok etmeye çalışmadan elbette.
Daha ekonomik ve ekolojik bir bienal mümkün mü
?
B. Ö. : Aslında ekolojik meseleler ile ilgili
olarak kamusal programımızın bir parçası da bu konuya bakmaya
niyetli. Ekonomik anlamda ise, bizim temel önceliğimiz serginin
prodüksiyonu diye ayırabileceğimiz, doğrudan sanatçıların yeni
işlerinin üretimlerine ve yapacakları araştırma ziyaretleri ile,
kimi nakliyelere ve kamusal programın gerçekleşebilmesi için
bütçenin aslında büyük bölümünü buna ayırmak. Şu anda Koç Holding
ile yaptığımız 10 yıllık sponsorluk süreci devam ediyor. Bunun
dışında her sanatçının projesinin gerçekleşmesi için uluslararası
kurumlara başvurular yapıyoruz. Katmanlı bir kaynak geliştirme
stratejimiz olduğunu söyleyebilirim.