“Mültecilere hayır! Yıllarca çalış çabala, mültecilere yer açmak için mi? Eğer çok istiyorsanız, mültecilere evinizde siz yer açın ve besleyin”
“Atalarımız bize vatanımızı savunmayı öğretti. Bu insanlar vatanlarından vazgeçmişler, mülteci mi demek lazım onlara, ödlek mi?
Bu sözleri Türkçe Twitter’dan almadım, hayır. Ama Türkçeye çevirip Twitter’da aratınca yüzlerce benzeşen tweet çıktı, evet.
Bunlar Çinli internet kullanıcılarının sözleri. Çin’in BM iyi niyet elçisi, Çin devletine daha çok mülteci kabul etmesi yönünde çağrı yapınca Çin’in Twitter’i Weibo, ayağa kalktı. Daha önce, örneğin basına sansür konusunda da Çin devletini açıktan eleştirmiş ve o zaman takdirle karşılanmış olan oyuncunun ne saçı uzun aklı kısalığı kaldı (evet, Çince’de de benzer bir deyim var), ne dış mihraklığı (evet, Çin’de Soroscu olmak diye bir hakaret var).
Bu fırtına, uluslararası toplum Çin’e BM mülteci programlarına sadece maddi yardımda bulunmaması, sığınmacıların kabul edilmesi ve mülteci olarak tanınması için de çağrı yapınca koptu.
Çin aslında 1951 Cenevre Sözleşmesi’ne (BM Mültecilerin Hukuki Durumuna Dair Sözleşme) taraf. 1977-88 yılları arasında Vietnamlı mültecilerin kabulü uluslararası göç tarihinde örnek gösterilen en başarılı entegrasyon süreçlerinden. Günümüze geldiğimizde, Çin, uluslararası topluma karşı sorumluluğunu yerine getiren bir süper güç olmak adına uluslararası göç ve iltica sistemlerine en yüksek maddi yardımı yapan ülkeler arasında. Uluslararası kurumlarda çalışmak üzere eğitilmiş çok sayıda işgücü de var.
Ama, Çin artık sığınmacı kabul etmiyor. Kuzey Kore, Myanmar, Laos ve Kamboçya gibi komşu ülkelerden gelenler ‘misafir’ statüsünde bekletilirken (Türkiye’nin Suriye’den gelen mültecilere uzun süre yaptığı gibi); Pekin, diğer ülkelerden gelen ya da gelebilecek olan mülteciler için BM Mülteciler Yüksek Komiserliği ile çalışmayı reddediyor. BM’yi geri gönderme yerine yerleştirme politikası izlemekle eleştiriyor.
Çin devleti, Türkiye’nin yıllarca sadece Batı’dan gelen Türk-soylu mülteci kabul etmesi gibi, iç güvenlik neden gösterilerek Güney Asya ve Orta Asya’dan sığınmacı kabul etmiyor. Bu ülkelerden gelenlerin Çin’e yerleştirilmesi durumunda özellikle Batı bölgesinin demografisini değiştireceği iddia ediliyor.
Suriye gibi görece uzak coğrafyalardan gelebilecek olan mültecilerin kabulüne dair ise ciddi bir kamuoyu baskısı var. Çin sosyal medyasının Avrupa’daki göçmen karşıtlığına karşı tavrı kıtada yükselen aşırı sağın gözlerini dolduracak şiddette: “Mülteciler Avrupa’nın sonunu getirecek”, “Almanya, Macaristan’dan ders alsın”, “Merkel kendini merhamet tanrıçası mı sanıyor?”, “Bıktık bu beyaz solculardan”.
Beyaz solcu, Çinli muhafazakarların mülteci, kadın, LGBTİ, çevre, hayvan hakları gibi konulara kaygılananlara taktığı isim. Amerika’da Trump destekçilerinin demokratlara taktiği libtard [liberal retard/liberal geri zekalı] ismine benzer çağrışımları var. ‘Kanayan kalpler’ ve ‘kar tanecikleri’ de sıklıkla hakaret olarak kullanılan terimler. Eksi Sözlük’teki Suriyeli mülteci karşıtı yazarlara bakarsak, libtard Türkiye’deki karşılığını ‘yetmez ama evetçi’ teriminde bulmuş görünüyor ama umarım, insan hakları savunuculuğunun bundan daha geniş bir toplumsal tabanı vardır.
Çin sosyal medyasındaki bu ‘beyaz solcu’ karşıtlığı tüm toplumu temsil etmiyor elbette, kamuoyu anketleri mülteci ve göçmenlere karşı çok daha ılımlı bir resim sunuyor, neyse ki.
Irkçı hakaretler ayıklanınca, Çin sosyal medyasının Suriyeli göçmenlere karşı tavrı üç ana noktada toplanabilir:
1. Sorunu biz mi başlattık? Soruna neden olanlar (Batı) çözsün, bizim sorumluluğumuz değil.
2. Gelenler Müslüman olmalarından dolayı memlekette güvenlik sorunu yaratacaklar (Çin’de 11 Eylül’le başlayan ama son yıllarda şiddetlenen, artık sadece Uygurları değil Çinli Müslümanlar olan Hui’leri de etkilemeye başlayan bir Müslüman karşıtlığı var)
3. Biz hâlâ kalkınmakta olan bir ülkeyiz, kendi fakirlerimiz var mültecilerden önce kurtarmamız gereken.
*
Çin sosyal medyasının Suriyeli göçmen nefreti, ABD’deki göçmen krizine çok da yansımıyor. Çin-ABD ticaret savaşı, Huawei skandalı gibi nedenlerle ABD karşıtlığı yükselişte olsa da, Çin’deki muhafazakar kamuoyu dediğim dedik ve fevri lider hayranlıklarına uyan Trump’ı pek seviyor. Buna rağmen, Meksika sınırındaki göçmen kampları konusunda kamuoyunun bu kesimi sessiz.
Belki de Çin aslında bir göçmen ülkesi olduğu içindir. Amerika ve Türkiye gibi.
Çin tarihsel olarak çok göç almış ve vermiş bir diyar. İpek Yolu’yla gelen tacirler, din adamları, sanatçıların sayesinde bugün Çinli Yahudi topluluğu da var, doğu yakasının en uç noktalarında, imparatorluk zamanında devleti en üst noktalarına kadar çıkmış üyeleri olan bir Müslüman cemaati de.
Bir diğer örnek, yirminci yüzyılın ilk yarısında Mançurya’ya ve Şanghay’a kaçan Rusya Yahudileri. Onlar Şanghay’daki Batı Avrupalı cemaatin tarafından hakir gorüldüler, oysa Çin’e on dokuzuncu yüzyıldan itibaren dalga dalga göçen Bağdadi Yahudileri Şanghay’ı sinema dünyasına sokmuşlardı. Şanghay’dan ayrılanlar, tıpkı Türkiye akademisinin iç çekişmelerinden usanıp gidenler gibi Kuzey Amerika’nın kültürel, bilimsel gelişmesinin ana taşlarından birini oluşturdu. Einstein için denir, “o da mülteciydi” diye, yalnız o değil. Mülteciler bildikleri yaşam uğraşlarından koparılınca çocuklarını okutur. Balkan muhacirlerinin ikinci, üçüncü kuşakları buna bir örnektir. Kavala’da muhasebeciyken Ege’de tütün tarlası verilen muhacir, çocuğunu Köy Enstitüsü’ne, Öğretmen Okulu’na gönderir.
Günümüzde, Vietnam’da gelen Hoa azınlığı gibi mülteci statüsünde olanlar artık vatandaşlık bekliyorlar ama çok da sorun çekmiyorlar çünkü çoğunlukla etnik/dilsel bağlarının olduğu azınlıkların yaşadığı sınır bölgelerinde kalmış durumdalar. Ekonomik göçmen olarak gelenler arasında 'göçmen gelin'ler (uzaktan anlaşmalı evlilik için gelen göçmenler) ön plana çıkıyor. Çin’in sıkı nüfus planlamasının ve kırdan kente göçün demografik sonuçlarından biri kadın-erkek oranındaki eşitsizlik ve özellikle köylerde genç erkeklerin evlenememesi. Bu ‘evde kalmış’ erkekler Çin’in daha az gelişmiş komşularından bir 'göçmen gelin' talebi yarattı. Vietnam, Laos, Kamboçya gibi Çin’i takip ederek kapitalist dönüşüm yaşayan ülkelerle başlayan akım, son olarak Pakistanlı Hristiyan 'göçmen gelin'lerle devam ediyor. Ancak bu 'göçmen gelin'lerin ne kadarının ekonomik göçmen olduğu, ne kadarının insan kaçakçılığı sonucu kendilerini Çin’in köylerinde bulduğu tartışma konusu.
*
Çin, yüzyıllar boyu, özellikle Güneydoğu Asya ve Amerika kıtasına göç vermiş bir ülke. Çin diasporası Amerika’da çoğunlukla beyaz yakalılardan oluşuyor ama Güneydoğu Asya’nın ekonomik seçkinler sınıfı siyasi rejim ne olursa olsun Çinliler. Aynı zamanda, iç göç Çin’in toplumsal dinamiklerinin ayrılmaz bir parçası. Örneğin, onuncu yüzyılda kuzeyden güneye göç etmiş Hakkalar hâlâ dillerini koruyorlar çünkü zamanında yerliler onları içlerine kabul etmediklerinden halka seklinde içe kapalı köyler yapmışlar kendilerine dağlarda. Bugünlerde, bölgeler arası böylesi büyük göç dalgaları, Sincan’dan göçen Uygurlar ya da düşük kentleşme oranı olan Orta Çin’den göçen Hanlar. Bu göçmenler, yerli halk tarafından hakir ve hatta tehlikeli görünüyor ama Çin’in emek yoğun büyümesinin lokomotifi göçmen işgücü. Çin’deki ülke içi pasaport/oturma izni uygulaması, iç göçün dış göçe benzer bir yasal belgeleri olanlar ve olmayanlar ayrımı yaratmasına neden oluyor.
Türkiye’de Göçmen Dayanışma Ağı gibi platformların göçmen ve mültecilere verdiği desteği Çin’de iç ve dış göçmenlere veren birçok sivil toplum örgütü var. Bu örgütler göçmen çocuklarının eğitim ve sağlık hizmetlerine erişimi ve ikinci kuşak göçmenlerin bulundukları şehre uyumu için uzun bir mücadele verdiler ve kazanımları iç pasaportsuzların da kamu hizmetlerine erişimi oldu. Bu kazanımlara paralel olarak, göçmen işçiler sendikaların alamadığı grev ve toplu sözleşme hakkını kurdukları işçi komitelerinde örgütlenerek aldılar. Bu yasal kazanımlar, toplumsal-iktisadi eşitsizliklerin giderildiği anlamına gelmiyor elbette.
Çin toplumu, diğer bütün modern toplumlar gibi elbette, göçlerle bugüne gelmiş bir toplum. Ama göçmenler kültürel olarak hâlâ hor görülüyor. Bunun en temel nedeni, Mao döneminde, resmi söylem aksini iddia etse de, kentliliğin, ve son zamanlarda, beyaz yakalılığın daha makbul hale gelmesi. Geçen sene, Pekin’de bir göçmen mahallesinde çıkan yangın sonrası belediye bütün gecekonduları boşaltıp göçmenleri şehirden sürünce Çin kamuoyu ikiye bölündü. Bir tarafta göçmenlerin kamu sağlığı ve güvenliğine tehdit olarak görülmesine karşı çıkan “beyaz sol”, diğer tarafta “onlar da kafalarını kullansalardı da gecekondudan çıkış yolunu bulsalardı, her koyun kendi bacağından asılır” diyenler.
Geçtiğimiz hafta Hong Kong’dan çok bahsettik, yine sözü oraya bağlayalım. Hong Kong, Çin’e karşı kültürel milliyetçi tonlar taşıyan bir özerklik mücadelesi veriyor ama kendi göçmenlerine ve mültecilerine karşı ırkçı ve sınıfçı olmakla eleştiriliyor. Buna karşılık, zamanında Hong Kong’un ekonomik büyümesinin fiziksel işgücünü oluşturan Sri Lankalı göçmenler, bugünün hizmet sektörünü ayakta tutan Filipinli göçmenler, Afrikalı ve Güney Asyalı mülteciler Hong Kong’un Pekin’e karşı mücadelesini uzaktan izlemekle yetiniyor, çünkü bu onları içine almak istemeyen bir toplumun mücadelesi.
*
Çin’de ve Türkiye’de iç göç hikayelerinin de gösterdiği gibi, mültecilik ve göçmenler çoğunlukla milliyetçilik üzerinden tartışılıyor ama özünde bir sınıf, güç ve kaynakların bölüşümü meselesi. Suriyeli mülteci düşmanlığının vardığı inanılmaz boyutlara bir tepki olarak #HepimizGöçmeniz diye hashtag açılmıştı geçen hafta, muhacir çocuğuyum, yüreğiminin tam ortasında bir yerlere dokundu. Olmasam da dokunurdu. Çinlileri ve Trump’ı ayıplarken ‘ama bizim durumumuz başka’ değil.