Komün Dergi yayın kurulu üyesi Ahmet Kavruk: 'Gezi' dergicilik için imkan sağladı

Sosyalizmin teorik-politik sorunlarıyla uğraşmayı amaç edinen Komün Dergi, üç aylık bir periyotta raflarda yerini alıyor. 2018 yılının Eylül ayında internet sitesi üzerinden yayın hayatına başlayan dergi, yazıları kamulaştırmayı vaat ediyor. Dergi yayın kurulu üyelerinden Ahmet Kavruk ile dergiciliği ve dergi-siyaset ilişkisini konuştuk.

Abone ol

DUVAR - 2018 yılının Eylül ayında yayın hayatına internet üzerinden başlayan Komün Dergi, 2019 yılının başında matbu olarak da okur ile buluşmaya başladı. Üç aylık bir periyotta yayımlanan derginin, röportajın yapıldığı şu günlerde hala ilk sayısı raflarda bulunuyor. Kendilerini, sadece dergici ya da yayıncı olarak nitelemeyen ve ismini aldıkları “komün” mefhumunu, hakikatin kurucu öğesi ve örgütlenme zemini olarak gören dergi ekibi, Anadolu’nun tarihinde geçmişten bugüne gerçekleşen direniş olgu ve olaylarını mirası olarak kabul ve oradan güç aldığını deklare ediyor. Dergi yayın kurulu üyelerinden Ahmet Kavruk ile bir araya geldik ve dergiciliğin teorik ve pratik sorunlarını, siyaset ve dergicilik ilişkisini ve gelenek mefhumunu konuştuk.

İlk olarak, siyasal bilimleri konu edinen herhangi bir yazı kaleme alan bir yazar, derginize nasıl ulaşıyor?

Komün Dergi’nin iki tipte yazarı var. İlki elimizin kolumuzun değebildiği yerde olanlar. Onlarla zaten hep bir şekilde temas halindeyiz. Bazen e-posta yoluyla bazen dergi bürosunda bazen de bir toplantıda. Bir de elimizin kolumuzun değemediği yerlerde olan yazarlarımız var. Onlarla temasımızda aramızda üçüncü bir göz var, bir komisyon. Mektup okuma komisyonu! Tutsak yazarlarımızdan bahsediyorum. Onların dergimize ulaşması için bu komisyonu aşmaları, yazdıklarına “görülmüştür” ibaresinin eklenmesi gerekiyor. Biz çok sayıda politik tutsak ile temas halindeyiz ve hapishane üretimine çok önem veriyoruz. Çeşitli hapishanelerde hem yazarlarımız var hem de okurlarımız var.

1925 TKP tevkifatını başlangıç alalım. Artık Türkiye’de dört kuşağı geçen politik tutsaklık deneyimi birikti. Bu insanların yazdığı, çizdiği ve ürettiği birçok şey var. Özellikle, politik tutsakların teorik üretiminin yeterince bilinmediğini ve bu alana önem verilmediğini düşünüyoruz. Komün Dergi’de, politik tutsakların teorik politik üretimlerinin özel bir yeri var. Tabi mektup okuma komisyonunu aşabilirsek! Bu komisyondakiler, tahmin edersiniz, yazıları pek okumayıp şöyle bir göz gezdiriyorlar; içerisinde örgüt, komünizm, devrimci politika veya buna benzer ifadeler varsa hemen bir kenara atıyorlar mektubu. Hatta artık güncel olaylara dair yapılan küçük değerlendirmeler bile mektupların engellenmesine sebep olabiliyor. Hapishane üretimine dair bir de hiçbirimizin bilmediği bir üretim söz konusu. Doğar doğmaz, yazarın parmaklarından çıkar çıkmaz hapishane tellerine takılan üretimler… Dört kuşağın birikimini göz önüne aldığımızda, insan “Kim bilir bugüne kadar ne yazılar yazılmıştır da bize ulaşamamıştır” diye hayıflanmadan edemiyor.

'KOMÜN, HAKİKATİN KURUCU ÖGESİ VE ÖRGÜTLENME ZEMİNİ'

Komün Dergi, varoluş ve biçimleniş durumunu hangi felsefi temel üzerine şekillendirir? Düşünsel sürecinizin altyapısını hangi sözlerle anlatırsınız?

Öncelikle Komün’ün sadece bir dergicilik veyahut yayıncılık faaliyeti olmadığını belirtmem gerekiyor. İsim olarak da edindiğimiz komünü, hakikatin kurucu ögesi ve örgütlenme zemini olarak görüyoruz. Ezilenlerin mücadele deneyimlerinde komün zaten kanlı canlı meydanda değil midir? Spartaküs’ten Şeyh Bedreddin’e, Paris Komünarlarından Ekim Devrimi’ne, Bolivya dağlarından Mahir, Deniz ve Kaypakkaya’ya yayılan tufan, komün gücünün tezahürüdür.

Komün’ün varlığının uçları Paramaz’ın idam sehpasına, Mustafa Suphi’nin gemisine, grevlere, gençlik isyanlarına, 71 kopuşuna, hapishane direnişlerine, Gezi isyanına, Ortadoğu coğrafyasına ve hatta taşı dahi olmayan binlerce mezara dağılmıştır. Bu varlık hem mirasımızdır hem de mücadele dinamizmimizdir; bu miras aynı zamanda bizim mihenk taşımızdır.

'YAŞANAN GELİŞMELERİ MARKSİST BİR BAKIŞ AÇISIYLA ELE ALIYOR'

Komün Dergi, sosyalizmin teorik politik sorunlarıyla olduğu gibi içinde yaşadığımız bölgede ve dünyada yaşanan siyasal problemlerle de uğraşmaya niyetlidir. Komün Dergi, tüm bu sorunlarla, problemlerle uğraşırken yaşanan gelişmeleri ve meseleleri Marksist bir bakış açısıyla ele alıyor. Sadece ele almakla kalmıyor bu sorunlara dair somut çözümler sunma ve örgütlülük yaratma gayreti içerisinde. Bunları yaparken bir yandan da teori yapmak için Marksizmi eleştirmenin veya onu aşmanın amentü haline gelen liberal solculuğa karşı çıkıyor. 20. yüzyılın olumsuz deneyimlerini önce Sovyet revizyonizmine, yetmeyince Stalinizme, hızını alamayınca da Marksizmin kendisine sevk eden liberal sol anlayış, her cepheden Marksizme meydan okuyor. Sol liberalizm, 21. yüzyılın olumsuz deneyimlerini yaşamsal, psikanalitik, kimlik, cinsel yönelim ve ekoloji açılarından oldukça yetkin ve ayrıntılı inceliyor; incelerken de Marksizmi yetersizlikle suçlamayı ihmal etmiyor, sınıfsal yorumu eskimiş buluyor.

'DEVRİMCİ OLMAYAN BİR MARKSİZM SÖZ KONUSU OLAMAZ'

Bugün içinde yaşadığımız dünyayı anlamak istiyorsak Marksizm’i bilmek gerekiyor. Ama bilmek değiştirmeye yetmiyor. Bugün yoksulluk, işsizlik, emek sömürüsü, kadınlar ve uluslar üzerinde baskı ve kapitalizmin yaşadığı derin kriz hiç olmadığı kadar çok Marksizm’i gerektiriyor. Ancak siyaset üstü olan sadece kapalı salonlarda konuşulan ve sadece makalelerde geçen bir “Akademik Marksizm” değil. Devrimci olmayan bir Marksizm söz konusu olamaz!

'DERGİMİZDE EDİTÖR TERİMİNİ KULLANMIYORUZ'

Dergicilikte editör-yazar ilişkisini nasıl yorumlarsınız? İlk kez bir dergiye yazı gönderen bir yazarın editörle ilişkisi, ona bakış açısı ne oluyor?

Az önce belirttiğim gibi, dergimiz örgütlenme deneyiminin ve arayışının yalnızca bir parçası. Hayatlarımızı sadece dergi çıkarmak ya da basın yayın çalışması üzerinden kurgulamıyoruz. Birçok arkadaşımız farklı mesleklerde çalışırken bu derginin parçası olmayı sürdürüyorlar. Dolayısıyla editör - yazar ilişkisi bizde sıradan bir yayıncılık veya gazetecilik faaliyeti olarak şekillenmiyor. Ayrıca dergimizde editör terimini kullanmıyoruz, bir yayın kurulumuz var. Kurulda çalışanlar, aynı zamanda internet sitesinin ve derginin de yazarı. Öte yandan tasarım, mizanpaj veya redaksiyon gibi teknik işleri de yayın kurulu yapıyor. Dergimize e-posta ile veya normal posta yoluyla biri ilk defa yazı gönderdiğinde, ilkelerimizle ve hedeflerimizle uyumlu ise elbette yayımlıyoruz; ama bağımızı klavye tuşları, ekran, kâğıt veya mürekkep oluşturmadığı için de mutlaka gidip o insana temas ediyoruz. Beraber nasıl bir üretim yapabiliriz diyoruz.

'EKONOMİK KRİZDEN MIZMIZLANMAK KOMÜN İÇİN BİR PARADOKS'

Bu seneki üretiminiz nasıldı? Ekonomik krizin yaptırımı oldu mu? Krizin sürekliliğinden ve üretiminizin niteliğini etkilediğinden bahsetmek mümkün mü?

İnternet sitesi ve basılı dergi olmak üzere iki alanda üretimimiz var. İlk olarak 2018 yılının Eylül ayında internet sitesi üzerinden yayın hayatımıza başladık. Daha sonra 2019 yılının başında dergimizi çıkardık. Nisan ayında da 2. sayımızı çıkaracağız. Ekrandan okunabilecek ölçüde kısa ve gündelik politikaya ilişkin yazıları internet sitemizde yayımlıyoruz. Teorik içerikli metinleri ise üç ayda bir basılan dergide değerlendiriyoruz. Ekonomik krizin etkisinden dolayı mızmızlanmak, herhalde Komün için bir paradoks olurdu! Evet; kağıt pahalı, matbaa hizmeti pahalı, dağıtım pahalı, dergiyi dizayn etmek için kullanılan bilgisayar programları bile pahalı! Tüm bu saydığım şeyler bizi zorluyor. Ancak tüm bu zorlayan nedenlere rağmen Komün’ün amacı dergi üzerinden kar etmek değil. Bu amaç hem bizim işimizi kolaylaştırıyor hem de diğer dergilerden farklılaştırıyor. Dergi ve diğer basılı yayınlar, devrimci örgütlenme zemininin ifadelerinden yalnızca birkaçı. Eğer az önce saydığım şeyler pahalıysa ve giderek daha da pahalılaşıyorsa; bu demektir ki Komün’e emek veren kişiler daha çok çalışacak. Pahalılıkla savaşmak için pahalılığı duyurmak, duyurmak için de onu öznel imkânlarla aşmak gerekiyor. Yazılar ve yazarlar var oldukça, Komün emekçileri, bu dergiyi koşullar nasıl olursa olsun bir şekilde çıkartmayı ve dağıtmayı başaracaktır.

'SOSYAL MEDYANIN İKİ TÜRDE EKONOMİSİ VAR'

Sosyal medyanın okur ile iletişimde dergiciliğe ne gibi katkıları oldu? İnternetin üretim ve tüketim bağlamında siyasal bilimlere etkisi sizce nedir?

Ülkemizde teorik alan da dahil olmak üzere, siyasal tartışma ve polemik kültürünün gelişkin olduğu söylenemez. İnsanlar fikirlerini söylerken, asla karşısındakiyle bir fikir alışverişinde bulunmuyor, iletişim talep etmiyor. Çoğu zaman değişmeyi ve öğrenmeyi zaten düşünmüyor, karşısındakini de değiştirmeyi istemiyor. Sosyal medya, bahsettiğim bu kötü geleneğin en çok belli olduğu, açığa çıktığı alan. Sosyal medyanın iki türde ekonomisi var, kavga ekonomisi ve beğeni ekonomisi. Ya karşıt görüşle kavga ediliyor ya da ortada kavga yoksa like veya retweet talep ediliyor.

'KOMÜN, BİREYE DAİR ÖZNEL KATEGORİLERİN KUTSANDIĞI EVRENİ REDDEDİYOR'

Bizim şu an Twitter’da ve Facebook’ta sosyal medya hesabımız var; ama bu hesapları sadece yazıların duyurusunu yapmak için kullanıyoruz. Sosyal medyada rastlanan verimsiz tartışmalara kurumsal hesap olarak asla dâhil olmuyoruz. Gözlemlediğim kadarıyla, Komün okurları da sosyal medyayı çok sık kullanıyor; fakat tartışmalara dâhil olmuyor. Komün, ‘popülist siyaseti’, popüler figürleri, sivil toplumculuğu, yatay örgütlenmeyi, liberter çizgiyi meta ilişkilerini ve sermaye birikimini yok edecek bir yöntem olarak görmüyor. Popülist siyaset yapanlar var; kısa vadede isimleri de çok duyuluyor belki ama uzun vadede bir kazançları olduğunu düşünmüyorum. Komün, liberalizmin görünür olma halini yücelten küçük burjuva zihin dünyasını ve bireye dair tüm öznel kategorilerin kutsandığı evreni reddediyor.

Sosyal medya üzerinden görünür olmak konusundaki negatif tutumuzun başka bir gerekçesi daha var. Ajitasyon propaganda yazılarıyla, üzerinde ince ince çalışılmış, alın teri akıtılmış ve kavramsal derinliği yüksek yazıları ayırt etmek gerekiyor. Türkiye sosyalist yazınında ikisi birbirine karışmış durumda. Yığınla ajitasyon ve propaganda metni yazılıyor, bunlarla teorik üretim yapıldığı sanılıyor. Sosyal medyanın pek de sonuç vermeyen ajitatif ve kampanyacı ruhuna karşılık, teorik emeğe hak ettiği değeri vermek gerekiyor.

'NİTELİKSEL VE NİCELİKSEL GELİŞME VAR'

İçinde bulunduğumuz yıllar itibariyle portal ve dergi sayısının artması durumunu nasıl yorumlarsınız? 70’li ve 80’li yıllara nazaran, niceliğin ve niteliğin –olumlu ya da olumsuz- değiştiğini söylemek mümkün mü?

Dergimiz varlığını geçtiğimiz sene Eylül ayında duyurdu; ama gerek yayın kurulumuz gerekse de okurlarımız arasında 80’li ve 90’lı yıllardan Gezi sürecine kadar olan dönemde çeşitli siyasi dergilerde çalışan çok sayıda kişi var. Hedef Dergisi, Bilinç ve Eylem Dergisi, Türkiye Gerçeği Dergisi ve Umut Gazetesi bunlardan birkaçı. Artık bu dergiler ve gazeteler basılı faaliyet yürütmüyor. Bu sayede, her ne kadar dergimiz yeni olsa da sorduğunuz soruya karşılaştırmayla cevap verebilirim.

Bence 80’li ve 90’lı yıllardan beri üretim yapanlar, benim de içimde bulunduğum 20’li 30’lu yaşların kuşağını çok geride buluyorlar. Artık doğru dürüst teorik yazı yazılmadığından, ülke siyasetine yön veren ve analiz eden metinlerin yokluğundan yakınıyorlar. Tersinden bizim kuşak da eski dönemleri çok sığ ve ortodoksça buluyor, birtakım kalıplara ve Marx-Engels-Lenin alıntılarına boğulmuş bir kesit olarak görüyor. Böylesi bir durum var diye düşünüyorum.

Yazılanları toptan yok edecek bir doğal afet gerçekleşmediğine göre, geçtiğimiz yıllara göre her anlamda niteliksel ve niceliksel gelişme olduğunu pekâlâ iddia edebiliriz. Eski kuşaklara, şimdiki zamanı geride gösteren şey aslında bir zemin kayması. Eskiden sosyalist yapılar teorik üretimin merkeziyken, bu işi artık bu alanı akademisyenler üstleniyor. Sosyalist yapılara da maalesef ajitatif metinler hazırlamak misyonu kalıyor. Niteliksel ve niceliksel bir daralma var elbette; ama bu durum sosyalist yazının genelinde değil de örgütlü yapılarda izleniyor. Akademisyenler, işlerinin doğası gereği, bütünsel açıklamalar yerine çok sınırlı alanlarda spesifik konular üzerine kişisel yorumlarını pek katmadan üretim yapıyorlar. Bu nedenle, teori ile pratik arasındaki bağ onulmaz şekilde yara alıyor. Söz gelimi, devlet teorisi mevzu bahisse, akademisyenler Agamben’i, Deleuze’ü veya Poulantzas’ı ayrıntısıyla inceliyorlar; ama ortaya ülkemizdeki iktidarın niteliği ve direniş yolları üzerine programatik metinler çıkmıyor. Diğer yandan, insan bilincini belirleyen en büyük etkenin kişinin yaşadığı çevre olduğu düşünülürse devrimci yaşam devrimci kimlik ve örgütlenme konularında akademik üretimin imkânsızlığı daha da gün yüzüne çıkıyor. Bu amaçla biz de ilk sayımızda devrimci kimlik devrimci yaşam ve örgütlenme konularına eğildik.

Komün Dergi

'EDEBİYATA YARARDAN ÇOK ZARAR'

Yazın dünyasının özellikle Gezi ile beraber insanların politikleşmesi sonrası, talep görmesinin dergiciliğe olan etkisi nedir sizce? Bu durum üretiminizi nasıl etkiledi?

Öncelikle şunu söyleme ihtiyacı hissettim: Gezi beraberinde bir politikleşmeyi getirdi kuşkusuz ancak böylesi bir direnişin olması için de temelde bir politikleşme zaten olması gerekli. Bu topraklarda her zaman direnişin tohumlarının olduğunu düşünüyorum. Bunu egemenler de kendi sözleriyle her zorda kaldıklarında yok şuna özenmeyin yok buna özenmeyin diyerek aslında itiraf ediyorlar. Biraz klasik bir cümle olacak ama burası Türkiye her an her şey olabilir.

Gezi sonrası bence özellikle benim kuşağımın yakından takip ettiği popüler edebiyat dergileri hızla artmaya başladı. Aynı dilin, aynı kapağın, aynı kâğıdın, aynı başlıkların olduğu neredeyse birbirinin kopyası olan Ot, Fil, Kafa, Bavul, Pul Biber vb. dergiler çıktı. İlk çıktıkları zaman alıp okudum birçoğunu, şimdi düşünüyorum da bu dergiler Gezi’nin rüzgarıyla yapılan işlerdi ve bugün ilk çıktıklarında yarattığı etki yok hiçbirinde. Tipik bir postmodern kültür karşılığıydı bu dergiler ve edebiyata yarardan çok zararları olduğu düşünüyorum. Bir gün tamamen bittiklerinde gerilerinde bir enkaz bırakacaklar.

'YENİDEN BAŞLAMA VAKTİ GELDİ'

Politik çalkantılar hayatın her alanında zenginleşmeye yol açıyor. Gezi direnişi, dergicilik için büyük imkânlar sağladı. Ama bu imkânlar çok iyi değerlendirilmedi. Az sayıda hatırı sayılır işler yapıldı, tabi hepsini aynı kefeye koymak doğru olmaz ama onların da geniş bir etkisi olmadı. Şimdi ise bütün birikimler kayboldu ve Gezi’nin bittiği günlere geri döndük. Artık duvara dayandık bundan daha gerisi yok. Tek çare daha ileri gitmek. Sanırım, yeniden başlama vakti geldi de geçiyor!

'YAZILARI ORTAK ÜRETİM NESNESİ HALİNE GETİRME UĞRAŞI'

Yazın dünyasını biçimsel ve içeriksel olarak şekillendiren ilk ortamın dergiler olduğu düşünüldüğünde, yazarın yazdıklarını ilk olarak dergilerde görmesinin etkisiyle, dergilerin yazara vaat ettiği şeylerden en önemlisinin özgüven olduğunu söylemek mümkün mü? Dergiler, yazara ne vaat eder? Ya da karşıtını da sormak mümkün: Yazar, dergilere ne vaat eder?

Komün Dergi, yazılara el koymayı ve kamulaştırmayı vaat ediyor! Karşıtının mümkün olup olmadığı ise gelecekte belli olacak. Yazıları kamulaştırmaktan kastımız; o yazıları birey bağlamından kopartıp ortak üretimin nesnesi haline getirme uğraşıdır. Çünkü burjuvazi özel mülkiyeti, rekabetçiliği ve serbest piyasayı yeniden üretirken, hep bir sınır çizgisi çekiyor ve o sınırı birey olarak kodluyor. Bazen de yazı yazmak, yazdıktan sonra herhangi bir dergide yayımlatmak, yazar bireyin karşı konulmaz bir güdüsü haline gelebiliyor. Tıpkı burjuvazinin birey kodlarında olduğu gibi, yazar da kendini böyle tam hale getirebiliyor. Genellikle dergilerde bir yazarın yazısı yayımlanıp raflara ulaştığında yolculuk son buluyor, bizde ise yeni başlıyor! Dolayısıyla farklı mahlaslarla yazmayı, sadece bir güvenlik önlemi olarak görmüyoruz, birey üretimimin kolektif pratik içinde erimesinin başlangıcı olarak da görüyoruz. Bazı dergilerde ise yazar ismi hiç belirtilmiyor, açıkçası bu yöntem de tartışmaya değer.

'GELENEKÇİLİKTEN ÖZENLE KAÇIYORUZ'

Türkiye’de dergi mefhumunun önemli bir gelenek olduğunu söylemek mümkün. Geçmişten bu yana, pek çok yazar bir araya gelerek ortak üretim yapmış, dergiler çıkarmıştır. Kendinizi yakın bulduğunuz bir gelenek oldu mu? 200 sene sonra bugünlerden bahsedildiğinde, üretiminizin hayatla olan ilişkisinin nasıl tanımlanmasını istersiniz?

Biz sözcüklerin ve kavramların kıymetini de sınırlarını da bilenlerdeniz. Siyasi sözcükler ve kavramlar ancak başarılı bir politik dönüşümle birlikte anlam kazanmışlardır. 200 sene öncesi için biz neye bakıyoruz? Açıklama ve değiştirme gücü en yüksek olan şeye...

Gelenekçilikten özenle kaçınıyoruz. Bu anlamda ilk sayımızda Türkiye’deki sosyalist yapıları parti ve hareket geleneği olmak üzere ikiye ayırdık ve ikisinin de başarısız olduğunu ilan ettik. Devrimciliğin yapısökümü kavramını önerdik ve iki geleneğin de olumlu yönlerinin sentezlenebileceğini iddia ettik.

Şimdiki zamanın failleri olan bizlerin, 200 sene gibi uzun bir süre sonrası için yorum yapması bir spekülasyon olurdu. Gelecekte, 200 sene sonra, onlar da muhtemelen açıklama ve değiştirme gücü en yüksek olan şeylere bakacaklardır.